Şu “gecikmiş tahliyeler” olayı patladığından bu yana iki üç gün geçti ama medyasında, hükümetinde, AKP’sinde, Yargıtay’ında dur durak bilmeden bu konu konuşuluyor, yazılıyor, tartışılıyor (Burada güzelim “tartışma” sözcüğüne ayıp oldu ama ne yapayım...)
Beni de hafakanlar basıyor ve bana gına geldi. Bir kere daha yazayım; sonra –en azından şimdilik- bir daha bu konuya dönenin...
2005’de Avrupa Birliği ile uyum yasaları çerçevesinde ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin zoruyla bir yasa çıkarıldı. Buna göre aslında sanıkların kaçmasını önlemek için alınan bir hukuksal uygulamadan ibaret olan, ama Türkiye’de çoktan (hem de epey çoktan) bir infaz uygulamasına dönüşmüş olan tutukluluk sürelerine bir düzen getirildi: İki yıl. İki yılı aşan tutuklama yasa zoruyla önlendi. Yasada, asliye ceza mahkemeleri, ağırceza mahkemeleri ve (Türkiye yargı sisteminin yarattığı) özel görevli ağırceza mahkemelerinde yargılananlara göre bazı istisnalar öngörüldü. Mahkeme kararı ile tutukluluk süreleri biraz daha uzatılabilecekti.
Bu iyi bir yasaydı. Eksikleri vardı; bulanık yanları vardı; yorum gerektiren yazım kusurları vardı ama yine de iyi, doğru ve çağdaş bir yasaydı. Biri bir suç işledi ise yargılarsın. Suçu sabitse hapse mahkum edersin. Çağırır hapse tıkarsın. Kaçma olasılığı ya da delilhleri karartma olasılığı varsa bir önlem olarak tutuklarsın. Mahkum olursa bunu tutuklu olduğu hapishanede öğrenir ve yatmaya devam eder. Falan filan... Bu ayrıntıları son üç günün ekran vaizleri sayesinde iyice öğrendik.
Yasanın çıkışından bu yana beşyıl geçti. Ne Hükümet buna uygun önlem aldı, ne yargı. Tam Türkiye’ye özgü bir umursamazlık ve hantallıkla “Oh-hooo daha beş yıl var. O güne kadar gün ola harman ola” hesabı yapıldı ve bütün taraflar (Bir daha: Bütün taraflar) kulağının üstüne yattı. Yumurta kapıya geldiğinde artık çok geçti. Nitekim çok uzun süredir yargılanan, haklarında verilen kararlar bür türlü kesinleşmediği için hukuken “tutuklu konumunda” olan eli kanlı katiller, eli çok kanlı katiller, eli kanlı mı kanlı çeteler serbest kaldılar.
Medya ardarda ve şehvetle felaket haberleri yayıyor: Eyvah şu serbesttt... Aaaa şu da serbest... Annneeee, filanca seri katil de aramıza katıldı... Mafya babası serbest... Hizbullah canileri de serbest... Eyvah yarın da katil, ırz düşmanı, manyak bilmemkim çıkıyor!..
Yargıtay ile Hükümet ise durup dinlenmeden “Suç sende – hayır sende - valla sende - yok canım bal gibi sende” oyunu oynamaktalar.
* * *
Bir kere sılaverilenler beraat etmiş, affa uğramış filan değil. Sadece yargılanmaları tutuksuz devam edecek. Yargılamanın sonunda hüküm giyerlerse infaz savcılıklarına başvurup teslim olmaları ve hapise konmaları gerekiyor. Yok kendiliklerinden gelip teslim olmazlarsa polisler yakalayıp infaz savcılığına teslim edecek.
Ağırlaştırılmış mübebbet hapse, müebbet hapse ya da epey uzun süreli hapse mahkum edilmeleri hemen hemen kesin olanların bırakın teslim olmayı, tutuksuz oldukları sürece fırsat arayıp, bulunca da kaçacakları besbelli. Demek ki Hükümetin şimdiden buna önlem alması gerekiyor. Acil bir yasa çıkarıp elektronik kelepçe uygulamasına mı geçer; kapılarına polis mi diker bilemem. Ama kaçmalarını önlemek Hükümetin (yani İçişleri Bakanlığının; yani polis ve jandarma örgütlerinin) görevi.
Lafa geldiğinde “Türkiye büyük ve güçlü bir devlettir” diye şişinenler için işte bir test: Büyük ve güçlü devlet büyüklüğünü ve gücünü göstersin; kaçma şüphesi güçlü olan sanıkların tutuksuz yargılama süreci boyunca kaçmalarını önlesin; hüküm giyerlerse tutup hapise koysun...
Bu arada da ceza davalarının sakız gibi uzamasını, basit bir hüküm için yıllar ve yıllar geçmesini önleyecek; Yargıtay’ın yükünü paylaşacak bölge mahkemelerine ilişkin yasaları da bir an önce çıkarsın...
Biz de sürüncemede kalan yargılama süreçlerine, buna yol açan etkenlere ve buna yol açan sorumlulara değil de doğru ve çağdaş bir yasaya öfkelenenlere neyin ne olduğunu defalarca anlatmaktan kurtulalım...
Gına geldi de...