13 Aralık 2010

Bir Bilmecem Var Okurlar!..

... Bence asıl bu şaşkınlık, bu “Ne oluyoruz; nereye gidiyoruz” sorularına ebelik eden heyecan hali sorgulanmalı...

Farkında mısınız, günlerdir gazete köşeleri, TV ekranlarının haber ve tartışma programları “Polisten dayak yiyen” ve “siyaset esnafını konuşturmayıp yumurta atan üniversite öğrencileri”  konusuna ayrıldı. Köşe yazarı denen tayfa kendi siyasi meşrebine, ideolojik tercihine uygun yorumlar döktürüyor; tartışma programlarının gediklileri ve gediksizleri de psikolojiden, sosyolojiye, oradan hukuka, siyasete atlaya sıçraya ahkâm kesmekte.
Sanırsınız ki ülkemizde dünyada eşi menendi görülmemiş bir olay(lar) zinciri başlamış. Yepyeni bir olgu ile karşılaşılmış. Ülkede, “doğal olmayan” bir şeyler olup bitmekte...
Bence asıl bu şaşkınlık, bu “Ne oluyoruz; nereye gidiyoruz” sorularına ebelik eden heyecan hali sorgulanmalı...
Bir de “saçmalığı” göstermek için yakın geçmiş hatırlatılmalı...
Peki, hatırlatayım...

*    *    *

1970’lerin ilk yarısıydı. Türkiye henüz o uğursuz on yılın iç savaş benzeri ortamına sürüklenmemişti. Tersine 12 Mart’ın “utangaç faşizm”inden çıkıldığı günlerdi. Ankara’da asılan üç fidanın, Kızıldere’de yakalanabilecekken bilerek, isteyerek yok edilen yiğitlerin acısını yüreğinde taşıyan üniversite öğrencileri faşizmin karanlığından çıkışın coşkusu ile hemen her gün sokakları, alanları, grev çadırlarının önlerini, okullarındaki amfileri dolduruyor; her gün (Evet her gün) hepsi siyasal içerikli protesto eylemlerine girişiyordu.
12 Mart sabıkalıları olarak gazetelerde iş bulamadığımızdan, bulduklarımızdan da çabucak kovulduğumuzdan, arkadaşım, ortağım Osman Arolat’la bir haber ajansı kurduk: İsta. Öğrencilikten yeni çıkmış, hatta kimileri henüz çıkmamış genç bir ekiple haber bulup, haber yapıp günlük gazetelere servis etmeye başladık. Abone yapmayı başardığımız gazetelerden aldıklarımızla da iyi kötü geçiniyorduk. Öğünmek gibi olmasın ama işimizi de iyi yapıyorduk.  Öğrenci eylemlerinin patladığı o cıvıl cıvıl günlerde  İstanbul’daki yürüyüşler, mitingler, toplantılar İSTA Haber Ajansı’ndan sorulur olmuştu. 
Bir gün o sıralar Milliyet’te çalışan Hasan (Pulur) ağabeyim telefon etti:
- Aydın, oğlum sizin ajansın bülteni geldi ama tek bir öğrenci eylemi yok içinde...
Ne diyeyim?
- Yok abi. Çünkü bugün İstanbul’da haberleştirilecek bir öğrenci eylemi olmadı...
- Emin misin lan?
- Abi, İSTA yok diyorsa yoktur...
- Haklısın. İSTA olmadı diyorsa olmamıştır...
Bir an duraladı, sonra gevrek bir kahkaha eşliğinde cümlesini tamamladı:
- Ama işte bu bir haber yav... “Bugün İstanbul’da hiç bir öğrenci eylemi olmadı”... Vay be haberin hasını yakaladık desene...
Gülüştük...
Kaç yılın Hasan Pulur’u  o gün öğrenci eylemi olmamasına şaşırmıştı...

*    *    *

Hatırlatmaya devam:
80’li yılların sonuna doğruydu.  12 Eylül’ün zifiri karanlığı değilse bile gölgesi hâlâ ülkenin üstündeydi.   İstanbul’da öğrenciler polis yığınağına rağmen yürüyüşe geçtiler. Polis sille tokat, cop, tekme girişti; ayakta kalanlar yürüyüşe devam ettiler.  Ankara’da –galiba Siyasal’da- öğrenciler toplantı yaptı. Polis engellemek istedi ama öğrenciler yine de toplantı yaptı.
Her iki olay yabancı ajanslarca dünya medyasına servis edildi. Başlık: Eylül darbesinin ardından İstanbul’da ilk öğrenci yürüyüşü, Ankara’da öğrenci eylemleri. 
Meslekte “ajans dili” dediğimiz kupkuru bir üslupla yazılması gereken habere ajansın Türkiye muhabiri dayanamamış, kendinden bir cümlecik eklemişti: “Öğrenciler hareketlendi, Türkiye hem sevindi, hem şaşırdı“.
Öğrenciler yürümüştü ve Türkiye kamuoyu sevinçli bir şaşkınlığa uğramıştı...

*    *    *

Yıllardan 2010, aylardan Aralık’tı. 
Öğrenciler İstanbul’da yürüdü; Ankara’da iki siyaset esnafının konuşmasını yumurta desteği ile engelledi. 
Polis şaşırdı. Başbakan şaşırdı. Bu hükümeti desteklemeyi amentü bellemiş medya şaşırdı.
Şaşkın polis canavarlaştı. Düşenin üstüne çullandı, biber gazı, cop yetmedi, tekme, yumruk girişti.
Şaşkın Başbakan’ın nevri döndü. Yağdı gürledi. İstanbul’dakiler için “Davet etmedik, niye geldiler ki” diye sordu. Böylece demokrasilerde bir protesto eylemi için davet gerektiğini söylemiş oldu (Mizah böyle bir şeydir işte). Ankara’da yumurta atanlar için “Omlet yapıp yeselerdi” filan dedi (Mizah böyle bir şey değildir işte).
Medyanın şaşkın kesiminde (ki pek çoktu)  kimileri “Gebe genç kadının protesto yürüyüşünde ne işi vardı” diye soracak kadar pespayeleşti; bir başka kesimi ise “Darbe koşulları yaratmak üzere gizli ellerin öğrencileri yönettiği”ne vurgu yaptı. 
Köpeksiz köyde değneksiz dolaşmaya alışmışlardan, ülkenin üstüne ölü toprağı serpilmesini yadırgamayanlara kadar geniş bir kesim öğrencilerin protesto eylemini, yumurtalı eylemini şaşkınlıkla karşıladı.

*    *    *

1970 başlarından, 1980 sonlarından ve 2010’dan üç Türkiye fotoğrafı sunmaya çalıştım.
Şimdi sıra bilmece de: Üç fotoğraf arasındaki farkları bulun...
Ve şaşırın!.. 
“Nereden nereye geldik” diye şaşırın...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"