Avucum kaşınıyor. Kimileri için bu “para“ demekmiş. Bizim meslekte “kendini yazdıran yazılar” için söylenir. Öyle bir yazı yazmak ne kafanızda vardır, ne niyetiniz. Ama yazı bu, kapıyı ve kafayı zorlar, klavyeye çöker ve kendini yazdırır.
Bu yazı da öyle…
Buraya kadarı “giriş”ti.
Gelelim size…
* * *
Uygun sözcük arıyorum.
Meselâ: Çuvalladınız demek niyetindeyim.
Meselâ: Üstlendiğiniz görev size bir kaç numara büyük geldi, demek niyetindeyim.
Meselâ:Çapınız elvermiyor, gibi bir cümle kurmaya çalışıyorum…
Meselâ: Siyasal, demokratik kültürünüzün taşıyamayacağı işlere giriştiniz ve beceremiyorsunuz, emek geliyor içimden…
Meselâ…
I-ıh, vazçgeçtim…İçlerinden birini siz seçin. Hepsi uyar…
Kusurlarınızı, eksiklerinizi, kökü derinlere giden yetersizliğinizi örtecek; giderecek, ihtiyacınız olan aklı size aktaracak bir ekiple çalışmak yerine kendinizin karikatürlerini yeğlediniz ve onlar durumu daha da vahimleştirmekten ve içinden çıkılmaz hale getirmekten, içeride –vc hatta dışarıda- durumu gülünç kılmaktan başka işeyaramıyorlar…
Danışmanlarınız daha da yürekler acısı. Sizde eksik olan yabancı bir dili (tercihan İngilizce) bilmekten öte ne diplomasiden haberleri var ne de "Bir ülke nasıl yönetilir" sorusuna cevapları... Ansiklopedik bilgilerini kültür, "Kimi kime kırdırdırsak biz kazançlı çıkarız“ gibi bezirgan siyasetini marifet sanıyorlar. Yüzeyselliklerini şahinleşmekle aşabileceklerini sanmak gibi yürekler acısı saplantıları var ve bu, son dönemde size de iyiden iyiye bulaştı.
Balyoz tartışmasını, parti kadrolarını ağaç budar gibi yenileme mantığınızı, bıraksanız kendisi kendisini tahrip edecek olan ana muhalefete laf yetiştirmeyi filan boş verin. Bunlar günübirlik siyasetin günübirlik konuları. Günübirlik, esen rüzgara göre yön seçen ya da yön değiştiren siyaset anlayışına eskiler "eyyamcılık“ derlerdi; bilgiç görünmek isteyenler "Reel politik“ diyorlar ve siz "Reel politik“in anlamını cep sözlüğünden öğrenmiş olacaksınız ki "Gerçekçi politika“ demek olduğunu sanıyorsunuz.
Evet, günübirlik sorunlarla bizleri uzun süre oyalayamazsınız. Gerçek sorunlar çözülmedikçe er ya da geç ayağa kalkar ve sizin bilançonuzu çıkartırırlar.
Buyrun bir özet bilanço:
Kıbrıs… Orada kendinize yakın siyaset cambazlarına sizinkine benzer bir parti kurdurmaktan öte ciddiye alınır tek bir adım atamadınız. Bir yanda AB serüveninin bitmediğini söylüyorsunuz, öte yandan Türkiye’nin AB kapısında onur kırıcı biçimde bekletilmesinin ana sebebinin “Kıbrıs kördüğümü” olduğunu farketmiyorsunuz,
Sorun “Bu AB’liler bizi sevmiyor, bizi istemiyor” gibi liseli aşk öykülerine benzer gerekçelerle açıklanamıyor. “AB bizi niye üye olarak kabul etmiyor” diye sorun; karşınıza önce Kıbrıs sorunu çıkacak…Kıbrıs’ta “çözümsüzlüğü çözüm” diye benimseyen askeri vesayet döneminin mükemmel bir mirasçısı oldunuz.
Bilançoya devam edelim…
Yağdınız gürlediniz komşu Ermenistan’la sorunları çözeceğiz dediniz ve…
Ve “iktidarın babadan oğula geçtiği” bir cumhuriyetle (Biliyor musunuz cumhuriyet “cumhur’un .yönetimi demektir ve bir cumhuriyette iktidar babadan oğula geçmez, cumhuriyette iktidar hanedanların değildir), evet, adı cumhuriyet olan Azerbaycan’la sarmaş dolaş Ermenistan’a sırtınızı döndünüz; Ermenistan sorununu çözümsüzlüğa mahkum eden eski siyaset anlayışının mirasçısı oldunuz.
Ne kokan ne bulaşan, renksiz, kişiliksiz, doğusuna sırtını dönmüş, batısından ürken bir dış politika çizgisi devraldınız ve ülkenin dış politikasını o günleri aratır hale getirdiniz. “Düşmanımız” olmayan ve sorun yaşamadığımız kaç komşumuz kaldı hiç saydınız mı?
Ekonomiyi iyi götürdüğünüz söylenegeldi. Aslında başarınız Kemal Derviş’in çizdiği ana ekonomik stratejiden sapmamaktan ibaret. Gel gör ki yaşanan finansal kriz yeni ve özgün ekonomik politikalar üretilmesini gerektiriyor. Bakanlarınızın “gaza bas – hayır frene bas” tartışması neyin göstergesi farkıda mısınız?
Bilanço özeti dedim. Kürt sorununu en sona bıraktım. En sona kaldı diye en uzun ve ayrıntılı değinecek değilim.
Kürt sorununda durum çok yalın: Yüzünüze gözünüze bulaştırdınız.
Sorunu din etmenini kullanarak çözeceğiniz sandınız. Olmadı, bu kez de askeri seçeneklere sarıldınız ve sonunda "Şu kadar şehit verdik ama şu kadar da PKK’li öldürdük“ diye ölüm istatistikleri ile konuşan bir siyasetçiye dönüştünüz.
Kongrenize daha dört beş gün var. Yani vaktiniz var. Şu "özet bilançoya“ bir göz atın. Belki –sanmıyorum ama- "Yav bu gazeteci haklı. Ben bu işi kıvıramıyorum“ dersiniz.
Bu yazı mı?
Nasrettin Hoca’nın ülkesindenim ben. Göle maya çalar, ardından „Ya tutarsa“ derim…
Bu yazı işte öyle bir yazı…