Hikayeyi bilirsiniz, Türk mutfağını tanımak istelen turist lokantaya gitmiş, seçimi garsona bırakmış. Yemekler ardarda gelmeye başlamış: Patlıcan salatası, patlıcan karnıyarık, patlıcan silkme, imambayıldı, patlıcan oturtma, patlıcan turşusu...
Turist garsona seslenmiş:
- Yemekler için teşekkürler. Şimdi bana bir bardak su getirin, ama lütfen patlıcansız olsun...
Ben okur olsaydım yazar tayfasına mesaj yollardım:
- Eski yazılar için teşekkürler. Tamam, bugün de yazın ama lütfen Kılıçdaroğlu’suz olsun...
Bu yazı Salı akşam saatlerinde yazılıyor. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin yeni başkanı olacağı hemen hemen kesinleşti. (Şu meslek refleksiyle kondurduğum “hemen hemen”i ciddiye almayın).
Üşenmezseniz (ben üşenirim) yarınki günlük gazetelerin haberlerini ve köşe erbabının döktürdüklerini elden geçirin. Bakın bakalım kaç tane “Kılıçdaroğlu – CHP – Baykal”ı ele alan haber, yorum, değerlendirme ahkâm kesme var. Üşenirseniz kolayını söyleyeyim: CHP’den, Baykal’dan, Kılıçdaroğlu’ndan söz etmeyen yazılara gözatın. Tarama çalışmanız çabucak bitecektir...
Şimdi girişte bu kadar laf ettikten sonra Kılıçdaroğlu – CHP – Baykal üstüne bir Tırmık beklemiyorsunuz sanırım.
Ama yanıldınız. Kahvehanelerin henüz “cafe” olmadığı günlerden kalma bir deyimle: El mecbur!..
* * *
12 yıllık siyasal göçmenliğimi bitirip ülkeye ve mesleğime döndükten sonra Cumhuriyet’te ayağımın tozuyla yaptığım ilk haberde Kılıçdaroğlu’nun yeri vardı, büyüktü ve önemliydi.
O zamanlar SSK Genel Müdürüydü. Bir gece önce Kılıçdaroğlu’nun bakanı Mehmet Moğultay ile konuşmuş, 39 yaşında emekliliğe olanak tanıyan bir sistem hakkında ne düşündüğünü sormuş “Bırakın Engin bey, bırakın insanlar bir yan gelir elde edip çalışmaya devam etsinler. Zaten zor geçiniyorlar” gibi tuhaf bir yanıt almıştım. Aynı soruyu bu kez bakanın bürokratına sordum. Duraksamadan cevapladı:
- Böyle bir sistem yürümez. Zaten tıkandı. Ama sorun sadece emeklilik yaşını yükseltmek olamaz; bizim sosyal güvenlik sistemimizin tepeden tırnağa yenilenmesi lazım ve emeklilik fonlarında birikenleri siyasetçilerden kurtarmak ve korumak lazım...
Cesur bir cevaptı. “Sayın bakan haklıdır” gibi sade suya tirit lafazanlıklara yüz vermemiş, dobra dobra konuşmuştu...
Sonra politikaya geçti. Milletvekili oldu. “Yolsuzluk avcısı” olarak ünlendi. Ardından İstanbul’a belediye başkan adayı oldu. Başarı oy oranı ile ölçülürse başarılıydı. Ama İstanbul için yapacakları sorulduğunda “Söylemem. Sonra AKP’liler kopya çeker” cevabı da bir siyasal mizah örneği olarak kayda geçmişti.
Kılıçdaroğlu sevimli. Alçak gönüllü. “İçimizden biri” duygusunu iyi yansıtıyor...
Henüz sınanmadı ama daha şimdiden “dürüst politikacı” olarak nitelenmeyi hak edecek bir izlenim bıraktı. Bu izlenim halk arasında da pek yaygın.
Kılıçdaroğlu kötü bir hatip. Kitleleri ateşleyecek bir üsluba ve ritme sahip değil.
Kılıçdaroğlu siyasal cesaret sınavında bugüne kadar geçer not alamadı. Onur Öymen’in Dersim gafından (“İtirafından” diye anlayın) sonraki çıkışının ardında duramadı. Keza Kürt sorununda ortaya attığı af önerisinin de arkasında duramadı. Baykal kaş çatınca o yürekler acısı “Yanlış anlaşıldı” mazeretinin arkasına saklandı...
Kılıçdaroğlu şöyle, Kılıçdaroğlu böyle...
Ama tutun ki sevapları günahlarına ağır basıyor.
Acaba Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu gelince “CHP’nin sorunu” ve “CHP sorunu” çözülür mü?
Bu konuda sayfalar ve sayfalar dolusu yazılabilir. Sanırım önümüzdeki günlerde yazılacak da...
Ama bugünlük, şu epey uzamış Tırmık’ı daha kestirme bir soru ile noktalayabiliriz:
Kılıçdaroğlu CHP’nin 6 Ok’unu ele alabilecek, oradaki okları tek tek irdeleyip çağdaş bir sosyal demokrat parti perspektifinden elden geçirebilecek ve... Ve evet, ayıklayabilecek mi?
Gözardı etmeyin. O 6 ok’tan birinde milliyetçilik yazıyor.
Eeee?
Milliyetçilik ve sosyal demokrasi...
İkisi bir arada mümkün mü?