Siz bu yazıyı okurken Diyarbakır’da KCK duruşması başlamış olacak. Hani 2009 Nisan’ında başlayan, aynı yılın Aralık ayında aralarında on yedi seçilmiş belediye başkanının da yer aldığı çok sayıda Kürt yurttaşımızın plastik kelepçeleriyle bir avluda sıraya dizildikleri o unutulmaz görüntü ile hatırladığımız davanın ilk duruşması.
Şu anda tutuklu bulunanların sayısı 1500’ü aştı. İddianame yeni hazırlandı ve o da 7.500 sayfayı aştı.
KCK, Kürtçe “Koma Civakén Kurdistan” sözcüklerinin kısaltması. Çevirisi kaynaktan kaynağa değişiyor. Kimileri “Kürdistan Halklar Topluluğu” diyor, kimileri ”Kürdistan Halklar Konfederasyonu”.
Çevirinin ötesinde “Nedir bu KCK” sorusuna verilen cevaplar ise cevabı verenin siyasi meşrebine, Kürt sorununa bakışına, Kürt sorunun çözümündeki “tercihlerine” göre değişiyor. “PKK’nın sivilleşme, silahlı mücadeleden siyasete geçme hazırlıklarının bir ön adımı” olarak görenler de var; Güneydoğu Anadolu’da çok sayıdaki belediyenin yönetiminde olan Kürtlerin, yerel yönetimlerde “halkın etkin katılımını” sağlayacak örgütlenmeler olarak görenler de. Tabii “Kandil’in şehirlere sızması, kent yönetimlerini yönlendirme aracı” olarak görenler de...
Kişisel olarak benim KCK yapılanması üstüne ayrıntılı, derinlemesine bilgilerim yok. Ama bir sezgi olarak “Kürt hareketi içindeki savaşın sürmesini isteyen şahin kanada karşı bir sivilleşme (Sivilleşmeyi burada militarist tercihlerin zıddı olarak kullanıyorum) adımı” diye niteleyebilirim.
* * *
Ama bugünkü duruşmanın anlamı bunların ötesinde; en azından dışında. Tıpkı Silivri’deki tutuklular için söylediğim ve söylemeye devam edeceğim gibi, KCK operasyonları ile derdest edilip ardından tutuklanan binlerce Kürt’ün tutuklu kalmaları için hukuksal olarak ciddiye alınacak bir gerekçe yok.
Ama sadece hukuksal olarak yok. Buna karşılık siyasal gerekçe var: Kürt sorununun barışçıl çözüme ulaşmasını, akan kanın durmasını, şiddetin sona ermesini, kısaca bu kirli savaşın bitmesini istemeyenler için KCK tutuklularının tutukluluk hallerinin sürmesinde yarar var. Böylece Kürt siyasal hareketi içinde siyasallaşmayı, şiddetin bitirilmesini savunanların sesinin kısılmasının, etkisizleşmesinin, şahinlerin “Biz demedik mi” diye seslerini yükseltmelerinin zeminini yaratır.
İstenen bu mudur ?
Bilmiyorum. Birazdan duruşma başlayınca göreceğiz.
Ama daha şimdiden vurgulamak gerekir: Bu bir hukuk davası değil, bir siyasal davadır.
Bu son cümleye “Yargı bağımsızlığı, kanun maddeleri, Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu” hatırlatılarak cevap verilmesi bal gibi topu taca atmaktır.
Birazdan başlayacak duruşmada 7.500 sayfalık iddianamenin satır satır okunmaya kalkışılması yerine, “İddianame sanıklara tebliğ edildiğinden ayrıca okunmasına gerek yoktur. Kısa bir özetleme yeter” gibi hukukun biçimsel kalıplarına hapsolmayan bir karar verilir mi, verilmez mi?
Ya da tutuklu sanıkların kimlik tesbiti, nüfus bilgileri gibi ayrıntılarla duruşmanın bir başka güne (mesela dört ay sonrasına) ertelenmesi tercih edilir mi, edilmez mi ?
Ya da “Nüfus kaydı dosyada yer almalan sanıkların bağlı bulundukları nüfus idaresine yazı yazılmasına, yazılara cevap gelinceye kadar duruşmanın ertelenmesine” diyen bir karar verilerek, duruşma adeta “başlamadan” bitirilir mi, bitirilmez mi ?
Yoksa hukukun biçimlere boğulmadığı bir karar verip, “Dosyadaki eksiklerin tamamlanmasına, bir sonraki duruşmada hazır bulunmaları koşuluyla sanıkların tutukluluk haline son verilmesine” denir mi, denmez mi?
Şimdilik, yani şu an için bu sorular cevapsız.
Göreceğiz...
Gördüklerimi sizlere yarın anlatırım.