Belleğim beni yanıltmıyorsa ben buna benzer bir başlığı bir başka Tırmık’ta kullandım. Ama ikisi arasında küçük bir fark var. İlkinde “Benden Farklı Düşünüyorsun, Öyleyse Geber” demiştim; şimdi ise “Benden Farklısın Öyleyse Geber” demeyi yeğledim.
Aslında çok daha uzun bir başlık da seçilebilirdi:
“Benden farklısın... Benden farklı düşünüyorsun... Benden farklı yaşıyorsun... Benden farklı müzikler seviyorsun... Benden farklı futbol takımını tutuyorsun... Benden farklı sıvılar içiyorsun... Benden farklı partileri tutuyorsun... Benden farklı yönde oy kullanıyorsun... Benden farklı... (Ay yoruldum).
Ama hepsinin sonuna mutlaka “öyleyse geber” narası eklenecek...
Ve böylece ülkemizin bugününün eksiksiz bir fotoğrafı ortaya çıkacak...
* * *
Salı günü, İstanbul’un göbeğinde, Tophane’de bir sanat galerisindeki sergi açılışını basan, camı çerçeveyi indiren, sergiye gelenleri hastanelik etmecesine döven, yaralayan; şiş, sopa, şişe kırığı, bıçak, sustalı ile silahlanmış bir güruhtan söz edeceğim de o yüzden yukarıdaki “giriş”i yazdım.
Neresinden bakarsanız bakın olay, sonu nasılsa ölümle bitmemiş bir linç girişimi. Tophane semtinde oturanlar, mahallelerinde yeni yeni açılmaya başlayan sanat galerilerine, oraya gelenlerin çay ya da kahve içtikleri gibi alkollü içki de içenler olmasına, giyim kuşamlarının, davranışlarının, konuştukları konuların, beğenilerinin kendilerinden farklı oluşuna gıcık kapmışlar ve galeriyi basmışlar.
Hemen hemen aynı Tophane yiğitleri(!) daha önce de IMF’yi protesto eden gençlere yine böyle sopa, kırık şişe, bıçak, sustalı ile saldırmışlar, bir kaç kişiyi yine hastanelik etmişlerdi. O olayda kentin güvenliğinden sorumlu kimi adamlar kalkıp “Vatandaşın hassas olduğu konularda gösterdiği tepki” gibi utanç verici açıklamaları ekranlardan gözümüzün içine baka baka söylemişlerdi.
Bu defa da kentin çiçeği burnunda valisi olayı yol verme anlaşmazlığıından kaynaklanan sıradan bir “zabıta vakası” olarak niteledi ve benzeri olayların yaşanmaması için daha dikkatli davranacaklarını söyledi. Savcı ise polisin karşısına getirdiği yedi elebaşı saldırganın suçunu pek de önemsememiş olacak ki ifadelerini adıktan sonra yedisini de serbest bıraktı.
Yani onlara göre olup biten şu meşhur “münferit vaka”lardan biri...
Hayır!
Münferit (toplumsal olmayan, tek tek kişilere ait) bir olayın değil, yurttaşların bilinçlerinin derinliklere sızmış ve sinsi bir zehir gibi gitgide yayılan bir olgu (olay değil olgu) ile karşı karşıyayız.
Farklı olana katlanmama, zor kullanarak onu susturma, olmadı yok etme, kısaca linç kültürü’dür bu.
İzmir’de BDP’nin konvoyuna taş fırlatan sarışın, düşük bel pantolonlu, görünüşüne bakılırsa “uygar” sayılabilecek genç kadın ile Topnhane’deki saldırganlar arasındaki fark kıldan daha kalın değil.
Referandum’da “evet” oyu verdi diye Sezen Aksu sokağının adının değişmesini isteyen “modern kadın” ile Tophane kabadayıları arasındaki fark da daha kalın değil.
Dörtyol’da Kürt mahallelerine saldınıp yakıp yıkan kalabalık da öyle. Kimse kalkıp “Ama onları kışkırtmışlar” demesin. Kışkırtıcı karşısında kışkırtılmaya hazır bir kalabalık olmadıkça ne yapsa nafiledir...
Referandum sürecinde “evet” diyene ya da “hayır” diyene ya da “boykot” çağrısı yapana uygulanan linç de aynı zincirin bir halkası. Birinde silah olarak bıçak, sopa kullanılmış, ötekinde zehirli kelimeler,. Bir başkasında avuca zor sığıan bir kaya parçası, bir başkasında benzin ve kibrit...
O yüzden bu yazının başlığı öyle kondu ve sanırım isabetli oldu...