31 Ağustos 2021

Atla katır tepişti, arada hem adalet hem gerçek ezildi

Bugünün temelleri 17-25 Aralık'ta ve izleyen dönemde atıldı desek hiç de yanlış olmayacak…

2013'de ilkokulu bitirmek üzere olanlar bugün seçmen.

Bu genç kadın ve erkeklere "17-25 Aralık size ne anlatıyor" diye sorsanız sanırım çok azı "Bir şeyler olmuş, bakanlar hapse mi, girmiş, çocukları mı girmiş. Öyle bir şey işte. Annemle babam konuşurlarken duymuştum da…" gibi bir şeyler gevelerler. Geri kalanı büyük olasılıkla bomboş yüzünüze bakar.

Oysa kısaca "17 -25 Aralık" AKP iktidarının bakanlarının (İçişleri, Çevre ve Şehircilik, Ekonomi, Avrupa Birliği bakanları) kimilerinin oğulları aracılığıyla, kimilerinin bizzat rüşvet aldıklarını, gırtlağa kadar yolsuzluğa battıklarını, kamu kaynaklarını hayasızca yağmaladıklarını ortaya çıkaran ses kayıtlarının yayınlandığı süreci anlatır...

Hiç bilmeyenlere, bilip de unutanlara buradan uzun bir hatırlatmaya gerek yok. Meraklıysalar Google Aleyhüsselam'a sorsunlar. "17- 25 Aralık" yazmak yeterli. Ondan sonra saatler ve saatler sürecek bir internet gezintisine çıkarlar.

2013 Aralık'ında patlayan yolsuzluk lâğımı o günlerde ülke siyasetini çok sert sarstı. Bakanlar istifa etti, oğulları ve yağmaya katılanlar gözaltına alındı. Bazıları tutuklandı. Dönemin Başbakan'ı olan AKP Reisi'nin 25 Aralık'ta sızdırılan ses kaydı ile ipin ucu kendine ve oğluna ulaşınca Gülen Cemaati ile AKP tepeleri arasında epeydir su altından sürmekte olan çatışma benzeri görülmemiş sertlikle bir açık kavgaya dönüştü. Devletin gücü bütün olanakları kullanarak Gülen Cemaati'nin üstüne çullandı. Henüz FETÖ kısaltması kullanılmıyordu ama daha o günlerde paralel bir devlet yapılanmasından söz edilmeye başlandı.

Patlayan lağımların iğrenç kokusu ülkeyi sararken olup biteni kapatmak üzere özellikle yargı erkinde kitlesel diye nitelense hiç de yanlış olmayacak operasyonlar başladı. Cemaat'in ele geçirdiği savcılık ve yargıçlıklar da titiz bir ayıklama kararı hemen uygulamaya sokuldu. Cemaatin savcıları, başta bir kibir anıtına dönüşmüş savcı Zekeriya Öz olmak üzere önce görev yerleri değiştirilerek etkisizleştirildiler. Zaten kısa süre sonra da yurt dışına tüymek zorunda kaldılar.

Cemaat'in çok abartılan gücü, devlet gücünün bütün olanakları ile donanmış AKP karşısında yenik düştü.

AKP ele başları yargı erkini tümüyle (evet, tümüyle) teslim almadıkları takdirde iktidarlarının sonunu getirebilecek gelişmelere gebe olduğunu isabetle teşhis ettiler. Yargının tepelerinde salt Cemaat'in adamlarının değil, Kemalist ideolojiye yakın ve yatkın yargı mensupları da titizlikle ve sinsice ayıklandı.

Sulh Ceza Hakimliği adı verilen, işlevi tutuklama aygıtı olmaktan ibaret, tuhaf ve hukukta hiç de yeri olmayan bir yargı organı o günlerde icat edildi. O zamanki adı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) olan "yüksek" sıfatı kaldırıldı (HSK) ve Adalet Bakanlığının buyruklarını onaylama kuruluna dönüştürüldü.

Bütün ülke çalkalandığı ve muhalefet becerebildiğince bastırdığı için "17 – 25 Aralık" için bir TBMM Soruşturma Komisyonu oluşturuldu ve 15 kişilik komisyonun 9 üyesi AKP'li olduğu için sonunda bakanların yüce divana sevk edilmelerine gerek olmadığı kararı çıkarıldı ve bu dev boyutlu yolsuzluk olayının üstü böylece kapandı.

Bu üstünü örtme öyle bir gecede olmadı elbet. Arada alevlendiği günler de oldu. İran kökenli ve bakanların pek sevdiği Rıza Zarrab denen sahtekârın kendi ayağı ile ABD'ye gidip orada da itirafçı olması gibi, Suriye'deki IŞİD katillerine silah ve cephane götüren MİT TIR'larının ele geçirilmesi gibi olaylarda 17-25 Aralık hatırlandı ama AKP Reisi ve adamları bunların tümünü aşmayı ve Cemaat'tan arındırılmış bir iktidar pekiştirmesini becerdiler.

15 Temmuz darbe girişimi, artık Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş ve yola çıktığı ekipteki bütün ağır topları devre dışı bırakmış olan AKP Reisi'nin daha da güçlenmesine tek başına karar veren bir otokrat'a (dilerseniz daha sert bir sıfat da kullanabilirsiniz) dönüşmesine yol açtı…

Bugünün temelleri 17-25 Aralık'ta ve izleyen dönemde atıldı desek hiç de yanlış olmayacak…

* * *

Bu, bence pek de keyifli bir okuma parçası olmayan yukarıdaki paragraflar durup dururken yazılmadı.

17-25 Aralık'ın simge isimlerinden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar uzun süren suskunluğunu bozdu. Önce Twitter'da AKP iktidarının bugününe ilişkin ağır imalar içeren iki tweet attı.

Ardından gazeteci Altan Sancar ile konuştu.

Erdoğan Bayraktar zaten AKP bakanları arasında ötekilerden farklı biriydi. İnşaat müteahhitliği, İBB'nin şirketi KİPTAŞ'ta, sonra Toplu Konut İdaresinde (TOKİ) genel müdürlük yaptıktan sonra yine inşaat işleri ile sıkı ilişkisi olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığına getirilmişti. 17-25 Aralık'ta istifa etmek zorunda bırakıldığında öteki bakanlar cıvık açıklamalar, ayıp suskunluklarla durumu geçiştirmeye çabalarken o inkâra sapmadan, alışılmadık bir veda mesajı ile koltuğunu bıraktı ve köşesine çekildi. İstifasını açıkladığı 25 Arlık 2013 günü şöyle demişti:

"Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan'ın talimatıyla yapıldı. Başbakan'ın da istifa etmesi gerekir..."

O dönemde AKP Medyası tarafından gargaraya getirilip yer bile verilmeyen "Başbakanın da istifası gerekir" cümlesi kabul edin ki biraz yürek ister. Bayraktar sonradan bu sözlerden dolayı galiba özür filan da diledi ama söz bir kere ağızdan çıkmış, arşivde yerini almıştı. Zaten o veda mesajının ardından 8 yıl süren bir suskunluk dönemine girdi.

Ancak önceki gün bu suskunluk sona erdi ve Erdoğan Bayraktan yine konuştu:

- Dosyamda ne varsa, hem tapeler hem teknik takip doğrudur hem de benim telefon konuşmalarım A'dan Z'ye kadar doğrudur.

AKP tepelerinin, yalama olmuş medyasının, trollerin "Dublaj, montaj" palavraları ile gürültü koparıp ses kayıtlarının gerçekliğini bulandırma çabaları, Erdoğan Bayraktar'ın önceki günkü açıklaması ile derin, üstü örtülemez bir yara aldı.

O ses kayıtlarında neler yoktu ki?

Mesela Tayyip Erdoğan'la oğlu Bilal Erdoğan'ın telefon konuşmaları unutulabilir mi? Epey yaygın bir kullanım kazanan "Bilal'e anlatır gibi" ironik terimi o günlerde doğmuştu.

* * *

Kişilerin, onlar Başbakan, bakan bile olsalar izinleri olmadan konuşmalarını kayda almak ve izinleri olmadan kamuya sızdırmak elbette suçtur. Ama bu suç, o ses kayıtlarının sahte olduğu anlamına gelmiyor. İnanmayan Erdoğan Bayraktar'ın yukarıdaki sözlerini bir daha okusun.

17-25 Aralık'tan 15 Temmuz darbe girişimine kadar uzanan sürecin halk dilindeki karşılığı "At ile katır tepişti" olsa yakışır. "Arada adaletin ve gerçeğin ezildiğini" de ben ekleyiverdim.

İyi ettim.

Adaleti ezmek, gerçeği yurttaşlardan gizlemek ağır suçtur.

O suçta zaman aşımı filan de işlemez.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"