1999 Şubat'ında, Priştine ile Mitroviçe arasında, Sırp askerlerini taşıyan bir minibüs yandı. Bir kaç gün sonra Kosova'nın Arnavutluk'a yaslanan dağlarının yamacında kurulmuş UÇK (Kosova Kurtuluş Ordusu) kampına ikisi Arnavut, biri Türk, biri Makedon dört delikanlı geldi. Kamp komutanına bir fotoğraf gösterdiler. Fotoğrafta yanan minibüs ve onun çevresinde zafer işareti yapan bu dört genç görülüyordu.
"Bu minibüsü biz yaktık. İçindeki Sırp askerler ucu ucuna kaçıp canlarını kurtardılar. Bu eylemleri daha da kuzeye, Sırp bölgesinin içlerine yayabiliriz. Ama oralara gidecek paramız da yok, aracımız da... Bize destek olun..." dediler.
Kamp komutanı, pos bıyıklı, ağarmış sakallı Arnavut gerilla epey sessiz kaldı, dört genci uzun uzun süzdü. Sonra kıvılcımlar çakan gözlerini dört gençten ayırmadan, tiksintisini de saklamadan konuştu:
- Aslında benim dördünüzü de burada kurşuna dizmem gerek. Siz yalancısınız, sahtekârsınız. Kosova hürriyet mücadelesi veriyor, sizler ise gerillayı dolandırmak istiyorsunuz. O minibüs çok eskiydi ve elektrik kontağından yandı. Sürücüsü bir Arnavut'tu. Sırpların kasten yaktı diye kendisini cezalandıracaklarından korktu, kaçtı ve geldi bize katıldı. Buraya çağırmamı ister misiniz?
Dört sahtekâr utançtan değil korkudan kıpkırmızı kesildiler. UÇK'nın kamp komutanı tiksintiyle "Şimdi gidin. Tekrarlarsanız kurşuna dizileceksiniz, unutmayın" dedi. Sonra o sırada kampta kendisiyle söyleşi yapmak için bekleyen üç gazeteciye döndü. Bir İspanyol, bir Belçikalı bir de Türk (O Türk ben oluyorum) gazeteciye kısık sesle konuştu:
- Utandım. Her sepette çürük elmalar olabilir, biliyorum. Ama bu kadar alçakçası beni çok utandırdı. Sizden bunu yazmamanızı, aramızda kalmasını rica etsem olur mu?
Gazeteciler korkudan değil, saygıdan başlarını sallayıp kabul ettiler.
Aradan yirmi yıl geçti. Yirmi yıl bu ilginç öyküyü ne Cumhuriyet'te, ne Birgün'de, ne Agos'ta, ne T24'de yazdım.
Yirmi yıl sonra yazıyorum. Umarım ak sakallı UÇK komutanı beni kınamaz...
* * *
Bu yirmi yıllık hikâyeyi durup dururken yazmadım. Eğer bilgisayarımın ekranında kendilerine Ateşin Çocukları İnisiyatifi adını takmış, kim olduklarını bilmediğim, merak da etmediğim birilerinin kurdukları internet sitesinin adresi belirmeseydi yazmak aklımın ucundan bile geçmezdi.
O internet sitesini açtım. Ana sayfalarına bir başlık oturtmuşlar:
Ateşin Çoçukları İnsiyatifi: Faşizme Karşı Ateşten Eylem Sürecini Başlatıyoruz...
Altında uzun bir "Kuruluş bildirgesi" döktürmüşler. 70'li yılların silahlı örgüt bildirilerini anımsatan bir bildirge. Hatta bir bildirgeden çok bir intikam andı...
Peki Kürt illerini kasıp kavuran, Kürtleri öldürenlerden nasıl intikam alacaklar derseniz...
Demeyin daha iyi...
Her yeri ateşe vereceklermiş. Bildirilerinden şu cümle yeterince fikir veriyor:
"Ateşin Çocukları kentinizi sokaklarınızı yaşanmaz kılacak, araba ve işyerlerinizi yakacak, evlerinizde huzur bulamayacak, yollarınızı tıkayacaktır."
Cümle düşük ama tehdit pek açık...
Hedeflerine ormanları öncelikle oturtmuşlar. Anlaşılan 11 Temmuz - 24 Ağustos arasında internette, gazetelerde çıkan orman yangınları haberlerini listelemişler ve...
Ve ilan ediyorlar: Hepsini biz yaktık.
* * *
Bir: Yalan söylüyorlar.
Türkiye solunda yapmadıkları eylemleri üstlenerek şişinen, yalanları ortaya çıkınca da rezil olan bir kaç örgüt tanıdık. Ama bu kadar katmerli yalana, bu kadar arsızca, soytarıca yalana galiba ilk kez tanık oluyoruz.
İki: Tamam yakmadıkları ormanları "Biz yaktık" diyerek akıllarınca övünüyorlar. Ama bırakın yakmayı, bir siyasal eylem tarzı olarak orman yakmayı düşünmek bile ağır ve utanç verici bir suçtur.
* * *
Kosova'daki UÇK'nın ak saçlı, pos bıyıklı, bilge bakışlı kamp komutanını yirmi yıl sonra, durup dururken neden anımsadığım herhalde anlaşılmıştır.