25 Haziran Cumartesi. Ne gündü ama…
AKP Reisi'nin ve İçişleri Bakanı'nın polisleri oradan oraya koşturmaktan helâk oldular.
Bakırköy'de, Beyoğlu sokaklarında, Kadıköy'de farklı cinsel yönelimleri olanlar "var olma haklarını" ve onurları savunmak için sokaklarda, alanlardaydılar. AKP iktidarının valisi bu gösterileri yasakladı. Anayasal haklarına dayanarak eylemlerinde ısrar eden ve yasağa karşı direnenlerin üstüne ise AKP'nin polis ordusu salındı.
İktidarın ve kendilerinin ahlâk anlayışını tek doğru kabul eden polislerden birkaçı olayları görüntüleyen bir meslektaşımızı, Fransız Haber Ajansı (AFP) foto muhabiri Bülent Kılıç'ı önce yere yatırdılar, sonra da boğazına dizleri ile bastırarak "hareketsiz hale" getirdiler.
Fotoğraf: Hacı Bişkin / Gazete Duvar
"Kahraman" Türk polisi karaderili George Floyd 'un boynuna dizini dayayıp, soluksuz bırakıp öldüren ABD polislerinden bire bir kopya çekmişti.
ABD'deki polis birkaç gün önce 22 yıl hapse mahkûm edildi. Bizimkilerin sırtı sıvazlanmış, belki prim bile yazılmıştır…
Meslektaşımız yine de ölümden kurtuldu ama bir gün boyunca polis nezarethanesinde konuk edilmekten kurtulamadı. Suçu pek büyüktü: Polisin Onur Yürüyüşü'ne katılanlara yönelik şiddet kullanımını görüntülemişti.
Yani AKP iktidarının polisleri barışçıl protesto eylemi yapanları, sille tokat, tekme yumruk dövmekte serbesttiler; ama onları görüntülemek, kamerayı olaylara yöneltmek suçtu.
Nitekim dün İçişleri Bakanlığından açıklama geldi: "Polise direnenleri gözaltına almak zorbalık değildir."
Yani kimse öyle "Anayasal hak" filan diye dikilmesin, valilik yasak dedi mi, yasaktır, direnenleri de polis şey yapar…
Şey…
Fotoğraf: Sendika.Org
* * *
Aynı gün, aynı saatlerde projesi çizilmemiş, ihalesi (eğer gizlice yapılmamışsa) olmayan, sadece AKP Reisi'nin bir takıntısından ibaret Kanal İstanbul'u kesip geçecek bir otoyol bağlantı yolunun köprüsünün temeli törenle atıldı.
Kamuoyu anketlerinde İstanbulluların eziciği çoğunluğunun karşı çıktığı Kanal İstanbul'un köprülerinden biri olacağı söylenen (öyle değilmiş, ama yine de söylenen) bağlantı yolu köprüsünün temel atma törenini gelir birileri protesto eder diye oraya da epey polis yığılmıştı.
Tabii o törende AKP Reisi konuştu. Konuştuğu kürsüye prompter (konuşma metninin aktığı elektronik aygıt) konmuş muydu bilmiyorum.
Galiba konmamıştı. Çünkü ne kadar "tırışkadan danışman" da olsa konuşmayı yazan kişi öyle bir hata yapamazdı.
Ama büyük Türk büyüğü Recep Tayyip Erdoğan yine okkalı bir pot kırmayı becerdi. "Biiiiiizzz" dedi, "Hep söylüyorum ya, Aşık Veysel gibi biz dağları deldik. Tünellerle viyadüklerle birbirine bağladık."
"Hep söylüyorum" dedi ama bu "özlü söz"ü ben onun ağzından ilk kez duydum.
Oysa ben hep söylüyorum, Cumhurumuzun başkanına öğüt veriyorum:
"Promtersiz konuşma Reis. Öyle konuşmak için senin hitabet yeteneğin, kültürel düzeyin epey cılız kalıyor. Sen sen ol, prompterden kopma. Gözlerini prompterden ayırma. Hatırla Reis, daha önce de Antalya'da bir diplomasi forumunda gözünü promterden ayırdın ve 'Suriye'yi istikrarsızlaştırma çabalarımızda uluslararası toplumdan beklediğimiz desteği alamadık' deyiverdin."
* * *
Yalnız bu "prompter kazası"nı da çok abartmamak gerek. Tamam, dağları delen Aşık Veysel değil Ferhat'tı. Harzem Sultanı'nın küçük kızı Şirin'e aşık olmuş yüz batmanlık demir gürzü kapıp dağları delmiş, Harzem ülkesine su getirmişti.
AKP Reisi'nin Kanal İstanbul inadı da aşk yüzünden.
Ferhat, Şirin'e aşık olmuş. AKP Reisi ve cumhurun başkanı da aşk yüzünden "vatan aşkı"ndan bu kararı verdi; vatan aşkı uğruna inat ediyor.
O Kanal İstanbul yapılacak. Evet bu aşktır. Vatan aşkıdır. O kanal yapılacak…
Hatırlayın, Tayyip Erdoğan epey önce, 23 Nisan'da, İstanbul'da Çamlıca tepesine dikilecek "Orta Doğu ve Balkanların en yüksek bayrak direği"nin temel atma töreninde çocuklara seslendi:
"….Toprak kan dökülmediyse vatan olmaz. (…) Arsa ve arazi var. Araziyi arsaya dönüştürmek için belli bedel ödemek gerekiyor. Aksi takdirde arazinin hiçbir anlamı yok. İşte bizler bu toprakları vatan yapmak için nice şehitler verdik…"
Bu karman çorman, başı sonunu tutmayan cümlelerin anlamı ise hiç de karışık değil: Vatan arsadır. Arazi olarak kalırsa vatan olmaz.
Hatırlayın, 29 Mayıs'ta, yine Çamlıca tepesinde, bu kez TV kulesinin açılış töreninde Tayyip Erdoğan müjdeyi vermişti:
"Kanal İstanbul'un sağında, solunda iki şehir inşa edeceğiz. Bu iki şehirle İstanbul bir başka olacak."
Demek ben "Erdoğan'ın Kanal İstanbul tutkusu vatan aşkı'ndan kaynaklanıyor" derken boşa konuşmamışım değil mi? AKP Reisi'ne göre arazi ancak arsaya dönüşünce vatan oluyor.
Şehirler tarlaların üstüne değil, arsaların üstüne kurulur. Kanalın sağında solunda iki şehir demek, Trakya'nın o kesimindeki araziler arsaya dönüşecek demektir. Yani o araziler arsalaştırılarak vatan haline gelecekler…
Ferhat'ınki Şirin aşkıydı, Tayyip Erdoğan'ınki ise vatan aşkı...
İtirazı olan?