21 Mayıs 2009

Anasonlu bir yazı

Küçükken, karnım ağrıyınca annem karnıma “anason lapası” yapıştırırdı.

Küçükken, karnım ağrıyınca annem karnıma “anason lapası” yapıştırırdı. Ağrıyı keser miydi hatırlamıyorum ama kokusu beni mutlu ederdi.
O gün bugündür anason kokusu bana mutluluk verir, veremezse mutluluk çağrıştırır...
Tamam doğru bildiniz: büyüüüüük bir duble anason içtim. İçinde anasondan gayri bir de ne olduğun bilmediğim bir sıvı vardı.
İyi geldi. En azından ağrım geçti. İçimin ağrısı...
Biliyorum hafta içi. Uçuk, hercai yazıların yeri değil. Siyaset üstüne, dünya ahvali üstüne yazmak gerek. Böyle yazılar için bana aylık ödüyorlar.
Ama öyle yazmayacağım.
Burası Marmara Adası... Marmara Denizi’ne adını veren ada. Önümde göz alabildiğine Marmara Denizi. Günlerdir soluk aldırmayan sert poyraz bir kıyak yaptı, akşam yemeği sırasında mola verdi. Denizin, mavinin bütün tonları arasında gezinen menevişlerine baka baka “anason” içtim. Ne siyaset umurumda, ne Cumhurbaşkanının yolsuzluk davası, ne Ergenekon duruşması, ne Pakistan’da Taliban’ın yükselişi, ne Avrupa Birliği’nden gelen yeni ev ödevleri...
Göz menzilimde bir karabatak var. Poyrazdan miras deniz çırpıntısı umurunda değil. Yükseliyor, alçalıyor ve kendi ikliminde olanca huzuruyla yüzeye yakın balık gözlüyor. Daldı, çıktı. Iskalamış avanak. Ağzı boş. Umurunda değil. Sabırla yükseliyor, alçalıyor. Nasıl olsa bir avanak balık gagasına takılacak...
Çanakkale yönünden bir gemi belirdi. Bilmiyorsanız öğrenin: Dünya yuvarlaktır. Öyle olduğu için geminin önce direkleri göründü, sonra bordası. Meraktan bile değil, öyle, sebepsiz, gerekçesiz dürbünle gemiye baktım. Adı Starline. Adı çok sıradan. Üstelik Panama bandıralı. Demek patron vergi kaçırıyor. Olsun. Ben, beni görmeyen kaptana “anason” kaldırdım. O da kaldırmıştır herhalde...
Akşam alacası basarken bir kırlangıç başımı yaladı da geçti. Az ötede hırsız, huysuz, kopuk saksağan bahçedeki çeşmenin yalağından sabun çalma hesabında. Sabunu peynir sanıyor enayi. Ya da düpedüz hırsızlık damarı tuttu. İlle bir şey çalacak. Engel olmaya kalkışmadan onu gözlüyorum. Enayi değil uyanıkmış kopuk. Sabuna iki gaga attı; beğenmedi, uçtu gitti...
* * *
Burası Marmara Adası. Bütün kış kıyılarını, koylarını, kayalarını, hatta evlerinin pencerelerini tuzlu rüzgarlar dövdü. Balık avı yasağı başlamadan yıllık nafakalarını çıkarmak için kış boyu tuzlu rüzgar tokatları yiyen Ada balıkçılarının suratlarındaki ve ellerindeki ayaz çatlakları henüz kapanmadı. O yüzden okey tahtasındaki taşları pek beceriksiz tutuyorlar. Adaçayına dört saat okey oynadık. Dördünde de kaybettim. Üstelik iki defa taş çaldım, en az beş defa yanımdakinin eline çaktırmadan baktım. Yine de madara ettiler beni...
- Gazeteci yuf sana. Çay ağacı oldun çay...
Haklılar. Çay ağacı oldum. Çay dedikleri: Adaçayı. İçine sakın limon koyma. Onu yazlıkçılarla turistler yapar. Sen sen adaçayının baygın kokusunun tadını çıkar...
* * *
Burası Marmara Adası. Yazarınız bir kaçamak yapıyor ve kaçamağın her anının tadını çıkarmaya kararlı.
Burada zaman yavaş yürüyor. Yani insanca yürüyor. Hatta bazan yürümüyor. Kent yaşamının bütün acılarından uzaksın...
Bir yerlere yetişmek. Trafikle boğuşmak. Bir panele, bir konsere, işe, eve, yemeğe, randevuya, doktora, yine işe, yine eve, tiyatroya, toplantıya, bir başka panele, yürüyüşe, işe, radyo programına, eve...
Bir yerlere yetişmek; trafikte arabanın direksiyonunu yumruklamak; kısılıp kalmış minibüsün şoförüne öfkelenmek; yürümeyen trafiğe, yürüyen saate...
İşe, eve, sinemaya, panele, işe, randevuya, eve...
Boş ver...
Ada’da zaman ağır yürür. Hatta bazan yürümez.
Mutluluk da böyle bir şeydir zaten. Adaçayıdır, zargana çirozudur, zeytinyağı kokan zeyinyağıdır, anasondur...
Sen karşında uzanan Paşalimanı adasının, Koyun adasının, Avşa adasının, yeşil sermayenin tesettürlü adasına dönüşmüş Ekinlik’in ışıklarıyla oyalan. Avşa fenerine bak örneğin. Avşa feneri yedi çakar, yedi susar.
Sen de yedi çak, yedi sus...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"