Sizi bilmem ama şu “Balbay Günlükleri” diye anılan belge-haber üstüne tartışmaktan, konuşmaktan ben yavaş yavaş sıkılmaya başladım. Nihayet bir haberdi. İyi ve önemli bir haberdi. Yayınlandı, tartışıldı ve hem bireysel belleklerde, hem toplumsal bellekte yerini aldı. Kolay kolay da unutulmaz.
Tartışıldı, dedim. Ama tuhaf bir tercihle Mustafa Balbay tartışıldı.
Niye ?
Tutun ki o gazetecilik yaptı; tutun ki haber alabilmek için bir takım ilişkiler kurdu. Bunları sıcağı sıcağına not etti. Bilgisayarında sildiğini sandı. Ama bilgisayarda “sil” tuşuna basınca bilgilerin aygıtın belleğinden tamamen silinmediği gerçeğinden haberi yoktu. Şöyleydi, böyleydi...
Ama Balbay’a bakarken, onu tartışırken generalleri gözden kaçırıyoruz. Tıpkı ağaçlara bakmaktan ormanı gövremeyenler gibi...
O günlüklerde belgelenen, sergilenen ve bir gazetecinin meslek serüveninden çok daha önemli bir fotoğraf var: Bu fotoğraf aylardır darbe hazırlığı var mıydı, yok muydu sorusuna net bir cevap veriyor. Emekli Oramiral Özden Örnek’in Nokta Dergisinin günışığına çıkardığı “Darbe Günlükleri”yle birlikte ele alındığında 2002-2004 yıllarında dörtyıldızlı bazı generallerin darbe girişiminde bulundukları, yine bazı dört yıldızlı generallerin buna yanaşmaması, yeşil ışık yakmaması üzerine hedeflerine ulaşamadıkları neredeyse kanıtlanıyor.
“Neredeyse” dedim. Çünkü kanıtlanmanın bundan sonraki aşaması olsa olsa o generallerin “Evet ben darbe girişiminde bulundum ama başaramadım” diye itiraf etmeleridir. Ya da o sırada görevde olan öteki generallerin “Evet, bunlar darbe girişiminde bulundular ama ben katılmadım, hatta engelledim” diye tanıklık etmeleridir.
(Fıkrayı bilirsiniz: Adam karısının kendini aldatıp aldatmadığından emin olmak için bir dedektifle anlaşmış. Bir kaç gün sonra dedektif raporunu vermiş: “Senin hanımla bir adam buluştular. Elele tutuşup bir eve gittiler. Pencereden baktım kendilerine birer içki hazırladılar. Senin hanım soyunmaya başladı. Sütyenini çıkarırken adam perdeleri kapattı. Devamını göremedim”. Adam elini dizine vurmuş, “Hay Allah, desene yine tam emin olamayacağım...”)
Yazının buraya kadarı için özet: Balbay’a değil darbe girişimi içinde olan generallere bak !..
* * *
Günlükler sadece Tempo24’ün okur yorumları bölümlerinde, öteki gazetelerde değil, ev sohbetlerinde, meyhane muhabbetlerinde, kantin tartışmalarında da olanca hızıyla sürüp gitmekte.
İyidir. Futbol geyiği yapıp sade suya tirit laf ebelikleri ile vakit geçirileceğine ülkenin en temel sorunlarından birinin tartışılması iyidir; vatana millete yararlıdır.
Günlüklerde ortaya çıkan fotoğrafa itiraz edenlerin neredeyse tamamının ortaklaştığı noktalardan biri “Olmayan bir askeri darbeyi gündeme getireceğinize AKP eliyle sahneye konan sivil darbeye yoğunlaşsanıza” demekte.
Bir kere “olmayan bir askeri darbe” elbette tartışılabilir. Olan bir askeri darbeyi ise sıkıysa tartışın bakalım. Hani 12 Mart’ta, hele hele 12 Eylül’de tartışıldığı(!) gibi. Tabii tartışmaya bir engel yok. Eğer hayatta kalmışsanız tartışırsınız. Ama demir parmaklıkların ardında tartışırsınız...
Geçelim...
Bir başka itiraz da “Askerlerin darbe yapacağı masalları ile oyalanacağınıza AKP’nin çoktan giriştiği ve yol aldığı sivil darbeye baksanıza” demekte...
Böyle diyenlerin darbe girişimlerinden çıkar uman; darbe koşulları yaratmak üzere işe koşulan çeteci-mafyacı takımına yakın duran kötü niyetlilerinı ayırırsak, büyük çoğunluk iyi niyetli ve büyük ölçüde haklı. Siyasal islamın temsilcisi AKP, ilkesiz, bezirgan zihniyetli politikalarla ülkeyi bugünkünden çok daha geri konumlara sürükleyecek bir siyasal örgüt. Özellikle eğitimde kadrolaşmaya hız vererek ve bu kadroların yürüteceği ilkelliklerle ülkenin geleceğini karartacak adımlar attığı aşikar. Buna öfkelenmek, bundan ürkmek sağ (aslında sol) duyulu yurttaşların hakkı.
Yani bu duyarlığı anlamak zor değil. Ama AKP’yi iktidardan uzaklaştırmak için bir askeri darbeye fit olmak, “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin” kolaycılığına ve ilkesizliğine kapılmayı anlamak da zor. Hatta imkansız.
12 Eylül karkabasanını yaşamış bir ülkenin çocukları, yurttaşlarıyız. Siyasal islamın tırmanışını önleyecek güç olarak generallerin işbaşına geçeceği bir düzene razı olanlar, 12 Eylül’de izlenen resmi politikanın “Türk-İslam sentezi” denen ideolojik çizgi olduğunu niye unuturlar ki ? En çok imam hatip lisesi açılan dönemin 12 Eylül dönemi olduğunu niye unuturlar ki ? Cuntabaşı Evren’in meydanlarda kuran ayetlerinden alıntılar yaparak 12 Eylül’e halk desteği sağlamaya çalıştığını niye unuturlar ki ? Darbe haberini ABD Başkanına bildiren ABD’li üst düzey gizli servis elemanının “Bizim oğlanlar işi bitirdi” müjdesinde somutlanan dönemin darbecilerinin emperyalist merkezle utanç verici bağları ve emperyalist merkeze bağımlılıkları niye gözardı edilir ki ? 12 Eylül’ün bu ülkeyi eğitimiyle, üniversitesiyle, medyasıyla, kültürüyle bir çöle çevirdiği; ekonomide “Altta kalanın canı çıksın”dan başka anlamı olmayan bir çizgiyi devlet politikası olarak benimsendiği niye unutulur ki ?
AKP iktidarı ile bir askeri diktatörlük arasında niye seçim yapmak zorunda kalalım ki ?
“Ne takunya, ne postal” demek çok mu zor?