Tayyip Erdoğan Kürt sorununun özünde çözüldüğünü söylüyor.
Söylüyor ama sanırım buna kendi de inanmıyor. Bence Başbakan sadece şansını deniyor. Kürt siyasi hareketini din silahına sarılarak yani kullanarak altetmek hesabında. “Kürt siyasi hareketi” derken PKK, BDP, KCK, DTK ve daha bir dizi örgüt ve örgütlenme modellerinin tümünü anlıyorum. Tayyip Erdoğan, “Kürt açılımı” dediği ve TRT Şeş dışında ciddiye alınacak bir “açılım” gerçekleştirmeyen manevralarla Kürt kitlesini kazanabileceğini, Kürt siyasi hareketinin Kürt kitleleri üstündeki tartışılmaz ağırlığını kırabileceğini hesaplamıştı.
2009 Yerel seçimlerinde bu yanlış hesap Güneydoğu’daki Kürt kentlerinden döndü.
12 Haziran seçimleri için Tayyip Erdoğan başka bir manevraya yöneldi: Kürt seçmeninin etnik kimliğine değil, dinsel kimliğine seslenmek!
Bu hesap tutar mı?
O bölgeyi iyi kötü bilen biri olarak bana tutmaz gibi geliyor. Ama falcılık yapmayalım. Şunun şurasında dokuz gün kaldı. Göreceğiz.
AKP’nin bu yönelimlerine Kürt siyasi hareketinin verdiği cevaba, onun yönelimlerine gelince...
Bazı ipuçlarından yola çıkarak bir çözümleme (=analiz) yapabiliriz. Yanılgı payı pek de az olmayan bir analiz...
* * *
Şerafettin Elçi, Altan Tan gibi ünlü ama PKK-BDP çizgisinin her zaman dışında kalmış Kürt politikacıları bu kez kucaklamak ve seçilebilir sıralardan “bağımsız aday” listelerine koymak önemli bir ipucu. Özellikle Şerafetten Elçi’nin Türkiye’de baştan beri başını çektiği siyasal çizgi ile BDP’nin ve özellikle Öcalan’ın dillendirdiği hedefler arasında küçümsenmeyecek bir fark var. Elçi oldum bittim federal bir Kürt devleti oluşumunu savundu. Bunu tutarlı ve cesurca savundu. Ama PKK-BDP çizgisinden farkını da vurgulayarak savundu.
Peki BDP – Şerafettin Elçi(giller) kucaklaşması nasıl yürüyecek?
* * *
Devam edelim...
Türkiye’de Kürt siyasal hareketi ağırlıklı olarak “Anayasal yurttaşlık, anadilde eğitim (öğretim değil eğitim), yerel yönetimlerin Ankara vesayetinden kurtulacağı bir özerkleşme modeli”ne vurgu yapıyor; taleplerini bu eksen üstünde temellendiriyor. Ancak Türkiye’de –mesela- Barzani çizgisinden etkilenen bir Kürt kesimi de var. Yukarıda sıraladığım talepler uygulamaya konulsa bu o kesimi keser mi? Sanmıyorum...
Devam edelim...
Diyanet'in atadığı şafii imamının ardında saf tutmayı reddedip kendi seçtikleri şafii imamın ardında cuma namazına durulması Kürt siyasal hareketinin “özgürlük mücadelesinin” bir gereği ve halkası mıdır; yoksa ona daha farklı anlamlar da yüklemeli miyiz?
Devam edelim...
Kandil’deki önder Karayılan’ın Kuzey Irak’taki (Yani Güney Kürdistan’daki) Selahattin kentinde Nakşibendi tekkesinde güçlü dini lider Şebendi ile görüşmesi...
Keza Kürt siyasal hareketi içinde Şeyh Said vurgusunun son dönemlerde belirgin bir ağırlık taşımaya başlaması sadece seçim öncesi Kürt oylarının tümünü alabilmek için yeğlenen politik ve gelip geçici (konjonktürel) manevralar mı ?
* * *
Dört ülkeye (Türkiye, Irak, Suriye, İran) dağılmış (aslında dağıtılmış) Kürt halkı içinde bir ulus-devlet inşaını hedefleyen bir siyasal damar her zaman vardı ve var ve güçlü.
Kanımca bir ulus-devletin ister istemez milliyetçi bir ideoloji ile zırhlanması gerekir. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bir Kürt ulus-devleti inşa etmek hedefi de ister istemez bu zırhı, Kürt milliyetçiliği zırhını kuşanmak zorundadır.
İmralı’da geliştirdiği “Demokratik konfederasyon”, “Devlet olmayan devlet” gibi tezlerinde Öcalan, milliyetçi bir savrulmadan bugüne dek büyük ölçüde uzak durdu. Son dönemde bu tezlerini sıkça yinelemiyor olsa da onun bu tezlerini değiştirdiğine ilişkin bir belirti de yok.
Peki Öcalan’a rağmen ve AKP’nin de artık aynı safta durduğunu gözlediğimiz Türk ulus-devleti’nin bugüne dek sürdürdüğü politikayı terk etmemesi halinde Türkiye’deki Kürt siyasal hareketi bir ulus-devlet inşaı gibi kaçınılmaz olarak milliyetçilikte demir atacak bir yönelime girer mi?
Yukarıdaki paragraflarda işaret ettiğim ipuçları’nın böyle bir yargıyı ileri sürmek için yetersiz ve cılız olduklarının farkındayım.
Ancak halkların esenliğine giden yolun var olan ulus devletleri olabildiğince güçlendirmek, yeni ulus-devletler inşa etmek gibi bir yörüngede değil, ulus-devletleri etkisizleştirecek, yani milliyetçiliği ait olduğu çağa (19. yüzyıl ve 20. yüzyıl) gömecek ulusötesi birlikler inşa edecek bir yörüngeden geçeceğine inanırım.
Uluslararası finans sermayesinin ulusal sınırları darmadağın ettiği, ülkelerle dilediği gibi oynayabildiği küreselleşme çağında bu saldırıların ancak ve ancak ulusötesi birliklerde kenetlenerek göğüslenebileceğine inanırım.
Avrupa Birliği (AB) beni bu yüzden ve sadece bu yüzden ilgilendiriyordu ve ilgilendiriyor.
O yüzden Türkiye’nin (ve bölgemizdeki öteki halkların) Avrupa Birliği’yle yetinmeyip, bir Kafkas Birliği (KB), bir Ortadoğu Birliği (OB), bir Balkan Bieliği (BB), bir Karadeniz Birliği (KB), bir Doğu Akdeniz Birliği (DAB), bir Mezopotomya Birliği (MP) inşaına giden bir yörüngede yol almalarını savunurum. Hem de edilgen bir katılımcılıkla yetinmeyip, etkin bir kuruculuk için kolların sıvanmasını...
Kürt siyasal hareketinin de böyle bir yörüngede ilerlemesini umut etmek istedim. O yüzden bu erken yazıyı yazdım...