Halk oylamasının sonucu artık belli. Yurttaşların yüzde 58’i anayasa değişikliklerini onayladı.
Haftalardır, hatta aylardır sürüp giden “evet – hayır – boykot” itiş kakışı bitti. Bu kadar itiş kakışa gerek olmadığını yazdım; bugün de öyle düşünüyorum. Demokrasimiz şaha kalkmadı; sivil darbe filan da olmadı. Ama 12 Eylül Anayasasının bağrında bir kaç ciddi centik açıldı. Hepsi bu. Yani abartmayalım.
Nitekim bu güneşin de pek umurunda olmamış. Kimi bölgelerde bulutların ardına saklandı ama yine de güneş doğdu ve hayrettir yine doğudan yükseldi. Akşama da batıdan batacak...
Referandum sürecinde karşılıklı küfürleşmeler, solculuk sınavına çekilmişlikler, eski dostlar arasında –belki de - birbirinin yüzüne bakamayacak hale gelmişlikler, boyalı sular, menemen yapılıp afiyetle yenileceğine farklı düşünenlere fırlatılan yumurtalar da yapanların, yazanların, atanların hesabına yazıldı...
İletişim çağının keyfini de yaşadık; sabahlara kadar beklemeden, hatta Dünya Basketbol Şampiyonası’nın finalini bile kaçırmadan referandumun sonuçlarını aldık. Ardından da bütün TV kanallarında “Olup biteni, referandumda oyların dağılımının anlamını sizler kavrayamazsınız; bunu size biz anlatalım” diyen “ekran uleması” kolları – yani çeneleri- sıvadı. Ben de zaten o zaman televizyon aygıtını kapatıp yazıya oturdum.
Şimdi sıcağı sıcağına kendimce vardığım bazı sonuçları sizlerle paylaşayım:
Bir: Toplumda az ya da çok, derin ya da yüzeysel bir “anayasa sorunu” tartışıldı. Bu bir sonraki adımı belirleyecek ve sorunu AKP’nin tekeline terketmeyi önleyecek kadar önemli ve değerli bir sonuçtur. Türkiye orasını burasını tamir ettiği, son referandum ile okkalı bir yamalama operasyonu uyguladığı 12 Eylül Anayasası’ını tümüyle çöpe atıp eşitlikçi, özgürlükçü, sahiden demokrat bir yeni anayasa için bir fırsat yakaladı. Bu son cümledeki “fırsat yakaladı” yerine “ödeviyle karşı karşıya” da yazabilirsiniz...
İki: BDP... Hayır düzeltiyorum: PKK gücünü kanıtladı. Bunun benim açımdan önemi ve anlamı şu: AKP elebaşıları, PKK’yı yok sayarak, BDP’yi devre dışı bırakarak “Kürt açılımı” adını verdiği siyasal manevrayla Kürt oylarını bir kaç göstermelik jest karşılığı kendine aktarma hesabının tutmadığını görmek zorundalar. Kürt bölgelerindeki referanduma katılım oranı boykot önerisinin tuttuğu, bir başka deyişle BDP-PKK siyasal gücünün seçmen tabanına açık seçik hakim olduğunu gösteriyor. Kürt sorununa çözüm bulacağı iddiasıyla karşımıza çıkan siyaset erbabı bu gerçeği yok sayarak öneri üretmeye kalkarsa onlara şimdiden “Havanda su dövüyorsunuz” deme hakkımız doğar...
Üç: Referandumun sonuçları değil, ama referanduma giden süreç, soldaki yarılmayı iyiden iyiye su yüzüne çıkardı ve bunun ideolojik temellere dayanan, solun tanımlanmasındaki neredeyse uzlaşmaz ölçüde çelişik yaklaşımlara yaslandığını ortaya koydu. Bu da acılı ama sağlıklı bir sürecin başlangıcına işaret ediyor.
Ve dört: Referandum sonucunun tamamen kişisel bir sonucu da var. 1963 yerel seçimlerinden bu yana hapislik ya da siyasal göçmenlik dönemleri hariç sandık başına gittim; oy kullandım. İlk oyumu TİP’e verdim. O gün bugün de sosyalist olduğuna inandığım, güvendiğim partiler dışında hiç bir siyasi harekete oy vermedim. Ama bu kez siyasi partilerden birine değil; evet-hayır seçeneklerinden birine oy verecektim. Verdim ve seçmenlik yaşamımda ilk kez oy verdiğim taraf kazandı. Meğer kazanmak keyifliymiş; bunu ilk kez tattım...