15 Nisan 2025

Llosa aşk adına Marquez’i yumruklamıştı

Mario Vargas’ın ölüm haberini duyunca ister istemez o günlere gittim, o ne tapınmaydı öyle… Mario Varsas Llosa, dünya çapında milyonlarca okuru büyüledi

Washington’dayım, sabahın körü, NY uçağı akşama, resmen rahmetli Turan Yavuz’un başına kalmış durumdayım, “Kız arkadaşım çok kıskanç, bütün günü seninle geçiremem, eve gitmem lazım” diyor, “Yok, o da gelsin, birlikte gezelim. Ben tek kalamam, yol, iz bulamam” diye pişkinliğe veriyorum. O da baktı çıkar yol yok; görgümü, bilgimi artırayım, vakit geçireyim diye beni Washington Post’a götürdü.

Ben o sıralarda Milliyet’in sanat servisinde tek başına çalışıyorum, sene 1984. Turan beni Kültür servisine götürdü, servis bölümlere ayrılmış, herkesin konusu ayrı, edebiyatın ise üst grupları bile var ve kıtalara ayrılmış, muhabir değil, eleştirmen gibiler. Birinin anlattığı şeyi hayatım boyunca unutmadım. Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” romanını konuşmak için iki muhabir evine gidiyorlar. Muhabirlerden genç olanı ve biraz geride duranı “Araya girdim ama bir şey sormadan edemeyeceğim, kitabı okurken kulaklarımda hep Bela Bartok ezgileri vardı” diyor. Gabo şaşırarak önce karısına sonra muhabire bakıyor: “Nasıl olur, yazarken hep Bela Bartok dinledim” diyor…

Arkadaşlarının bu anısını onlar öylece anlattı, ben ise un ufak oldum, edebi bir metinden müzik notaları çıkarabilmek, bir kıtanın edebiyatına vakıf olabilmek, edebiyata vakıf olabilmek...

Mario Vargas Llosa ise büyük kahramanlarıydı ve kavga dedikodusunu ilk orada duydum.

Sonra “Sen ne yapıyorsun? Dediler, ben de ezik ezik “Opera, bale, tiyatro, sinema, edebiyat, müzik, festivaller, resim; yetişebildiğim kadar tüm haberlere koşuyorum” dedim. Şaka yapıyorum zannettiler, gülüştük…

Mario Vargas’ın ölüm haberini duyunca ister istemez o günlere gittim, o ne tapınmaydı öyle…

Mario Varsas Llosa, dünya çapında milyonlarca okuru büyüledi. İlk romanı “Şehir ve Köpekler” 1963’te yayınlanmıştı. Yazarın gençliğinde Lima’da bir askeri akademiye gitmiş olmasıyla ilgiliydi. Bu kitap onu Latin Amerika anlatıcıları arasında kutsallaştıracak ama aynı zamanda sansürün pençesine düşürecekti. Perulu askeri hiyerarşi, Llosa’yı ulusal ordunun değerini itibarsızlaştırmak istemekle suçladı ve kitabı alenen yaktılar.

Yazar, “Bu dünyada şiddet bir tür ölümcül kazadır. Benimki gibi az gelişmiş bir ülkede şiddet dışsaldır, epidermaldir, bireysel yaşamın her anında mevcuttur, tüm insan ilişkilerinin köküdür” demekle yetindi.

1966’da “Yeşil Ev” yayınlandı, filmi de çekildi; içinde büyüdüğü dini topluluktan kaçarak fahişeliğe başlayan bir kızın 40 yıllık öyküsünü anlatıyordu.

Yazarın çoğu bizde de yayımlanan birçok romanından sonra belki de en sevilen ve bilinen romanlarından biri olan “Hınzır Kız” yayımlandı, yazarın büyük aşkıydı konusu.

Politik bir yazar olan Llosa’nın son kitabı “Sessizliğimi Sana Adadım”, Peru müziğinin büyük uzmanı Tono Azpicueta’nın hikâyesini anlatır. “Rüzgâr” ise evini aramak için Madrid’de dolaşan yaşlı bir adamın hikâyesidir. Rüzgâr, yabancılaşma duygusu, modası geçmiş atılacak fikirlerin sembolü, uçup gitsindir…

Oysa geçmiş kıymetlidir, bugünü değerlendirmemizi ve geleceği değiştirmemizi sağlayan bir araçtır, M. V. L.’sanın isyanı muhtemelen bunaydı.

Gabo ile birlikte ‘sol’a da küstü

Edebiyat olur da aşk, öfke olmaz mı… Ama bu sefer işin içine yumruk da girmişti. (Bizim iki edebiyatçımız da Paris’te kadın meselesi yüzünden kavga edip, yerlerde sürünmüşlerdi.) 1976’da edebiyatın iki devi, Meksika’da Güzel Sanatlar Sarayı’nda karşı karşıya geldiler.

Büyülü gerçekliğin altın yıllarıydı ve titanlar çarpıştı. 10 yıldır tüm zamanların en ünlü Perulu yazarı, Fidel Castro ile dostluğu, gazeteciliği ve Latin Amerika’yı dünya listelerinde birlikte yücelttiği yakın arkadaşı Gabriel Garcia Marquez’in suratında sert bir yumruk attı ve “Bu Patricia’ya Barcelona’da yaptığın şey için” deyip gitti.

Llosa’ın sağ kroşesi o kadar şiddetlidir ki Marquez yere düşer, omuzu ve yüzü yaralanır. Zar zor ayağa kalkıp en yakındaki restorana gider, soğuk bir biftek alıp bastırır ve yüzüne yerleştirdiği gülümseme ile çekip gider.

Tabii ertesi gün tüm gazeteler olayı çarşaf çarşaf yazar.

Mario ve Gabo bir daha asla konuşmadılar. Kavgalarına dair çok şey yazıldı, söylendi.

Gabo’nun Barcelona’da “Bir şeyler yapmak istediği” Patricia, Llosa’nın ikinci karısı ve üç çocuğunun annesiydi. (İlki kendisinden 10 yaş büyük Julia Urquidi’ydi). Nobelli yazar ile Patricia 50 yıllık evlilikten sonra 2015 yılında yazarın Julio İglesias’ın eski sevgilisi İsabel Preysler’e aşık olması ile ayrıldılar.

Aşk fırtınası işte, pembe dizi tadında.

Patricia ve Gabo’ya gelirsek, bir şey yaşadılar mı hiç bilinmedi, zira 1970’lerde iki aile çok yakın görüşüyordu. Perulu yazar bu konuya hiç cevap vermedi sorulara. “Bu tarihçilerin meselesidir” diye kestirip attı.

O yumruk ve hayal kırıklığı ideallerinin de sonunu getirdi, iki edebiyat devi siyasi açıdan da birbirlerinden uzaklaştılar. M.V.L’sa Küba ilgisini bırakıp muhafazakârlaştı, Gabo ölümüne kadar Fidel’in arkadaşı olarak kaldı. Geriye bir konu bıraktılar, tarihçiler mi ilgilenmeli yoksa bu yeni bir romanın mı konusu olmalı?

Yazarın Diğer Yazıları

Gerçek kurguyu aştı!

Adil, barışçıl, ayrımcısız bir dünya için elimizi taşın altına koymaktan korkmamak, zira bunlar dünya boyutundaki son repliklerimiz olabilir

Dünyaya gelmiş olmakla var olunmuyor

Ölümden hayata, hayattan ölüme mekik dokurken varoluşun yüklediği vazifeyi anlamak gerekmez mi?

12 Mart, 12 Eylül, 15 Temmuz, 19 Mart…

“12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 15 Temmuz’da susan halk bu sefer balkonda tencere tava çalmak ile yetinmedi milyonlar sokakta, kadınlar her yerde, gerçekten İYİYİZ!"

"
"