1961'de de her şey bir yalanla başlamıştı. Doğu Almanya'nın sınırı boyunca dev bir duvar örülüp sürgünlerin kaçmasının önleneceği söylentisi yayılmaya başladığında Walter Ulbricht öfkeyle "Kimse duvar inşa etmeyecek!" demişti.
Altmış yıl önce bir Ağustos ayında Almanya'yı ikiye bölen duvarın inşası yüzyılın en büyük yalanlarından biri olan bu söylenti ile işte böyle başlamış ve 30 yıl sürecek bir ölüm şeridi ile ayrılmıştı. 1989 baharına gelindiğinde Doğu Almanya Devlet Başkanı Erich Honecker'in duvarın yıkılacağına dair yayılan söylenti için "Duvar 100 yıl sonra yine orada olacak!" demesi ise bir işe yaramamıştı.
Yaz bitip sonbahar geldiğinde 9 Kasım'da Duvar, "Barışçıl Devrim"in darbeleri altında yerle bir olmuştu. Bir süre sonra da Doğu Almanya olayı patlamıştı.
Bilinen o ki, Angela Merkel'in siyasi belleği 1961'e kadar uzanıyor. Müstakbel Başbakan 7 yaşına bastığında sur inşa edilmiş, annesi Herlind bütün gün ağlamıştı. Herlind, Hamburg doğumluydu ve kocasının peşinden Doğu Almanya'ya taşınmıştı.
Merkel büyüme sürecinde rejime açık savaş açmamış, bazı muhalif gruplarla iletişime geçmekle yetinmişti. Brandeburg'da büyüyen genç kız, hayatı boyunca ne zaman sınırlamalardan ve bariyerlerden bahsedilse, hayatının ilk 35 yılında ona işkence eden o yaranın sızısı ile mültecilerin hak ve özgürlüklerini savunacaktı. Bu onun politik tavrının bel kemiği olacaktı.
Aşkların, kaçışların, ölümlerin simgesi duvar
Almanya'yı bölen duvar, sayısız romana, filme konu olurken trajik ölümlere ve muhteşem kaçışlara da sahne oldu. Doğu Almanları kilitli tutmakla yükümlü Stasi işini son derece "Uyanık" yürütüyordu. 1961 yazında duvara yakın yaşayan ve rejime pek sadık olmayan aileler tehcir edildi. Buna "Parazit Operasyonu" adı verildi.
Resmi olarak duvar "Anti-faşist engel" olarak tanımlanmıştı. Kapitalizme, emperyalizme karşı dikilmişti. O kadar ki, Berlin'e gitmek istediğinizde uçak değiştiriyor ve Doğu Almanya'nın üzerinden ancak bir başka ülkenin uçağı ile geçiyordunuz. Yani, gökyüzü bile faşizme geçit vermiyordu.
750. yıl kutlamaları çerçevesinde Charlottenburg Sarayı'nda dönemin Cumhurbaşkanı Weizsäcker çok kalabalık bir davet vermişti. O zamanlar, Cumhuriyet'in Yazı İşleri Müdürü olan Okay Gönensin ile Frankfurt'ta uçak değiştirip Pan American ile gitmiştik Berlin'e. Pan American batmak üzereydi ve anı olsun diye küçük bir bardak aşırmıştım.
1945 yılında Nazi rejiminin 16 milyon eski tabasının bir gecede Hitler'e karşı Kızıl Ordu'nun yanında savaşın galibi olmaları ile başlayan Doğu-Batı dramı 30 yıl boyunca kendi kahramanlarını da yaratmıştı doğal olarak. Bernauer Straße'nin altında tünel kazmaya başlayan Joachim Rudolph gibi...
Joachim, 29 numaralı tüneli kazıp gün ışığına çıktıktan sonra gözlerini kamaştıran bir kadın ile tanışmış ve evlenmişlerdi ama hikâyeler hep böyle mutlu sonla bitmiyordu. 1961 ile 1989 arasında kaçmaya çalışan 240 kişi hayatını kaybetti. Son kurban Chris Gueffroy'du. 5 Şubat'ı 6 Şubat'a bağlayan gece arkadaşı ile kaçmaya çalışırken askerin kalbine ateş etmesi ile 21 yaşındayken hayatını kaybetmişti.
Duvar yıkıldıktan sonra da varlığını hissettirdi. Ekonomik olarak, kimliksel olarak, sanatsal olarak, birçok filme, diziye, romana konu oldu. Olmaya da devam ediyor. Daha bu hafta izlediğim The Defeated (Netflix) taş gibi yüreğime oturdu. Sisli ve puslu bir havada sabaha karşı casus değiş tokuşu atmosferinin vazgeçilmezi Checkpoint Charlie'yi (Homeland'de Cia'in Berlin İstasyonu bölümü de pek etkileyiciydi) ne kadar çok filmde izlediğimizi hatırlamamız mümkün değil.
"Rita'nın Kimlikleri", "Berlin Üzerinde Gökyüzü", "Ahtapot", "Utanç Duvarında Casusluk", "Asla Gözlerini Kaçırma" ve o sürecin tanığı olan çoğumuzu derinden etkileyen "Elveda Lenin"...
Bu filmin görsel hafızamızda yer etmesi belki de eleştiriye tenezzül etmemesiydi, kolaya kaçmamıştı:
1989 sonbaharı, Berlin Duvarı yıkılıyor. Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nin sonu geliyor... Doğu Berlinli genç Alex'in annesi komadadır ve yaşanan değişimden haberi yoktur. Komadan gözlerini açtığında ise dünya değişmiştir. Bir zamanların ateşli sosyalisti Christiane uzun zamandır yataktadır ve asla heyecanlanmaması gerekmektedir. Doktoru en küçük bir şokta annesinin öleceğini söyleyince Alex, annesini Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nin varlığının devam ettiğine inandırmak için düzmece bir dünya kurar... Artık dükkanlarda satılmayan Spreewald turşusu da bulur, arkadaşları ile sahte haberlerle dolu bülten de hazırlar...
Wolfgang Becker'in Doğu Almanlarla asla dalga geçmeyen, saygıda kusur etmeyen, sevgi üzerine kurulu bu filmi de Berlin'de Ağustos ayı boyunca duvarın inşasının yıl dönümü vesilesi ile Alman yayın organlarında bolca anıldı.
Berlin Duvarı deyince biz Türklerin yüzünde yayılan tebessüm ise kuşkusuz Yozgatlı göçmen Osman Kalın'ın sayesinde. 1982 yılında duvarın Doğu Berlin tarafındaki çoraklığa üzülen Osman Amca, burada kendisine bir bahçe kurdu. Tüm yetkililere direnerek bahçesini yıktırmadı. Sonra, işi ilerletip tek katlı bir gecekondu kondurdu. Üstüne, ikinci katı da çıktı. Osman Kalın 2018'de hayatını kaybederken evini ailesine emanet etti.
Bugün Osman Kalın'ın evi okul müfredatında yer alıyor. Torunu Funda Kalın "Henüz 17 yaşındayken sanat dersinde öğretmenim ünlü tarihi binaları gösterip hikâyelerini anlatıyordu. Dedemin ağaç evi de bunlardan biriydi." diyor.
Duvarın bu kadar gündem olmasına bir vesile de yükselen yeni duvarlar. Göçmen akınları ile birlikte sınır duvarlarının da sayısı artıyor. 156 km'lik Berlin Duvarı zamanında utanç abidesi sayılırken Avrupa'da 1000 km'lik duvar örüldü. Son yıllarda dünyada yükselen duvar sayısı 90. Afgan göçünün ardından Türkiye de İran sınırının tamamına duvar örmeye başladı. Sınır 241 kilometre, yani bu uzunlukta bir duvarımız olacak bizim de.
Duvarlar yükselirken Christa Wolf 'un romanında Rita'ya dediğine sığınmaktan başka çaremiz kalmıyor: "Gökyüzünü bölemezler!"
Vicdan sınavında son perde
Glasgow'daki BM İklim Konferansına az süre kaldığından mı yoksa iklim varoluşsal krizimizin hiç olmadığı kadar gündeminde olduğundan mı bilmiyorum ama raporlar yağmaya başladı.
Unicef bir rapor yayınlayarak Dünya'da yaklaşık bir milyar gencin yarısının "Yüksek riskli" ülkelerde yaşadığını açıkladı. Yaklaşık 850 milyon çocuktan her biri çok yakın bir gelecekte iklim şiddetine maruz kalacak. Orta Afrika, Çad, Nijerya ve birçok ülkenin çocukları yüksek risk altındalar. Oysaki, bu ülkeler küresel karbondioksit emisyonunun sadece yüzde 9'unu salıyorlar.
Çin, ABD, Rusya, Japonya en fazla emisyon salan ülkeler olarak küresel emisyonun yüzde 70'ini oluşturuyorlar ama en az risk grubu ülkeler bunlar. Bu grupta olup da risk altında olan tek ülke Hindistan.
Hal böyleyken risk grubu ülkelerden çıkan ses çok cılız. Bu gençlerden çok azı iklim aktivisti oluyor. Bangladeş'ten Tahsin Uddin bunlardan biri. Plastik atıkların tıkadığı su yollarını temizlemek için kampanyalar düzenliyor. Zimbabve'de 18 yaşındaki Naomi Nyathi, artan gıda krizi ve sıcaklığa dikkat çekmek için uğraşıyor.
...Ve geçtiğimiz hafta BM, önemli bilim adamlarının imzası ile yayınladığı raporda insanlığın gezegene verdiği zarar için "Kırmızı Alarm" verdi.
Umut yok mu? Azıcık var. Örneğin, Sibel Asna'nın lavanta çiftliğinde verdiği davette uluslararası kampanyaların Türkiye ayağını düzenleyen genç bir kızımızdan birçok annenin yeni "Proje Çocuk"unun "İklim Aktivisti" olduğunu öğrendim. Sebebi malum tabii. Greta'nın yarattığı şöhret dalgası. Sınıf arkadaşları derslerini çalışırken o dünyayı geziyor, Başbakanları azarlıyor... Yine de, Türk annelerinin proje kapsamına girmesi "Yükselen değer" olarak cılız da olsa bir ışık yakıyor.
Peki, ışık gerçekten karanlığın üzerine ne zaman doğar? Ne zaman ışık savaşçısı olabiliriz?
Kolektif yalandan, gerçek kimliğimiz ile yüzleşmemizin arasına giren her türlü dolandan kurtulduğumuzda muhtemelen...