Küçük bir gazeteci grubu olarak Polonya’nın resmi daveti ile Varşova’ya gitmiştik. Gitmiştik gitmesine de havaalanında bekletiliyorduk, anlamadığımız bir sebepten. Gelenek olduğu üzere söylenmeye başladık, hem çağırıyorlar hem bekletiyorlar falan diye. Nice sonra bize tahsis edilen ressam rehberimiz geldi ve “Papa Wojtyla, seçildiğinden beri ilk defa ülkesine geldi dün, bugün de dört Türk geliyor ardından, dikkat çekti, o yüzden bekletildiniz, malum” dedi.
Malum olan Karol Wojtyla’nın bir Türk, Mehmet Ali Ağca tarafından vurulmasıydı. Papa büyüklük yapmış iyileştikten sonra onu hapishanede ziyaret etmiş, adet olduğu üzere ayağını da yıkamıştı ama devlet affedici değildi.
Sabah uyandığımızda otelin önünde acayip bir kalabalık gördük, polisler, atlı polisler, her an artan bir kalabalık, merakla aşağıya koştuk Papa’nın geçeceğini öğrendik, rehberimiz “Türk olduğunuzu söylemeseniz iyi olur, bir fanatiğe denk gelmenizi istemem” dedi. Neyse bizde hizalandık bekliyoruz, yanı başımdaki kadın İspanyol olduğunu ve Papa’nın geleceğini öğrendiğinden beri bir aydır bu otelde kaldığını anlattı. “Biz dün akşam geldik, bilmiyorduk” dedim ve “nerelisin” sorusuna doğru cevap verdim. Kadının sesindeki şaşkınlığı hâlâ unutmam, “Kısmetin kimin ayağına geleceği bilinmez, bu şansı hak etmişsiniz demek ki” dedi.
Çok geçmedi cam bir fanus içinde (vurulmasın diye kurşun geçirmez) Papa arz-ı endam etti, halk yıkılıyor, ağlayanlar, bağıranlar… Papa Latince dualar etti ve anlayabildiğim kadarı ile hiçbiri Hristiyanlığa gönderme değildi, tümü insanlığa dairdi ve sesinde inanılmaz bir huzur frekansı vardı. Gözlerim yaşardı, ayrımcılık yapmamasına...
Papalığın gündemime takılması böyle oldu. Bir önceki faşistti, birçok tepkiyi çekti ve teamüllerin aksine istifa ederek gitti. Sonra yüreklerde, hafızalarda sevgi ile anılacak olan Papa Francesco geldi.
Yoksulluk, mültecilik, ayrımcılık, şeffaflık üzerine kurdu söylemlerini, yaptırımlarını. Moğolistan’a gitti mesela diğer devlet başkanlarının aksine. Naaşını da o yüzden Santa Maria Maggiore’de bir grup ihtiyaç sahibi yoksul karşıladı.
Sağcılar için nefret öznesi oldu Bergoglio, şimdiki hükümet için de öyle, papalık hazmedilemez bir yük oldu: “Göçmenleri dışlamak iğrençliktir, günahtır, suçtur. İncil’i kendisi için yararlı olmayanı dışlayarak cop gibi kullanmak affedilemezdir” dedi. Devleti dini kullanmakla suçladı açık açık.
İtalyan hükümetinin “Tanrı, Ülke, Aile” sloganındaki dinin devletin dini olduğunu, gerçek din ile alakası olmadığını söylüyordu İsa’nın yeryüzündeki vekili. Bunu çevrecilik yaklaşımları ile de defalarca dile getirdi, dünyanın limon gibi sıkılacak, tüketilecek bir yer değil niye geldiğimizi öğrenmemiz gereken bir yer olduğunu yineleyerek.
O yüzden Bergoglio’nun ölümü dini merkezine alan sağ partilerden çok ateistleri üzdü. Ayrımın din-dinsizlik, dinin resmi kurumları falan değil dünyaya, insana nasıl baktığımız olduğunu, asıl olanın düşünce ve hayatımız olduğunu anlatmaya çalıştığı için.
Resmi kurumlara tepkisini Vatikan’da gömülmek istemeyerek de gösterdi Mario Bergoglio, sık sık gittiği, anne huzuru bulduğu kiliseyi seçti şu not ile: “Ölümlü bedenimin diriliş gününü bekleyerek dinlenmesini ve dünyevi yolculuğumun her yolculuktan önce ve sonra gittiğim bu kadim Meryem tapınağında son bulmasını, niyetlerimi tertemiz Anne’ye güvenle emanet etmeyi ve uysal, anaç bakımı için ona teşekkür etmeyi diliyorum.”
Yani Papa 120 yıldır devam eden bir geleneği bozdu, kalabalığın durup dua ettiği biraz turistik bir mekânı değil, huzuru seçti yeniden dirilişe kadar dinlenmek için.
HUZUR bu dünyada kolay bulunabilen bir şey değil, burası insan eliyle cehenneme çevrilmiş bir gezegen. O da muhtemelen bundan nasibini almıştı. İtalyan göçmeni bir aileden Buenos Aires’te doğmuş, küçük yaşta âşık olduğu kızdan karşılık görmemiş, genç yaşta bir akciğerini kaybetmiş, buna rağmen hayatta tutunmuş, kimya okumuş ama Cizvit olmaya karar vermişti.
Kısa sürede burjuva karşıtı söylemleri ile dikkat çeken Jorge Mario Bergoglio 1973’te Arjantin Cizvitlerinin başına geçti ve kirli savaşta önemli bir figür oldu.
Ne var ki birçok kişiyi gizlice kaçırmasına rağmen ondan bekleneni yerine getirmemekle suçlandı. Bu suçlamalar Papa olduğunda da peşini bırakmadı.
Tam 12 yıl önce seçildiğinde, Buenos Aires’te militan bir insan hakları aktivisti kadın ile yapılan söyleşiyi dinlemiştim, “Çok yakın arkadaşımdı beklediğimiz fedakarlığı göstermedi” demişti.
Huzur, bu dünyada en zor bulunan şey papa bile olsan.
Sallandık, keşke son kullanma tarihi geçmiş düşüncelerimiz de sallansa
Papa’dan, bulunmayan HUZUR’dan girdik bize hiç HUZUR vermeyen, Cumhuriyet tarihi boyunca şehir planlaması yapmayarak ihanet edilmiş bu topraklardan çıkalım. Malum deprem öldürmez bina öldürür.
Sallandık, ayağımızı bastığımız yerin kayması kadar düşündürücü bir şey var mı? Buna coğrafya deyip geçebilirsiniz o zaman bile bu coğrafyanın nasıl işlediğini düşünmek zorundayız.
Dünya zannedildiği gibi bir ALIŞVERİŞ MERKEZİ değil. Dünyaya gelmiş olmak ile var olunmuyor.
Ölümden hayata, hayattan ölüme mekik dokurken varoluşun yüklediği vazifeyi anlamak gerekmez mi? Emanet aldığımız bu bedende gezegenin hayırlı bir evladı olabildik mi mesela?
O okul bu okul diye koşarken dünyanın da bir okul olduğunu, eğitimin şart olduğunu, okulun kapanmak üzere olduğunu, geldiğimiz sınıftan üst sınıflara geçmek ile mezun olmak ile yükümlü olduğumuzu düşünüyor muyuz? İnsanlık türü olarak pek düşünmedik, zira belge almak üzereyiz.
Kâinatta küçücük bir gezegeniz ama insanlık arşivi burada. Bu acılarla ve suçlarla yüklü bir arşiv.
Dünya gezegenindeki sınav bireysel olarak da toplumsal olarak da veriliyor, sınıfı geçemedikçe uyandırılmak için yeni bir program açılıyor, daha zor bir program. İnsanlıktan beklenen mikro hayatımızı makro amaca uyumlamak, BARIŞMAK, BİRLEŞMEK, MENFAATSİZLEŞMEK, SEVMEK.
Yaşadığımız hayatların ardındaki metinler gerçekten de günlük koşuşturmaca ile mi sınırlı?
Müfredat belli, dersini bitir, okulu geç, reşit ol, sorumluluğunu al. Bu bireysel olarak olduğu kadar toplumsal olarak da böyle varlığına sahip çık KÖTÜDEN kurtul.
Bu içindeki bencillik de olabilir, iktidar da.