Sevgili okurlar
Geride bıraktığımız Mayıs ayındaki Cannes festivalinde, bu yıl katılan filmimiz olmasa da Kültür ve Turizm bakanlığımız Türk pavyonunda ciddi bir etkinlik yapmak ve sinemamızın adını duyurmak istemişti.
Bunun için verilen kokteylde konuklara dağıtmak üzere bir dergi hazırlanmıştı: Türk Sinemasının Uzun Yürüyüşü başlığıyla... Hürriyet gazetesinin önayak olduğu bu çabada başvurulan birkaç yazar arasında ben de vardım. En uzun yazı benimkiydi. Ve tüm yazılar gibi hem Türkçe, hem de İngilizce çevirisiyle çıkmıştı. Bana onur veren bir çaba....
Ama bu dergi bizde çıkmadı, yazılar da her hangi bir yerde yayınlanmadı. Benim yazım sinemamızın tarihi boyunca yalnız Cannes’da değil, tüm önemli festivallerde aldığı hemen tüm ödülleri tarayan, hayli emek verdiğim bir çabaydı.
İstedim ki bu yazı kıyıda-köşede kalmasın. Ve en azından konuya ilgi duyanların eline geçsin. Bu nedenle bunu T24’de yayınlamayı düşündüm. Ve daha uzunca gündemde kalması için de T24-Pazar’da....
Arkadaşlar sağ olsunlar kabul ettiler. Ben de uzun yazıyı ilginç resimlerle donatmaya çalıştım. Büyük çoğunluğu Cannes’dan olan resimler: Kazananlar, kazanma anları, benim en ilginç Cannes’larden anılarım, çektiğim portrelerden küçük bir seçme, vs. vs. Umarım ilgiyle okur ve en önemlisi birkaç güzel olayı hatırlarsınız.
En ünlü söyleşim Hitchcock'laydı
Türk sineması ve yabancı festivaller ilişkisi uzun yıllar var olmadı. Sinemamız içine kapanmış ve sadece yerli seyirciyi amaçlayan bir kapalı kutuydu. Yeşilçam denen parlak yılların 1960’larda başlamasıyla birlikte, ilk örnekler ortaya çıktı. 1964 yılında yaratıcı yönetmen Metin Erksan’ın Susuz Yaz filminin Berlin’e katılıp Altın Ayı’yı alması sinemamızda bir dönüm noktasıdır. Sonrası pek mutlu gelmediyse de: baş erkek oyuncu ve yapımcı Ulvi Doğan’ın filme el koyup dış ülkelerde –rivayete göre seks sahneleri de ekleyerek!- pazarlaması ve bundan ne ülkenin, ne de Erksan’ın pek bir pay alamaması olayı elbette acıklıdır.
Cannes'da çektiğim portreler - Charlton Heston
Umut mucizesi
Sonra biraz sessizlik...Yılmaz Güney’in 60 sonlarıyla birlikte sıra dışı bir maceranın ve onunla koşut giden bir yeni sinemanın temsilcisi olarak çıkması elbette Batı’yı da ilgilendirdi. İlk önemli filmi olan ve hep bir başyapıt olarak kalan Umut (ki en son Hürriyet gazetesinin 2018’de geniş bir çevrede yaptığı ankette, sinemamızın bütün geçmişi içindeki en önemli 100 film listesinin başına geçip oturmuştur), 1971 yılında gizlice Cannes’a gönderildi, bir yan bölümde gösterilip büyük hayranlık kazandı. O yıl orada olmadığım için ayrıntılarını bilemiyorum.
Cannes'da çektiğim portreler: Faye Dunaway
Sürü’nün serüveni
70’ler bizim sinemamız için büyük bunalım yıllarıdır. Gergin bir siyasal ortam, ağır bir sansür, 1980 askeri darbesine giden baskı yılları. Çok az iyi film arasında öncelikle Yılmaz Güney filmleri var. Ama o da artık üstüste gelen talihsizliklerin kurbanıdır: 71’deki sıkıyönetim sırasında hapis; sonra karıştığı cinayet olayı nedeniyle çok daha uzun süreli mahkumiyet yılları. Ve son dönemde hep ‘içerden’ yazdığı senaryoları başkalarının yönettiği filmler. Bunların arasında Zeki Ökten’in yönettiği Sürü, 1979 Berlin şenliğine yarışma dışı olarak katılacak ve orada iki yan ödülle birlikte (Katolik ve Protestan kliseleri ödülleri) yoğun bir hayranlık kazanacaktı. Sürü’nün ayni yıl Locarno, Londra gibi festivallerde de en iyi film seçildiğini hatırlatalım.
Yılmaz Güney Cannes'da ödül alıyor. Costa Gavras ve Vittorio Gassman'ın arasında
Yine Güney’in yazıp Ökten’in yönettiği Düşman da Berlin’de gösterildi: 1980 yılı şenliğinde...Ve yine devletin arkasında olmadığı bir film olarak hiçbir sanatçısı olmadan...Ben basın toplantısına katılıp filmi savunduğumu hatırlıyorum. Film yine Katolik kiliseleri ödülünü aldı. Bu ödülleri Güney filmlerinin içerdiği evrensel ve insancıl ögeleri gösterdiği için son derece anlamlı bulduğumu da söylemeliyim.
80’lerde gelen ödüller
80’lerde filmlerimiz birçok yerde gösterilip ödüller aldı.1981’de Ali Özgentürk’ün Hazal’ı Prades (Fransa), Lahey (Hollanda) ve San Sebastian (İspanya) şenliklerinde büyük ödülleri aldı. Ertesi yıl yine onun At filmiyse Lecce (İtalya), Sao Paolo (Brezilya) ve de Tokyo (Japonya) festivallerinin en iyi filmi oldu.
Cannes'da çektiğim portreler - Jack Nicholson
Erden Kıral Bereketli Topraklar Üzerinde ile 1980’de Fransa’nın Nantes şenliğinde jüri özel ödülü ve yine Fransa’nın Strasbourg’unda büyük ödül aldı. 1983’de ise Berlin’de Hakkari’de Bir Mevsim’le çok ilgi topladı ve jüri özel ödülü aldı. Bu filmin ayrıca Hambourg (Almanya) ve Bastia (Korsika) festivallerinden de en iyi film ödülü var. 1985’de Zeki Ökten’in Pehlivan’ı Berlin’de Tarık Akan’a bir özel ödül getirdi. Ayni yıl Ali Özgentürk de Bekçi’yle Venedik’te yarıştı. Sonuncusunda oradaydım ve basın toplantısına Ali ve baş oyuncu Müjdat Gezen’le birlikte katıldık. Ama doğrusu bu Ali’nin en iyi filmlerinden biri değildi!.
Bekçi filminin basın toplantısında Ali Özgentürk ve Müjdat Gezen ile birlikte
İlk Altın Palmiye’miz: Yol
80’lerdeki en büyük ödülümüzse elbette Cannes 1982’de Şerif Gören’in Yol filmiyle aldığı Altın Palmiye’dir: Costa-Gavras’ın Missing’iyle ortaklaşa... Böylece o yıl festival ikisi de dünya çapında iki siyasal sinema ustasına birden ödül vererek sanki özel bir mesaj sunmuştu. Hem de Türkiye ve Yunanistan gibi iki komşu ülkeye birden...Ve o sırada hapisten kaçıp Fransa’ya sığınmış olan Güney’in son dakikada açıklanan filmle birlikte, sürpriz olarak ortaya çıkması da gerçek bir sansasyon yaratmıştı. Elbette 12 Eylül darbesi sonrasının sert koşulları içinde oraya gidemeyen, başta Şerif Gören tüm sanatçıların yerine, tek başına....
Cannes'da çektiğim portreler - Jean Luc Godard
Bense o yıl orada olmamanın ve sevgili dostumun bu başarısını paylaşamamamın cezasını çekmiştim: nereden bilebilirdim? Bu olay ayrıca sinemamızla Cannes’ın barışması açısından da önemlidir. Güney ise en son orada çektiği Duvar filmiyle festivale katılacaktır. 1984’de Paris’te beklenmedik ölümüne dek...
Cannes'da çektiğim portreler - Nicole Kidman
90’lardan birkaç ödül
90’lar bizim için yeni bunalım yıllarıdır: festivallerle ilişkinin de asgariye indiği...1993’de Türk-Alman yönetmen, 1986’da çektiği Almanya-40 M2 filmiyle saygınlık kazanan Tevfik Başer’in yine Almanya’da çektiği Elveda Yabancı- Lebewohl Fremde o yıl Almanya adına Cannes’a katıldı. Ve basın toplantısını yönetmek yine bana düştü. Ama boşunaymış: Başer Almanca ve biraz da İngilizcesi ile, baş oyuncusu Müşfik Kenter ise kusursuz İngilizcesi ile (merhum sanatçımızın annesi İngiliz’di!) bana iş bırakmadılar.
Cannes'da çektiğim portreler - Quentin Tarantino ve Emmanuelle
Hatırlanacak bir diğer filmse kadın yönetmenimiz Yeşim Ustaoğlu’nun Kürt sorununa cesaretle yaklaşan Güneşe Yolculuk’dur. Bu film de gösterildiği 1999 Berlin şenliğinde bir jüri özel ödülü almıştı
Demirkubuz’dan ‘iki film birden’.
2000 yıllarında artık yepyeni bir kuşak gelecek ve tüm dünyanın ilgisini çekecektir. Cannes festivali de artık buradan yollanacak filmleri değil, bizzat kendisinin seçeceği filmleri sunacak, bunun için buraya özel temsilciler bile yollayacaktır. 2001 yılında Zeki Demirkubuz, içiçe çektiği iki filmle yarışmadan sonraki en önemli bölüm olan Un Certain Regard- Belirli Bir Bakış’a katılacaktır: Yazgı ve İtiraf.
Hülya Uçansu, Zeki Demirkubuz ve Keriman Ulusoy'la
Toplu Gösteriler dışında ayni bölümde bir yönetmenin iki filminin birden sunulması Cannes için bir yenilikti ve sanırım hala öyledir. Ama sanırım Demirkubuz çok “bizden’, çok kendine özgü bir yönetmendir: Batı’dan takdir alması kolay olmayan....Nitekim Yavuz Turgul da öyledir: çok sevdiğim Eşkiya’yı 1996 Cannes şenliğine kabul ettirmek için uğraşmış, ama başaramamıştım!...
Festival sarayının önünde
Ve sahneye Nuri Bilge Ceylan girer...
Ve sonra devreye Nuri Bilge Ceylan girer. Daha ilk filmi, yarı belgesel Kasaba ile 1998 Cannes‘ına katılıp ilgi gören Ceylan, 2002’de Uzak’la Cannes’ı hayli şaşırtır. Hem bir jüri özel ödülü alır; hem de iki oyuncusuna ortaklaşa olarak en iyi erkek oyuncu ödülünü getirir: Muzaffer Özdemir ve Mehmet Emin Toprak. Toprak’ın hemen sonrasında, daha ödül heykelciğini göremeden gelen ölümü bu tatlı başarı hikayesinin en acı yanıdır. Bana şöyle yazdıran: “Kimbilir, belki bilinmeyen bir alemde bu sevince uzaklardan tanık olmuş ve heykele bizim göremediğimiz parmaklarıyla dokunmuştur, sevgili Mehmet Emin Toprak”...
Ararat için Cannes'da Charles Aznavour ve Güngör Denizaşan'la
Artık Nuri Bilge’nin Cannes’la olan büyülü ilişkisi başlamıştır. Benim de yıllar boyu hemen hep yakından izleyeceğim...
‘Güzel ve yalnız ülkeye’ adanan ödül.
2008’deki Cannes’da bu kez Üç Maymun izlenir. Ve Nuri Bilge en iyi yönetmen seçilir. Bu kez de ödülü alışıyla tarihe geçer. Şöyle demiştim: “Yönetmenimiz ünlü yıldız Faye Dunaway’in elinden aldığı ödülü ‘güzel ve yalnız ülkesine’ adadığını belirtmişti. Nuri Bilge için yepyeni ufuklar açan bu farklı yaklaşım, sinemamız için de büyük bir adım oldu”.
Ceylan Cannes'da ödül alıyor
2011’de Nuri Bilge bu kez iddialı filmi Bir Zamanlar Anadolu’da ile ödüle uzanmayı bildi. Ve film bir jüri özel ödülü aldı. Cannes’dan eli boş dönmeyen sayılı dünya ustalarından biriydi artık...Ama pastanın kreması zamanı da gelmişti. Bu onur 2014’de Kış Uykusu’na nasip oldu. Ve bu başyapıt bu kez Altın Palmiye’yi götürdü. Son derece hak edilmiş biçimde...
Nuri Bilge Ceylan kameramda
Olayın Türk sinemasının yüzüncü yıl kutlamalarıyla çakışması ayrıca anlamlıydı. Tüm dünyayı dolaşıp başka ödüller de alan film, ülkemizdeki 500 bin seyirciyle de en popüler Ceylan filmi olmuştu.
2018’deki son filmi Ahlat Ağacı 2018 Cannes’ından ödülsüz döndüyse de bir yandan son dakikada açıklanması, öte yandan ilk gösteriminden sonra dakikalarca ayakta alkışlanmasıyla hatırlanıyor.
Fatih Akın. Ve Berlin’den ‘üçüncü ayı’.
2000’lerde başka başarılar da elde edildi. Bir diğer Türk-Alman yönetmen olan Fatih Akın, 2004’de Berlin’de önemli filmi Duvara Karşı ile bir Altın Ayı aldı. Üç yıl sonra bu kez kısmen ülkemizde çektiği Yaşamın Kıyısında ile Cannes 2007’de senaryo ödülü sahibi olacaktı. Çifte kültürlülüğün hoşlukları!....
Özer Kızıltan’ın çok ilginç filmi Takva 2006 Berlin’inde FİPRESCİ ödülü alacaktı. Yeşim Ustaoğlu’nunu Pandora’nın Kutusu San Sebastian 2008’de en iyi film seçilecekti. 2010 Berlin şenliğinde Semih Kaplanoğlu Bal ile Altın Ayı alacak, böylece ‘Berlin’li ayılarımız’ın sayısı üçe çıkacaktı. Cannes’daki Altın Palmiye’lerimizden bir fazla!..
Yakın zaman ödülleri
2010’da Seren Yüce Çoğunluk’la Venedik’te Geleceğin Aslanı ödülü alacaktı. 2012’de Ali Aydın da Küf’le ayni ödülü aldı. Emin Alper Tepenin Ardı’yla Karlovy Vary’nin en iyi Asya filminin yaratıcısı olacaktı. 2014 yılında Kaan Müjdeci Sivas adlı filmiyle Venedik’te bir Jüri Özel Ödülü alacaktı. Ertesi yıl yine Venedik’te ayni ödülü bir diğer Türk yönetmen kapacaktı: Emin Alper’in Abluka’sı...
İki usta arasında. Nuri Bilge ve Semih Kaplanoğlu
2016’da Cannes’ın Eleştirmenlerin Haftası’na seçilen Mehmet Can Mertoğlu imzalı Albüm, ona kendi bölümü içinde En Yenilikçi Yönetmen titrini getirecekti. 2017’de Semih Kaplanoğlu Buğday’la Tokyo festivalinde en iyi film ödülünü alacaktı. Tolga Karaçelik ise Kelebekler adlı filmiyle bir yandan ABD’nin Sundance, öte yandan Romanya’nın Bükreş şenliklerinde en iyi film seçilecekti.
Artık dünyaya açılmış bir sinema.
İşte son yıllarda sinemamızın hayli zengin ödüller tablosundan bir kesit. Tüm ödüller yok, ama en anlamlı olanlarını yazmaya çalıştım. Böylece görülüyor ki Türk sineması artık biliniyor, tanınıyor, isteniyor. Çok tanınanlar da, yeniler de ilginç birşeyler yaptıklarında bunu gösterecekleri festival bulmakta zorlanmıyorlar. Hem de dünyanın dört bucağında...
Spielberg'ün jüri başkanlığı yaptığı yıl
Bu filmlere ödüller de yağıyor, belli bir ticari şans da sağlanıyor. Bir tek Oscar’a erişemedik, ama onun da zamanı gelir. Yeni kuşaklar belki Yeşilçam dönemindeki gibi hazır bir büyük seyirci kitlesi bulamıyorlar.
Onca festivalin birinde
Ama gerçek bir yenilik, bir özgünlük taşıyan her film biryerlerden ses getiriyor. Ve belli bir seyirciye ulaşıyor. Bu da az şey değil...