22 Ocak 2020

Tuna Nehri üzerinde, Orta Avrupa kültürünün peşinde | Harika bir geziden alınacak dersler: Kalkınma, koruma ve trafik üzerine

O 'müze-kent' kavramını ve gerçek anlamda korumacılığı öğrenmek için yapılması gereken bir yolculuktu bu. Bu lafları ağızlarından düşürmeseler bile, başta İstanbul tüm tarihimizin ve doğamızın ısrarla canına okuyanlar mutlaka bu geziye çıkmalı

Yine Tuna boyunca gidiyoruz. Genelde bulanık bir suyu izleyerek; iki yanında ormanlardan çok çayırların olduğunu görerek... Ama en azından yapılaşma hemen hiç yok. Ayrıca zaman zaman Tuna'nın üzerindeki havuzları farkediyoruz: Dünyanın hemen tüm kanallarında varolan, düzey farklarını gideren ve bazen gece geçtiğimiz için farkına bile varmadığımız o olayı. Acaba Kanal İstanbul da buna gerek duyacak mı diye merak etmemek mümkün değil!..

Melk küçük bir Avusturya kenti. Tuna'ya koşut giden Wachau vadisinin yanıbaşında. Bölgenin başkenti, bir sınır şehri. Özellikle barok dönem mimarisini yansıtıyor. En çok Marie Therese zamanında bu eserlere kavuşmuş. Ki barok bir anlamda Avrupa'nın zenginleşmesinin simgesi olmuş.

En önemli eser de ünlü Benedictine manastırı. Kökenleri 12. yüzyıla inen, ama 18. yüzyılda Marie Therese tarafından yenilenen ve asıl kimliğine kavuşan görkemli bir mabet. Dışı da çok güzel, ama içinin zenginliğini anlatmak kolay değil. Dıştaki sarı renk egemenliğini içteki cömertçe kullanılmış altın işleri dengeliyor. Tüm o heykeller, kabartmalar ve freskler baş döndürüyor ve bir Melk ziyaretini gerekli kılıyor. Kenti çepeçevre saran uçsuz bucaksız yeşil alanlar da güzelikleri daha değerli kılıyor. 

Mozart'ın şehri: Salzburg

Ertesi gün yola devam ediyoruz. Sanayi şehri Linz'i geçiyor ve Salzburg'a varıyoruz; yine alabildiğine korunmuş bir müze-kent.

Adı tuz anlamına gelen Saltz sözcüğüne dayanıyor; çünkü burası bir 'tuz kalesi' imiş... Avrupa'nın başlıca klasik müzik başkentlerinden; Mozart'ın şehri -ki onun müziği Beethowen, Korsakov, Çaykovski gibi bestecileri de etkilemiştir... Ünlü orkestra şefi Herbert Von Karajan da buralı ve süregelen Salzburg müzik festivallerini de o başlatmış...

Bu şehir de çok çekici. Yüksek tepedeki dev kale sanki kenti uzaktan gözleyen bir kartal gibi. Salzburg katedrali hayli görkemli. Kolej kilisesi, Saint Pierre kilisesi, Mirabel sarayı.

Ve beni çok çeken Kapitelplatz meydanı. Bir köşesinde dev bir altın (gibi parlayan) küre. Ve tepesinde ayakta duran bir adam. 2007'de Salzburg Sanat Projesi'nde yapılmış. Adı Sphaera. Ve rivayete göre 'Mozart çikolatalarına bir gönderme' imiş.   

Evet, burada hep Mozart anılıyor  Evi var -ki müze olmuş. Üniversitesi var, heykeli var, oteli var, cafe'si var. Ve birçok ticari üründe adı var, resmi var. Bu arada çikolatası da... Geçerken söyleyeyim: Burası çikolataya tapan bir ülke. Rehberimiz diğer firmaların yanında bizim Ülker'in de bilindiğini söylüyor. Yani galiba tereciye tere satmayı becermişiz!..

Geçerken, Avusturya nüfusunun yüzde üçünün Türk olduğunu da belirteyim. Ve yine rehberimizden bir esprili saptama (gerçek de olabilir): Mozart'ın Türk Marşı'nı en iyi çalan da tartışmasız Fazıl Say'mış!

Dönüşte son kent: Münih

Son gün ise dönüş telaşı. Ve o telaş içinde aceleyle gezilen Münih. Yani gezimizin dördüncü ülkesi: Almanya... Oraya gidiyoruz, çünkü programa göre dönüş Münih'ten olacak.

Münih her zaman ziyaret etmesi keyifli bir şehir. Ülkenin en büyük eyaleti olan Bavyera'nın başkenti, bir buçuk milyonu aşkın nüfusuyla Almanya'nın en büyük şehirlerinden de biri... Öylesine rahat bir yaşam tarzı var ki, bir lakabı da "en kuzeydeki İtalyan şehri" imiş!..

Sanata ayrılmış sayısız yapıları; üç büyük orkestrası; birçok müzesinin yanısıra, kent sporla yakından ilgili. Özellikle de futbol sporsever olmayanlar bile Münih Bayern adını işitmiştir: kentin ünlü takımı. Kente gelip giderken, onların tanınmış stadını da görüyoruz. Futbolsever olarak değil, ama mimar olarak beni heyecanlandıran bir yapı. Uzaktan dev bir kaplumbağayı andıran, kuzey iklimlerine uygun kapalı görünüşüyle harika bir mimarlık örneği.

Sınırlı bir süre içinde Marienplatz'ı, Eski ve Yeni Belediye Sarayı'nı, birkaç önemli kiliseyi, 2. Maximilien anıtını görmek hoş oluyor. Noel ve yılbaşı sonrası canlığını sürdüren dükkan veya tezgahlardan küçük seyahat hediyelerimizi almak için de son fırsat...Ve sonra ülkeye dönmek için havaalanına hareket ediyoruz.

Kalkınmayı ülkeye yayma ve çiftçileri koruma üzerine

Yolculuktan kalan birkaç temel izlenime gelince... O 'müze-kent' kavramını ve gerçek anlamda korumacılığı öğrenmek için yapılması gereken bir yolculuktu bu. Bu lafları ağızlarından düşürmeseler bile, başta İstanbul tüm tarihimizin ve doğamızın ısrarla canına okuyanlar mutlaka bu geziye çıkmalı.

Tüm bu ülkelerde kentler büyük-küçük diye ayrılsalar da, hepsinin belli üretim özellikleri var: tarım veya sanayi olarak...Yöreyi iyi bilen rehberimiz bize, başta Almanya hepsinde yatırımların belli bir eşitliğe ulaşmayı hedeflediğini söylüyor. Yani ulusal geliri ve ondaki artışı olabildiği kadar tüm ülkeye paylaştırmak... Böylece göç önleniyor ve herkes olduğu yerde kalıyor imiş. Ders almaya değmez mi?

Otoyollarda giderken birçok yerde iki yanda, hafif malzemeden yapılmış ve çok yüksek olmayan duvarlar görülüyor. Rehberimiz bunu yakınlarda yaşayanların, özellikle de çiftçilerin hayatını otoyolun bitmeyen gürültüsünden koruma çabası diye niteliyor. Size de ilginç gelmedi mi?

Özel insanlara özel teşekkürler

Ve yolculuk boyunca edindiğimiz çok değerli dostlar bir yana, varlıkları ve çabalarıyla bize çok şey veren birkaç kişiye özel teşekkürler. Öncelikle gezinin arkasındaki Zeugma Turizm yöneticisi, candan insan Figen Akan... Bizim grubun arkasındaki Mutfak Dostları Derneği'nin (MDD) sekreteri ve yönetimin en büyük yardımcısı, hepimizin Zeliş'i Zeliha Biçer... Eşiyle birlikte çok kaynaştığımız Rezzan Milli...

Ve gezinin üç rehberi arasında bize düşeni; Erdinç Canberk. Rehberlik zor iştir: Yıllarca yaptım, iyi bilirim. Erdinç bey işini çok iyi yaptı; bize çok şey öğretti. Yazımın birçok yerinde bunu anlattım. Gerçi kimi zaman bizi az koşturmadı. Özellikle zamanımız kısıtlı olduğunda. Ama bunun da yararı oldu: Kendi adıma, gezide en az üç kilo verdim!.. Teşekkürler, Erdinç bey...         

Gemideki gecelere neşe katan o küçük orkestra ne güzeldi: saksofonda Turgut Aktaş; gitarda Adnan Mumcuoğlu; klavyede Fırat Özgül. Ve de hemen her dilde söyleyen o güzel ses: Seda Taşpınar. İstek parçam 'Sensiz Saadet Neymiş'i bile söyleyiverdi.      

Üstelik davet üzerine iki ayrı gece çıkıp birkaç şarkı söyleyen kızım Ece Dorsay'a gurup olarak ve hazırlıksız eşlik etmeleri de kusursuzdu.

Ve de gemi gecelerinin bir diğer adı: sunucu, animatör ve şarkıcı İshak Akbay. Onu tanımaktan da çok mutlu olduk. Eminim, yine karşılaşacağız.

Son olarak da, başta ve sondaki uçuşlarımızda bize harika bir servis veren, 'medar-ı iftiharımız' Türk Hava Yolları'na ayrı ve özel bir teşekkür.

TIKLAYIN - Tuna Nehri üzerinde, Orta Avrupa kültürünün peşinde: Macarlar bizi seviyor, bizler de onları...

TIKLAYINTuna Nehri üzerinde, Orta Avrupa kültürünün peşinde: Valsler diyarında yeni bir yıla girmek

Faytonlar Salzburg'da da karşımıza çıktı
Figen Akan, Ece Dorsay, Zeliha Biçer ve Leman Dorsay Melt manastırının önünde
Melk manastırına genel bakış
Melk manastırının içi
Melk manastırının içinden bir görünüm daha
Kilise aşıkları
Noel vitrinleri
Salzburg katedralinin içi
Salzburg - Kapitelplatz ve Altın Küre
Reklamlarda bile Mozart var!
Salzburg'da her yerde Mozart var!
Salzburg'da Kolej kilisesi ve bizim grup
Salzburg - Kentin göbeğinde kaymak
Salzburg kalesinin meydandan görünüşü
Tarihi dekor fotoğrafçıları
Tuna boyu yerleşimler var
Münih opera binası
Münih - Yeni belediye sarayı
Münih'te bir meydan
Gemide bizimkiler ve İshak Akbay'la

Not: Yazılarda kullanılan tüm fotoğraflar bana aittir.

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"