“Tam siyah değilim. Tam beyaz değilim. Tam erkek değilim. Peki neyim ben?”
Hollywood’un çok sevdiği ‘erkekçe dostluk’ teması üzerine ünlü filmlere yeni bir halka ekler
YEŞİL REHBER X X X X ½
(The Green Book)
Yönetmen: Peter Farelly Senaryo: Nick Vallelonga, Brian Hayes Curry, P. Farrelly Görüntü: Sean Porter Müzik: Kris Bowers Oyuncular: Viggo Mortensen, Mahershala Ali, Linda Carrellini, Dimiter Marinov, Sebastian Maniscalco
Dreamworks filmi
Birlikte yaptıkları birçok sempatik güldürüyle tanınan Farrelly kardeşlerden Peter, ilk kez tek başına soyunduğu bu iddialı işten büyük başarıyla çıkıyor. Ve önümüzdeki Oscarlarda mutlaka söz sahibi olacak bir film imzalıyor.
Film 60’lı yılların başında ABD’de geçiyor. New York gece kulüplerinde ve bu arada ünlü Copacabana’da fedai olarak çalışan İtalyan kökenli Tony “Lip” Vallelonga, çeşitli üçkağıtçılıklarla bir şeyler kazanıp ailesini geçindirmeye uğraşan bir adamdır: kaba-saba, ama iyi yürekli ve kendine göre dürüst...
İşsiz kaldığı bir sürede bir doktorun işçi aradığını duyarak başvurur. Ama karşısında bir doktor değil (bu ona verilmiş bir lakaptır), siyahi bir müzisyen bulur: Don Shirley.
Shirley sıradan bir zenci değildir. Üniversite mezunu, çok iyi bir piyanist, ama bu alanda klasik müzik eğitimi aldığı halde koşulların zorlamasıyla caza kaymış... Ve o dönem Amerikan siyahilerinin ortalama sosyal statüsünü aşan bu konumu, belki aslen Jamaikalı olmasından kaynaklanır.
Shirley bir turneye çıkacaktır ve şoföre ihtiyacı vardır. Aslında her şeyi yapacak ve her işine koşacak tam bir yardımcıya... Tony istemeden de olsa bunu kabullenir.
Ama Shirley’in asıl hedefi Güney’dir. Yani ABD’nin siyahi düşmanlığıyla tanınmış Güney eyaletleri. Böylece New York’tan Alabama’ya uzanan yolculuk başlar. Ve Tony’ye tahmin ettiğinden çok daha fazla görev düşer!..
Film Hollywood’un çok sevdiği ‘erkekçe dostluk’ teması üzerine ünlü filmlere yeni bir halka ekler. Yağmur Adam, Kader Bağlayınca, Korkuluk gibi kahramanlarının son derece zıt kişilikleriyle hatırlanan filmler. Ya da Bayan Daisy ve Şoförü gibi duygusal yapımlar.
Ama bu filmin kendine göre özellikleri ve avantajları var. O koyu ırksal kavga döneminde, bilindiği gibi bu barajı aşabilen tek siyahi grup müzisyenlerdi. Ve Louis Armstrong, Ella Fitzgerald, Billie Holliday ya da Nat King Cole gibi isimler inanılmaz yetenekleri sayesinde ulusun idolleri olabiliyordu. Yine de filmin bir yerinde Nat King Cole’un 1957’de bir kulüpte nasıl dayak yediği de anlatılıyor!...
Ama işte, o Güney yolculuğunda da bu oluyor. Yani siyahi yıldızımız en lüks mekanlardaki en şık gecelere katılıp sanatını icra ediyor. Ama aynı yerde oturup yemek yiyemiyor!.. Köhnemiş gelenekler, yüzyıllık önyargılar yüzünden...Ve anlaşılıyor ki onun Güney’e gitme arzusu zaten bu duruma karşı çıkma ve ırkçılığa kendince meydan okuma tavrıdır!..
Film boyunca, belki sadece ABD için birer ‘yabancı’ olmakta birleşen, ama bunun dışında her şeyleriyle zıt olan bu iki insan, birbirlerini sanki eğitiyorlar. Shirley Tony’nin inanılmaz kabalığını törpülemeye çalışıyor. Karısına yazdığı mektupları zarif birer aşk mektubuna dönüştürecek kadar... Tony ise onun Amerikan gerçeğine sanki bir fildişi kuleden bakan naïf bilgisizliğini gideriyor, ona hayatı öğretiyor.
Filmin adı o dönemde moda olan bir turistik rehberden geliyor: 1962’nin Amerika’sında siyahların girebileceği mekanlar, kalabileceği oteller için özel bir rehber çıkarmışlar. Bakar mısınız!..
O kibar ve zarif Shirley üstelik ‘gay’. Ve otelin hamamında beyaz bir gençle basılıp dayak yerken, yine Tony tarafından kurtarılıyor. Bir yerde şöyle feryat ediyor: “Yeterince siyah değilim. Yeterince beyaz değilim. Yeterince erkek değilim. Peki neyim ben?”
Ve en ilginç şeylerden biri, bu hikâyenin gerçek olması. Ayrıca da iki kahramanımız hep dost kalmışlar ve ikisi de aynı yıl, 2013’de ölmüşler. Tesadüfün böylesi!..
Kris Bowers’in enfes müziğinin yanı sıra, Viggo Mortensen ve Mahershala Ali’nin oyunculuklarını övmek şart. Öylesine iyiler ki insanın gözü yaşarıyor. İki kez Oscar adayı olmuş Mortensen’in bu kez kazanması beklenir. Öylesine “İtalo- American” olmuş ki… Üstelik aslen Danimarkalı olduğu halde.
Siyahi Mahershala Ali ise 2017’de Moonlight- Ayışığı ile ödülü kucaklamıştı. Bu kez de adaylığı kesin. Almasa bile...
Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir
Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...
Ölüm ilanlarının dışında ne yazılı basında ne de TV’lerin kültür saatlerinde hiç anılmadı. Oysa kapsayıcı bir bakışla, bugün Yeşilçam öncesi, kendisi ve sonrasındaki onca filmin önemli bir bölümü, bugün Sami Şekeroğlu sayesinde bizim olmuştu