12 Haziran 2025

Neler oluyor bu ülkede neler… Bir de biz bakalım

Kadın-erkek demeden, gerçek suçu aramadan, Yargıtay’dan Danıştay’a adaletimizin zirve noktalarına danışmadan yürütülmeye çalışılan bir sözüm ona adalet... Kimi inandırıyorsunuz, kime maval okuyorsunuz, adalet diye bize sanki soğumuş bir Türk kahvesi sunuyorsunuz?

Evet, ülkemiz gerçekten çok zor günler geçiriyor. Özetlemek zor, olup bitenden mutlu olmak ise imkânsız… Bendenizin sinema yazarlığına sığınması ise en azından şu günlerde mümkün görünmüyor. O ukala film sahipleri ne yapıp edip filmlerini başka bir kıtada göstermeyi seçiyorlar. Yani bizleri Avrupa’dan Asya’ya geçirerek... Bendeniz bunu kabullenmiyorum.

Eğer başta duayen Atilla Dorsay’ın olduğu onca sinema yazarına önem vermiyorlarsa... Kendi bilecekleri şey…

Ama ülkeye bakarsak… Öyle şeyler yaşanıyor ki... Akıl ermiyor. Bir Ekrem İmamoğlu, öylesine sevilmiş, hatta tapılmış bir başkan içeri atılıveriyor. Ve aylardır orada... Bu durumlarda hep olduğu gibi sevgili eşi ve ailesi karalar bağlıyorlar.

Ekrem İmamoğlu ile covid günlerinde
Ekrem İmamoğlu

Bir Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ artık sayfiye semti olmaktan çıkıp hapishaneye dönüşen Silivri’de -SÖZCÜ gazetesinin tabiriyle- “zorunlu bir ikamet” yapıyor. Tam 142 gün yattıktan ve hakkında 7 yıllık hapis cezası istenen bir davanın suçlusu olarak… Annesi Gönül Özdağ nasıl kederli, bir bilseniz...

Ümit Özdağ

Aslında şu hapis olayı üzerinde durmanın sırası. Dışardan bakınca söylemesi ne kolay… Üç-beş yıllık ya da daha fazla içerde yatmak… Ne olur ki… Kendi adıma -ve tüm insanlık adına- ‘içerde olmak’ kolay iş mi? Hâlâ içerde yatan Selahattin Demirtaş’a bakın... 2016 yılından beri Edirne cezaevinde yatıyor. Eşi var, ailesi var. Ve onun gibi hâlâ yatanlar var. Ama ne gam! Böylesi ne korkunç bir şey…

Selahattin Demirtaş

Kendi açımdan sanırım ölmeyi tercih ederdim. Bunca yazıp-çizmiş, hâlâ da yazıp çizen bir aydın olarak, emin olun -ve kimseyi küçümsemeden- öteki dünyaya yollanırdım. ‘Kader böyleymiş’ diyerek… Ki ayrıca Figen Yüksekdağ vb. hâlâ yatan ‘eski suçlular’da var!

Ve bir de Ferdi Zeyrek olayı… Nasıl ülkenin bir büyük idolü oldu çıktı… Hiç bekler miydiniz? Tıpkı çok yakın zamanda halk türkücüsü Volkan Konak gibi… Öylesine insanlar ki bunlar… Konak, bir sanat adamıydı. Kendi adıma -ve hem müzik merakım ve çok zengin arşivime rağmen- tanıyamadığım… Ama tanıyıp dinleyince öyle sevdim ki… Ferdi Zeyrek ise bambaşka. Manisa’nın has evladı adını almış, yine SÖZCÜ’nün tabiriyle hizmetleri gönülleri fetheden biri.

Ferdi Zeyrek

Bir süre önce Manisa halkına şöyle demiş: “Hakkı gözetin, yeşili koruyun, kimsenin sofrasına göz dikmeyin. Şehir sizin, sahip çıkın.” Ama onunkisi bence kaderin bir oyunuydu. Elektrikle suyun tehlikeli buluşması bunun nedeniydi. Cenazesi on binlerce insan tarafından kaldırılan, Özgür Özel’in gözyaşları içinde “Onun kadar sevilen kimse yok” dediği, eşinin “16 yaşından beri ellerimiz ayrılmadı” diye hıçkırdığı…

Özgür Özel, Ferdi Zeyrek'in cenazesinde

Tüm bunlar büyük ve ortak matemi engelleyebilir mi? Bir politikacının böylesine sevilmesi örnek olmalı. O da artık ortak belleğimizin unutulmazlarından biri oldu çıktı. Allah rahmet eylesin.

Ve tüm bunları olabildiğince yakından izleyen bir politikacı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel. Evet, hâlâ içi kaynayan, hepsi birbirinden değerli Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Kemal Kılıçdaroğlu gibi siyasetçilerin içinden yıldız gibi kendini gösteren Özel. Öylesine içten, insancıl ve duygusal davranıyor, o denli kendisini sevdiriyor ki… En büyük oynayan o bence… Çünkü gözlerinden akan gerçek gözyaşları. Söyledikleri en yürekten geliyor.

Elbette başkaları da var. Örneğin İyi Parti lideri Müsavat Dervişoğlu. Bir zamanlar Meral Akşener’in şahlandırdığı siyasal güç. Ama sonra teslim olan ve yakın tarihimizin en zayıf kadın siyasetçisi olarak unutulan hanımefendi. Şimdi Dervişoğlu’nun elinde sesini duyuruyor. Gayet cesurane biçimde…

Ve elbette her yerde, her açıdan ve her fırsatı kullanarak süregelen o siyasal zulüm. Ha bire tutuklanan eski İstanbul vb. illerin belediye sorumluları. Kadın-erkek demeden, gerçek suçu aramadan, Yargıtay’dan Danıştay’a adaletimizin zirve noktalarına danışmadan yürütülmeye çalışılan bir sözüm ona adalet... Kimi inandırıyorsunuz, kime maval okuyorsunuz, adalet diye bize sanki soğumuş bir Türk kahvesi sunuyorsunuz? Kim onu içer, kim size inanır?

Bu arada tüm bu konularda kimi HÜRRİYET, ama özellikle SÖZCÜ ve CUMHURİYET gazetelerini izleyin derim. En çok da Necati Doğru, Güney Öztürk, Doğan Hızlan, Yalçın Bayer, Barış Pehlivan, Ataol Behramoğlu (ağır bir hastalık geçirmiş, geçmiş olsun), Zeynep Oral gibi yazarları okumadan geçmeyin. SÖZCÜ’de Rahmi Turan gibi bir mizah ustasının bile artık ciddi şeyler yazdığını da ekleyeyim! Aynı şekilde Uğur Dündar, Saygı Öztürk, Emre Kongar, Özdemir İnce, Ýılmaz Özdil, İşıl Özgentürk, Sevgi Özel gibi isimlerin de... Onlara ve daha başkalarına sevgi ve saygılar.

Bundan sonraki yazımda başta İsrail’le ilişkilerimiz ve ‘aktivistler’ olmak üzere dış konuları ele almaya çalışacağım.  

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yarış tutkusunu veren belki en etkileyici film

Hans Zimmer’in müziği Fi Filmi'ne inanılmaz bir tempo veriyor. Buna karşılık, bence filmin hayli naif bir havası var. Bir yerde söylenen “Denemesek kazanamayız” deyişi buna yakın değil mi?

Bir kültür yuvasında yaşanan gece ve gençlerin bayramı

Bayrak ve okul flamasının devir-teslimi, okulun liseye geçen öğrencileri arasında ilk üç derece alanın özel takdimi, birlikte yapılan zeybek oyunu, arada müzik ve verilen mini konser… Sonra o yedi sınıfın tüm öğrencilerine sırayla verilen ödüller: Bir arada ve de teker teker… Böylece ben ve eşim en büyük torunumuz Ozan’ın en kritik anlarını yakalamak için az ter dökmedik!

Digiturk'te herkesi memnun edecek diziler var...

Digiturk, artık klasikleşmiş ve ortak belleklerimize yerleşmiş dizileri hâlâ gösteriyorlar. Zaman zaman eski bölümleri tekrarlamıyorlar değil… Ama o zaman bile meraklıları için bu bir şölen oluyor

"
"