Evet, gerçekten bir çılgın liderler çağındayız. Burada çılgın kelimesi abartılı gözükebilir. Ama bence akla gelen çok daha ağır ve suçlayıcı sözcüklerden daha insaflı bir deyim olduğunu düşünüyorum.
Kuşkusuz en başı Donald Trump çekiyor. ABD tarihinde öylesine unutulmaz başkanlar gelmiştir ki…Abraham Lincoln’den Franklin Roosevelt’e, Harry Truman’dan John Kennedy’ye, Jimmy Carter’den Ronald Reagan’a, Bill Clinton’dan Barack Obama’ya…Ülkeleri kadar tüm dünyayı da etkilemiş, belli izler bırakmış, kimi zor dönemleri aşmada öncü olmuş liderler…
İlk siyahi başkanını hayata geçiren dev ülke, Hillary Clinton’la ilk kadın başkanını seçecek sanılırken, torbadan Donald Trump çıktı. Emlak kıralı, sonradan görme, popülist ve ucuz siyasetçi, kaba-saba bir adam. Kesin Amerikan düşmanları için, o halkın tipik bir temsilcisi. Bizim gibi en azından sineması, edebiyatı, müziğiyle o kültürden hayli beslenmiş birisi içinse talihsiz bir seçim, o ülkeye layık olmayan bir adamcık.
Öyle biri ki, son bir saptamaya göre sürekli açık bir TV ekranının önünde yaşıyor, günde 5-8 saat arası onu izliyor, her gün 12 kutu diyet kola içiyor... Kalkar kalkmaz tweet atmaya başlıyor ve bunu 6 saatlik uykusu dışında sürdürüyor.
Hiç okumamış, okumuyor. Önüne gelen raporları bile… Onların kendisine özetlenerek okunmasını istiyor. Tüm basını, tüm medyayı, tüm aydın ve sanatçıları düşman olarak görüyor. Kendi küçük çevresine kapanmış, koca Beyaz Saray’ı bir kulübe haline getirmiş, öyle yaşıyor.
Ve kalkıp hiçbir ABD başkanının cesaret edemediği biçimde, Kudüs gibi üç büyük din için ayni ölçüde kutsal sayılan, dünyanın en özel ve en tartışmalı şehrini İsrail başkenti ilan ederken, bunu Musevi olan damadı için yaptığı söyleniyor!.. Bakar mısınız?
Böylece dünyamızın zaten şu karmakarışık durumu daha da kötüleşiyor. Tüm İslam dünyası ayağa kalkıyor, bu ABD öncülüğünde yeni bir Haçlı Seferi diye yorumlanıyor. Tüm fanatik sözüm ona İslamcı terör çetelerine davetiye çıkarılıyor.
Özetle bir deli bir kuyuya öyle bir taş atıyor ki… Gel de işin içinden çık…
Ama Trump yalnız deği ki… Tüm dünyada birbirinden çılgın liderler sanki bitmeyen, ürkünç bir tahterevalli oyunu oynuyorlar. Uzak Doğu’da ülkeyi 2011’den beri yöneten Kim Jong-Un tam Trump’a layık bir rakip. İkisi ölümcül bir tenis maçının iki tarafı gibi: Her gün konunun sadece nükleer savaş gibi önemsiz (!) bir şey olduğu mesajlar yollayıp duruyorlar birbirlerine…
Avrupa’da da böylesi liderler var. Özellikle eski sosyalist ülkelerde… O zor yılların o toplumlara en azından emeğe ve insana saygılı, daha hümanist yönetimler getirmesi beklenirdi. Ama hiç öyle olmadı.
Örneğin Polonya son derece sağcı, göç ve göçmenler konusunda alabildiğine hoşgörüsüz, giderek düşman bir ülke. 2015’ten beri cumhurbaşkanı olan Andrzej Duda ve iktidardaki merkez sağ Hak ve Adalet Partisi muhalif görüşlere nefes aldırmıyor. Birkaç kez gezip çok sevdiğim bu güzel ülke için ne yazık!...
Eski Çekoslavakya’nın kalıntısı Çek Cumhuriyeti veya Çekya da öyle. Cumhurbaşkanı Milos Zeman demokrasiye pek inanmıyor. Her ne kadar başbakan Andrzej Babis daha insancıl davranmak istese de fırsat bulamıyor.
En ürkünç manzaralardan biri de Avusturya’da…Valsler diyarında üç üyeli bir ‘ortak geçici cumhurbaşkanlığı” var. Ama biri kadın bu üç başkan da aşırı sağcılıkta, yabancı düşmanlığında ve otoriter yönetimde birleşiyorlar. Ve Viyana valslerinin iyice tadı kaçmışa benziyor!…
Orta Doğu ise bir başka alem. Bir türlü çağdaşlığa geçememiş arkaik İslam ülkelerinin yanı sıra, İsrail’de de Netanyahu gibi ülkesinde bile sevilmeyen, çok tartışmalı bir başbakan var.
Kuzey komşumuzda ise, malum, Putin. Dünyanın gelmiş-geçmiş en ‘enigmatik’, anlaşılması en zor liderlerinden, çözülmesi imkânsız bir bulmaca.
Politika yazarı değilim, ama dünyamızın bu genel görünümü bana -benzetmek gibi olmasın ama- bir başa belalı dönemi, 1930’ları hatırlatıyor. Nasıl o dönemde Hitler adlı bir deli çıkıp yanına aldığı birkaç bir kaç uygun partönerle tüm dünyayı kana buladıysa, korkuyorum yine öyle olacak diye…
Bizler için belki tek teselli, kendi ülkemizin böylesine iyi yönetilmesi. Tavizsiz bir basın özgürlüğünden kusursuz bir insan hakları uygulamasına çağdaş insancıl değerlere kendisini adamış bir iktidar… Bölücülük bir yana son derece birleştirici, vatandaşları arasında hiçbir ayrım yapmayan, sokaktaki adamdan aydınlara her kesime seslenmesini bilen, empati kurmada eşsiz-benzersiz, tüm dünyada sevgi ve saygı uyandıran bir başkan. Daha ne isteriz?