Son olaylar, yerel yönetimleri ve belediye başkanlarının kimliklerini de gündeme getirdi. Bir yandan özellikle İstanbul ve Ankara’da askeri alanların ve kışlaların kent dışına taşınması kararıyla gündeme gelen, o geniş arazilerin ülke ve kent hayrına kullanılma düşüncesi.
Öte yandan, özellikle Doğu’da kimi başkanların iktidar tarafından ‘tu kaka’ ilan edilip seçimle geldikleri bu görevlerinden alınma girişimleri; bunun için çıkartılan yasalar, kararnameler ve bunların hazırlıkları.
Demek ki, yönetimin giderek yeniden merkeziyetçiliğe kaydığı ve belediyelerin üzerinde –özellikle Doğu’da- adeta Demokles’in Kılıcı’nın sallandığı bir dönemde, başkanlar da önem kazandı. Elbette ülkede çabalarıyla hep ön planda olanları var. Hemen akla gelen Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen, Aydın’da Özlem Çerçioğlu, İzmir’de Aziz Kocaoğlu, Bodrum’da Mehmet Kocadon harika birer başkanlık örneği sunuyorlar.
Örneğin Kocaoğlu’nun İzmir’de hayata geçirdiği o görkemli doğal parkı ziyaret ettiğimde hayran kalmıştım. Geçenlerde ise eski İnciraltı plaj yerinde yine büyük bir yeşil alanı açtı: Halka 2006’da verdiği bir sözü tutarak…
Elbette bu çoğu CHP’li örneklerin dışında her partiden işlerini mümkün olduğunca kamuya dönük ve toplum yararına yürütenler ve seçmenlerine gerçek bir hizmet sunan daha birçok başkan var. Ama haklarını yemeyelim: özellikle Doğu’dakilerin PKK ve IŞİD belalarıyla boğuşmaktan iş yapmaya vakitleri kalıyor mu ki?
Kadir Topbaş’ın verip tutmadığı sözler
Peki, İstanbul’da Kadir Topbaş ne yapıyor? Bir zamanlar dostum saydığım ve öyle andığım mimar Topbaş’la yollarımız uzun zaman önce ayrıldı. Ama bunun dışında olabildiğince objektif olarak bakarsam…
Sayın Topbaş yeşil alan veya ‘şehir parkı’ konularında hangi sözünü tuttu? Bir zaman önce, yıkılan Veliefendi Hipodromu'nun yerinde ‘kentin en büyük parkını yapma’ vaadi vermişti. Hani, n’oldu?
7 Haziran’da o meşum Şehzadebaşı bomba olayında 30’a yakın şehit verdiğimizde, bunun için bir anma parkı açacaklarını söylemişti. Devamı geldi mi, duydunuz mu?
Sonra iyi hatırlıyorsam Çamlıca’da yeni camiin yanında bir parktan söz etti. Ama o da sanırım unutuldu. Tek iyi haber, o cami için düşünülen Avrupa yakasından teleferik projesinin iptali oldu. Darısı diğer ‘çılgın proje’lerin başına!..
Buna karşılık Topbaş en son “15 Temmuz şehitleri için 1 milyon 200 bin metrekarelik şehitler parkı yapacaklarını, ayrıca da ölen ‘kalkışmacılar’ için bir Hainler Mezarlığı açacağını” vaad etti. İkincisi hemen açıldı: Öylesine kolaydı ki, kentten çok uzak ıssız bir kıyıda o tabelayı dikmek!.. Ama bu yanlış ve zalim karar elbette geri tepti: Başta Diyanet’ten gelen uyarıyla…Ve o mezarlık daha açılmadan kapatıldı.
Peki o parka ne oldu? O da unutulan sözlerin arasındaki yerini mi alacak? Ve bu kente gereken yeşil alanların yerine, yolların kenarlarında büyük özenle oluşturulan o binbir desenli çiçek tarhlarıyla mı yetineceğiz?
Ayrıca, daha ‘kalkışma’dan sadece dört gün sonra, Sayın Cumhurbaşkanımız öfkeli bir konuşmada Taksim’e Topçu Kışlası’nın, ‘barok opera’nın ve de maksemin arkasında düşünülen camiin de yapılacağını müjdeledi. Son dönemde ufak ufak da olsa meydana bir biçim vermeye uğraşan belediyenin artık Gezi Parkı’nı benimsediğini sanmıştık. Oysa hemen ardından, sayın Topbaş da cumhurbaşkanına katıldı ve özellikle Topçu Kışlası’nı savundu.
Bir parantez açayım: Ben o sırada Sayın Cumhurbaşkanının, darbe sonrasının telaşı içinde niçin bu şehircilik sorunlarını gündeme getirdiğini kavramamıştım. Ama sonra hem onun, hem de damadı sayın bakan beyin konuşmalarından çıkardım: elbette Gezi’nin de arkasında FETÖ vardı. Nasıl görememiştik!..
Ve yine tam o günlerde, değerli müteahhidimiz Ali Ağaoğlu da birden coştu. Ve son dönemde kimi projelerinde kendisine güçlük çıkaranların Fetullahçı olduklarını açıkladı.
Ardından Soma davasında maden sahibinin de ayni iddiada bulunması, artık kimseyi şaşırtmayacaktı!.. Bir ‘abalı’ bulunmuştu. Ve zaten hak ettiği tokatların da ötesine geçerek herkesin ona vurması, her taşın altında onun aranması artık doğaldı.
Ve artık Kadir Bey'in herhangi bir konuda sayın cumhurbaşkanından bir milim bile farklı düşünmesini beklemek de bir hayaldi.
Yeni bir şans: boşaltılan askeri alanlar
Şimdi… Ben gitgide betona boğulan şehrimde dolaşırken, kimi yerlerde -özellikle Boğaz yolunda sanki uçsuz bucaksız uzanan askeri alanlara sevgiyle bakar, “iyi ki askerler buraları korumuş” derdim. Ortaya çıkan yeni durum, bu kent için bir şanstır.
Askeri böylesine kentlerden çıkarma olayının siyasal boyutuna hiç girmiyorum, benim alanım değil. Ama bu yeni durum, bu kendiliğinden oluşan ‘vakıa’, İstanbul ve Ankara için bir büyük fırsattır. Özellikle zaten yeşile boğulmuş alanlar korunmalı, o ağaçlı yerlerde kentin nefes alması, insanların çoluk çocuğunu gezdirmesi, çağdaş ve sağlıklı bir yaşam sürmesi fırsatı ranta ve para hırsına feda edilmemelidir.
Gerçi ilgili bakandan içinde “park, ağaç, yeşillik” geçen sözler geldi. Ama burası fırsatlar ülkesidir, sürprizler diyarıdır. O alanların ciddi bir bölümünün kent için nefes alma alanı olması yaşamsal bir sorundur.
Elbette ilgili bakanlıklar, ama ayrıca Kadir Topbaş bu kez yetkisini kentin lehinde kullanmalıdır. Yatırım kumkumalarının ve yeşili sadece dolarda görenlerin değil!...
Kabataş olayı: Sanki yangından mal kaçırma…
Ayrıca… Kabataş’ı radikal biçimde değiştirecek proje tam kamuoyunda enine-boyuna tartışılırken… Ve tartışmalar yeni başlamışken…
Geçen çarşamba gazetelerde bir haber: Kabataş İskelesi bugün trafiğe kapatıldı. Evet, 10 Ağustos’ta Kabataş’ın kapanacağı haberi gazetelerde yine 10 Ağustos’ta çıkıyor. Bakar mısınız!..
Dikkat buyrun: Proje hiç açıklanmamış, gösterilmemiş, sergilenmemiş. O dev martıdan başka hiçbir şey bilinmiyor.
Ve de haftaya, üç gün sonra, en azından yarın başlıyor değil. Uyarı ve haber verme yok. Birden insanların Üsküdar’a, Adalar’a, Mudanya’ya başlıca hareket iskelesi kapanıyor. Ve o gün kimbilir kaç kişi oraya gelip eli böğründe kalıyor.
Hüriyet’de "Martı İnşaatı Başladı" diye geniş bir haber, ancak iki gün sonra çıkıyor. Mimarı da o akşam lütfedip NTV’de projesini anlatıyor.
Sayın Topbaş. Projenin iyi-kötü olması bir yana… Bu iş böyle mi olur? Çok önemli, kentin tüm ulaşımını etkileyecek dev bir proje böylesine mi aceleye getirilir, başlangıcı bile yangından mal kaçırır gibi olur? Siz ki yakın zamanda “vapurların rengini bile halka soracağız” diyen kentin sahibi olarak, bu davranışı asgari bir demokratik tavırla nasıl bağdaştırıyorsunuz?
Ali Ağaoğlu niçin bizi kızdırıyor?
Gelelim Ali Ağaoğlu’na… Sayın Ağaoğlu özel hayatında mutlaka iyi bir insandır, eminim. Ama dışarı yansıyan kimliği hep sevimsiz olageldi. Bir yandan verdiği ‘tohuma kaçmış playboy’ imajı veya kadınlar için sözleri…
Öte yandan, son dönem iktidarının ekonomisini özellikle, hatta neredeyse sırf inşaata yaslaması ve bunu her biçimde teşvik etmesi, ülkemizi devasa bir şantiyeye döndürdü. Bunun karşısında ne doğa dayanabildi, ne tarih… Birçok yerde ne ağacın yeşili kaldı, ne suyun mavisi. Ne yaylalar, göller ve şelaleler yapılaşmayı engelleyebildi, ne antik kazılar veya tarihin içinden süzülüp gelen kalıntılar. Tek amaç herşeyi olabildiğince çok ve hızla paraya tahvil etmekti.
Bu nedenle, müteahhitlik mesleği toplum nezdinde itibarını yitirdi. Belki daha çok toplumun düşünen, bilinçli kesimi için denecek. Ama aslında öyle değil. Öyle olsa, dağda bayırda ve derin kırsalda köylüler bile madenlere, santrallara, yollara, betona canlarını dişlerine katarak karşı dururlar mıydı?
Sayın Ağaoğlu bunun sıkıntısını yaşıyor. Hele yeni askeri alanların tüm mesleğin iştahasını nasıl çektiği bilindiğinde… Sözümona şehitlere ev yapmak için o devasa alana talip olduğu iddiası hiç de samimi durmuyor.
Benden naçizane tavsiyeler
Ben ona naçizane, öncelikle kamuya karşı özel hayatı konusunda bir ‘image maker’ bulmasını öğütlerim. Pahalıdır bunlar, ama sanırım parası var!...
İmar konusunda ise… Sayın Ağaoğlu. Size gayet içten tavsiyem şu olabilir: sanırım meslekten hayli iyi para kazandınız. Bundan böyle yine kazanın, ama biraz daha az kazanmayı göze alın. Yeni projeleriniz geçen gün Penguen’in kapağındaki karikatürde görünen kulelere benzemesin. Daha az yüksek, daha çok boş alan içeren, yeşili-havuzu-çimeni-gezi alanı-oyun sahası bulunan, bol bol bulunan yaşam merkezleri yapın.
Ölçünüz şu olsun: Eğer torunlarınızla yaşasanız, orada nelerin ne ölçüde bulunmasını isterdiniz? Onlarla birlikte, hangi çevrede ve nasıl bir dekorda, ne tür bir yaşam düşlerdiniz?
Ve zaman zaman elinizdeki geniş arazilerin bir bölümünü kamuya verin, halka ayırın. Biraz daha az kazanç karşılığı sevgi alın, saygı edinin.
Bu tür ölçülerle inşaat işine devam ederseniz, kısa zamanda bir başka üne kavuşursunuz. Ve belki Türkiye çapında ‘evimizin babası’, ‘yuvamızın kurucusu’ gibi ünvanlara erişirsiniz. Değmez mi?