05 Ağustos 2016

Jaws’a meydan okuyan bir ‘köpekbalığı gerilimi’

Uzun ömürlü Gossip Girl TV dizisiyle tanıdığımız oyuncu, o diziden gelip gerçek oyunculuğa sıçrayan tek isim oldu

KARANLIK SULAR                       X  X  X  X
(The Shallows)

Yönetmen: Jaume Collet-Serra
Senaryo: Anthony Jaswinski
Görüntü: Flavio Martinez Labiano
Müzik: Marco Beltrami
Oyuncular: Blake Lively, Oscar Jaenada, Angelo Joze, Lozano Corzo

Columbia filmi

 

  İşte her şeyiyle son derece mütevazi bir film. Sadece 86 dakika. Blake Lively’den başka star, hadi onu geçin, bilinen oyuncusu yok. Ve reklam babında hiç avantajlı değil.

   Ama gelin görün ki sinema bir mucizeler sanatıdır. Ve İspanyol, daha doğrusu Katalan yönetmen Jaime Collet-Serra’nın geçmişini ve filmlerini bilenler için (Orphan- Evdeki Düşman, Unknown- Kimliksiz, Non Stop, Run All Night- Gece Takibi), bu hiç de sürpriz sayılmayabilir.

   Film Nancy adlı genç kadının Meksika kıyılarında ideal bir sörf alanı sayılan bir sahile gelmesiyle başlıyor. Yolda onu nezaketle arabasına alıp oralara getiren Carlos çekip gidince, genç kadın doğayla ve onun esinlediği geçmişiyle başbaşa kalıyor.

  Özellikle de yakın zamanda kanserden ölen annesi. Uzun yıllar önce onu bu sahile getirip resimlerini çeken o değil miydi? Ve sonuna geldiği tıp eğitimini bu acı olaydan sonra bırakıp, babasını da son derece üzmek pahasına evden kaçarak buraya dönmesi, o şokun eseri değil midir?

   Nancy yanında getirdiği küçük sörf tahtası ve bikinisiyle okyanustan gelen dalgalara kendisini bırakır. O aynı zamanda denizle ve doğayla sağlıklı bir ilişkisi olan sportmen bir kadındır.  Ve yükselen dev dalgaların tepesinde bile kendini rahat hisseder.

  Ama sonra ortaya çıkan kemirilmiş bir balina cesedi keyfini kaçırır. Ve birden cesedi parçalayan o dev yaratık, görkemli bir beyaz köpekbalığı ona saldırır, bacağında derin bir yara açar.

   O andan itibaren Nancy, etraftaki birkaç sörfçünün de çekip gitmesiyle ıssızlaşan sahilde geceboyu sürecek bir ölüm kalım savaşı verecektir.

   Film görece olarak kısa süresinin her dakikasına bir işlev kazandıran sağlam ve bilinçli bir sinemayla anlatılmış. Collet-Serra sinemanın özüne ve temeline inmeyi, dakik ve denetimli bir gerilim yaratmayı çok iyi biliyor.

  Köpekbalığı denince elbette ünlü Jaws filmlerini anmak kaçınılmaz. Ama bence bu alçakgönüllü film, Spielberg’in başyapıtına (ilk ve özgün filmi kastediyorum) bile meydan okuyabilir. Çok daha sade yapısı içinde, önceleri bir belgesel havasında gelişiyor ve bu, inandırıcılık ögesine büyük katkıda bulunuyor. Ama ayrıca gerilim de var: özellikle o uzun ve etkileyici final bölümünde…

  Sağlam bir senaryoyla başlayıp yönetmen ve de görüntü yönetmeni Flavio Martinez Labiano’nun da büyük katkısıyla gelişen film, o küçük yan karakterleri gayet iyi verirken, bir başka mucize de yaratıyor: baştan beri 500 metre ötedeki kıyıya yüzemeden, balinanın, gelgitin ortaya çıkardığı bir küçük kayalığın veya bir şamandıranın üzerinde yaşam savaşı veren Nancy’yi hiç ter ketmeyen bir martıyı, hikayenin önemli bir canlısı haline getiriyor.

    Üstelik o martı bir özel efekt yaratığı değil, gerçek bir kuş (En azından ben öyle sanıyorum!) 

   İki övgü daha: Müziği yapan usta Marco Beltrami. Ve tek başına filmi alıp götüren Blake Lively.

    Uzun ömürlü Gossip Girl TV dizisiyle tanıdığımız oyuncu, o diziden gelip gerçek oyunculuğa sıçrayan tek isim oldu. Yakında Woody Allen’in Cafe Society filminde de izleyeceğimiz 30 yaşındaki (1987 doğumlu) sanatçının filmdeki performansı azımsanacak şey değil. Hatta bence Oscar adaylığını bile hak ediyor. 


Yarın: EVCİL HAYVANLARIN GİZLİ YAŞAMI ve KABUSTAN GELEN

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"