Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkenin tek hakimi olarak ve de demokrasinin temel koşulu olan kuvvetler ayrımı ilkesine tümüyle sırt çevirerek kurmak istediği başkanlık sisteminin ülkemize getireceği zararın büyüklüğü, aklı başında herkesin gördüğü bir şey. Görmeyen ya da görmek istemeyenler ya böylesine bir bakış için gerekli olan toplumsal eğitimi hiç almamışlar. Ya da böylesi bir değişimden kendileri, çevreleri ve ait oldukları siyasal örgütlenme için fayda umuyorlar.
Ülkede mutlaka ve mutlaka büyük tatminsizlik, itiraz ve öfke yaratacak ve sonuç olarak son dönemin olaylarıyla yaralı bir halkı daha un ufak edip bölerek genel bir olumsuzluk yaratacağı kesin olan bu durum, aynı zamanda ülkemizin doğal ve tarihsel zenginliklerine de büyük zarar verecek.
Çünkü sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat bu konulara büyük ilgisi var. Öylesine var ki, daha 15 Temmuz’dan sadece iki gün sonra yaptığı konuşmada Gezi Parkı’na o malum kışlayı yapacaklarını ve de AKM’nin de ilk fırsatta yıkılacağını müjdeledi. O hengame içinde ‘kel alaka’ diyenlere sanki nanik yaparak!..
Onun bu konulara ve özellikle İstanbul’a büyük ilgisi var. Tıpkı rahmetli Adnan Menderes gibi. O da bu kentte sayısız büyük projeye damgasını vurmuştu.
Ama zamanında çok eleştirilmiş, hatta Yassıada’da biraz da bu yüzden hesap vermiş olsa da, o projelerden en azından bir kısmını bugün yararlı buluyorum/buluyoruz. Evet, çok şey denetimsiz bir modernizme feda edilmiş, çok sayıda anıt yok edilmişti. Ama en azından bir Barbaros Bulvarı, bir Vatan Caddesi, bir Dolmabahçe-Karaköy sahil yolu kent ve kent trafiği için yararlı olmuştu.
Sayın Erdoğan’da ise müthiş bir büyüklük merakı var. Her şeyin daha büyüğünü, en büyüğünü yapmak istiyor. Böylece camilerin en büyüğünü, hem de kentin seyir terası olan Çamlıca’ya dikiverdi. Yine oralarda en büyük kule yapılıyor. En uzun tünel, en uzun köprü, en yüksek yapılar da gelip İstanbul’un bağrına konuveriyor.
Sanki bir dönemde tüm frenk dünyasında özellikle şehircilik için kullanılan ‘small is beautiful’ lafını kimse duymamış... Sanki ergenlik hastalığı olan “benimki en büyük” lafı tüm AKP damgalı imar ve inşaat eyleminin sloganı olmuş.
Oysa dünyanın medeni toplumların elinde olan tüm ülkelerinde ve onların tarihsel kentlerinde, esas olan korumaktır. Bir eski yapıyı, bir çeşmeyi, bir sokağı, bir yeşil alanı veya gezinti parkurunu, giderek tek bir ağacı bile korumanın benzersiz bir eylem olduğunu hiç bilmezler mi? Üstelik kendisine muhafazakar diyen bir parti ve bir iktidar böyle mi yapmalıdır?
Sayın Erdoğan ise bu hevesini bilimsel hiçbir tabana oturtmayı denemiyor, belli örgütlere, kurullara ve uzmanlara yaslamayı hiç akıl etmiyor. Onca danışmanı arasında tarihçi, mimar ve sanatçı olanlar var mı? Oysa en azından Kenan Evren Boğaz’ı ve kıyılarını yeşil güzelliğiyle koruma konusunda İstanbul aşığı ve kent sevdalısı Çelik Gülersoy’a kulak vermiş, onun önerisiyle o Boğaz koruma yasası çıkmıştı.
Turgut Özal ise Ege tutkunu gazeteci Can Pulak’ı çevre danışmanı olarak tutmuş, onun sayesinde özellikle Gökova Körfezi ve çevresindeki tüm koylar betondan korunmuştu. Oysa şimdi, Özal’ın hem kişisel yazlığı, hem de mütevazi bir yabancı konukevi olarak kullandığı bina yıkılıp yerine çok daha büyük bir yapı geliyor. Ve o koylardan yarım düzinesi de imara açılıyor. Buyrun bakalım!..
Aynı gün (yani dün) yine ANAP ve Özal’la ilgili bir haber daha çıktı. Ankara’da eski ANAP Genel Merkez Binası olan ve 1989’da açılan yapı yıkılıyor. Üzerindeki sayız ağaçla birlikte tüm alan yapılaşmaya açılıyor. Aynı günde rahmetli Özal’la ilişkili iki büyük saygısızlık birden!.. Ve ülkenin siyasal tarihinden kimi anıların da toprağa gömülmesi.
Diyeceksiniz ki: Bunlar bırakınız onları, bir ölçüde kendi geçmişlerinin organik biçimde bağlı olduğu Demokrat Parti’ye bile aldırmadılar, tüm o anısı bile ürküten duruşmaların yapıldığı, Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı Yassıada’yı bile yamyassı edip çoraklaştırdılar ve betona boğdular...
Evet, öyle yaptılar. Yakın tarihin bu demokrasi şehitlerinin anısını bile koruyamamış bu iktidarın, şimdi 15 Temmuz şehitlerinin adını şuraya-buraya vermesine güvenebilir misiniz? Yarın rant gözüksün, oraları da elden çıkıverir.
Evet, tüm ekonomisini imar ve inşaata dayamış bir iktidar. Ve damgasını hep daha büyüğünü yaparak vurmak isteyen bir başkan. Şimdiden tüm bunlar olduğuna göre, yarın referandum geçerse, seyreyleyin gümbürtüyü...
Tüm kurullar lağvedilir, tüm mimar/mühendis odalarının çanlarına ot tıkanır. Tüm itirazlar, tüm protestolar susturulur, tüm yürüyüşler yasaklanır.
Ve ortada ne Gezi parkı kalır, ne AKM. Ne yeşil Boğaz sırtları, ne yürüyüş parkurları. Ne kuzey ormanları, ne güney gölleri. İstanbul artık Erdoğan ve emrindeki Ağaoğlu’lara, Torun’lara, Sur İnşaat’lara ve tüm o gökdelen uzmanlarına kalır. Tüm uzak/yakın tarihimiz, sanki IŞİD geçmişçesine parçalanır.
Eski yaşantımızdan izler giderek maziye karışır. Artık ne o sakin ve yeşil Kabataş sahilini, ne iskelesiyle, balık haliyle ve meyhaneleriyle Yenikapı’yı bulabilirsiniz. Beyazıt, Aksaray gibi eski meydanlar zaten çoktan tarihe karışmış iken, bunlara gelip Üsküdar da eklenir. Taksim ise sırasını bekler!..
Ve ne kadar köprü, tünel, metro filan yapsanız da, günün birinde bu şehirde hayat durur, trafik felç olur, insanlar bir yerden öbürüne gidemez hale gelir. Bekleyin, yakındır. Çünkü bunca rant hırsına ve bunca yağmaya koca İstanbul bile dayanamaz!..