GEÇMİŞİN İZLERİ
(The Railway Man)
Yönetmen: Jonathan Teplinzky
Senaryo: Frank Cotrell Boyce, Andy Paterson
Görüntü: Garry Philips
Müzik: David Hirchfelder
Oyuncular: Colin Firth, Nicole Kidman, Stelan Skarsgaard, Jeremy İrvine, Hiroyuki Sanada, Tanroh İshida, Michael MacKenzie, Jeffrey Daunton, Sam Reid
İngiliz-Avustralya filmi
İkinci Dünya Savaşı öyküleri bitmiyor. Belki 100. yılı filan gelince bitmeye yüz tutar!.. Ama şimdilik, dünya tarihinin, hem de bir uygarlık çağı sayılan 20. yüzyılda böylesine büyük bir savaşa girmesi, milyonlarca insanın can vermesi, soykırımların en korkuncunun işlenmesi ve günümüze dek gelen büyük yaralar açması, düşünmesi hala acı veren bir büyük dram. Üzerine anlatacak öyküler biter mi?
Bu kez savaşın İngiliz ve Uzak-Doğu cephesinden gelen bir öykü var. Tam 1980 yılında, yemyeşil manzaralar arasından İskoçya’ya giden bir trende tanışan bir erkekle bir kadın... Ortayaşın sonlarında, yüzünde koca bir bıyık ve açık bir bezginlikle dolaşan Eric Lomax, hayatı trenlerde geçmiş bir adamdır. Kadınsa taze dul, ilk kez bu yöreye turistik amaçlarla gelmiş Patti. Yüzünde hayli değişmiş (değiştirilmiş) bir kimlik taşıyan bir Nicole Kidman...
İlk görüşte aşk (o yaşlarda olabileceği kadar!) ve ardından gelen evlilik. Ancak kısa zaman sonra, Eric’in bitmeyen karabasanları ve onu geçmişe bağlayan gizler ortaya dökülmeye başlar. Bunların tümü, 1942’den itibaren dönemin Uzak-Doğu’daki İngiliz askerleriyle birlikte katıldığı savaşla ilgilidir. O ve bir avuç arkadaşı, Japon askerlerince taktik açıdan önem taşıyan Tayland- Burma arasına demiryolu döşemek için kullanılırlar: bu konudaki bilgilerinden yararlanmak için...
Aşağıdaki tünellerde, ayni iş için en zalim koşullarda çalıştırılan esirler vardır. Üstteyse birşeyler yapmaya, en azından bir radyo kurup savaştan haber almaya çalışan bizim takım... Ama Japonların radyoyu keşfetmeleri gecikmeyecek ve başta Eric, hepsi büyük işkenceye maruz kalacaktır.
Ve yıllar sonra Eric, bir yandan izini keşfettiği o işkenceci Japon’dan intikam almak, öte yandan durumunu büyük anlayışla karşılayan Patti’yle mutlu olabilmek için çabalayacaktır.
Film, tümüyle gerçek bir olaydan ve Eric Lomax’ın bu konuda yazdığı kitaptan alınmış. Son jeneriklerde kahramanların gerçek yüzleri de gösteriliyor: o zamanki ve çok yakın zamandaki halleriyle... Ve bu, zaten son derece dokunaklı olan final bölümüyle birleşerek, filmin üzerimizdeki etkisini hayli güçlendiriyor.
Bu yaşanmış öykü, savaşın uzak cephelerdeki çok daha az bilinen aşamalarına değinirken, yaşananlardan etkileyici tablolar sunuyor: özenle çekilmiş ustalıklı sinemasal bölümlerle... Ayrıca da, o özel koşulları aşıp daha önemli kimi ahlaki soruları ve ikilemleri dile getiriyor. Acaba intikam, yıllar sonra olsa bile yerine getirilmesi gerekli bir görev, doyurulması gerekli bir ihtiyaç mıdır? Öylesine yaralanmış bir ruh, intikam yoluyla huzur bulabilir mi? Yoksa, çok geç yakalanmış olsa da, aşk denen o olağanüstü duygu, her şeyin asıl ilacı olabilir mi?
Sonuç olarak oldukça klasik bir sinemayla anlatılmış, kusursuz performanslarla ve etkili bir müzikle desteklenmiş bu film, savaşın kendisinden çok yol açtığı kimi özel durumlara ve dramlara yöneliyor. Colin Firth’ün güçlü oyunu kadar, Nicole Kidman’ın fiziksel değişimle birlikte neredeyse (Oscar aldığı) The Hours- Saatler filmindeki oyununa yaklaşan kompozisyonuna da dikkat. Üçüncü baş oyuncu olarak da, Eric’in tüm serüvenine tanık olan Finlay rolündeki usta oyuncu Stellan Skarsgaard var Hepsinin gençliklerini oynayan oyuncuları da kutlamak gerekir: başta genç Eric’deki sapasağlam oyunuyla Jeremy İrvine olmak üzere...
Bir de elbette ‘ırkçı bakış’ sorunu var. Filmin açık bir Japon karşıtlığı, hatta düşmanlığı sergilediği söylenebilir. Ama galiba savaşı Uzak-Doğu cephesinde yaşamış olanlar buna itiraz etmeyecektir. Ancak finalde, romana (ve sanırım gerçeğe) uygun olarak bağışlamanın ve dostluğun önerilmesi, bu sakıncayı da en azından hafifletiyor.