09 Mart 2021

Hukuk tarihine damgasını vurmuş bir olayın filmi

Bu film yakın tarihin karanlık, tartışmalı ve gizemli bir olayına eğiliyor. 1894'de açılıp 1899'lara dek uzanan hikâye, Fransız ordusunun alçakgönüllü bir topçu yüzbaşısı olan Alfred Dreyfus'ün başına gelenleri anlatıyor

SUBAY VE CASUS
X X X

(The Officer and the Spy/ J'Accuse)

Yönetmen: Roman Polanski
Senaryo: Robert Harris, R. Polanski
Görüntü: Pawel Edelman
Müzik: Alexandre Desplat
Oyuncular: Jean Dujardin, Louis Garrel, Stefan Godin, Gregory Cadebois, Eric Ruff, Emmanuelle Seigner, Vincent Perez, Herve Pierre, Mathieu Amalric, Denis Podalydes, Andre Marcon, Melvil Poupaud

Gaumont (Fransız) filmi, 2020.

Roman Polanksi'nin bir filmi her zaman bir olaydır. Hele artık tam 88 yaşına ulaşmış (1933 doğumlu) olduğunu düşünürsek... O vatanı Polonya'yı terk edip Fransa ve ABD'de yaşamış, orada 1969 yılında, o yokken evini basan çılgın Charles Manson gurubu tarafından eşi Sharon Tate katledilmiş...

Ve on yıl sonra, yine ABD'de karıştığı bir tecavüz davası (yaşı küçük bir kızla ilişkisi) nedeniyle bu kez ülkeden kovulan ve hayatını Avrupa'da sürden bir sanatçı. Birçok filmiyle çoktan sinema tarihine geçmiş (Ben 100 Yılın 100 Filmi'ni yazarken Repulsion, Rosemary's Baby ve Chinatown arasında duraklamış ve sonuncusunu almıştım). Hâlâ üretmeye devam etse de, özellikle son dönemin #MeToo eyleminin ışığında artık bir "istenmeyen adam" olmuş talihsiz bir yaratıcı. Üzerinde çok konuşulmuş, çok alkışlanmış, ama sonunda az sevilip daha çok nefret edilmiş bir kader kurbanı.

Bu son filmi yakın tarihin karanlık, tartışmalı ve gizemli bir olayına eğiliyor. 1894'de açılıp 1899'lara dek uzanan hikâye, Fransız ordusunun alçakgönüllü bir topçu yüzbaşısı olan Alfred Dreyfus'ün başına gelenleri anlatıyor. Başta genç subayın askeri mahkemede rütbesinin ve silahının alınıp, dışarı çıktığında "Yahudi'ye ölüm" çığlıklarıyla yuhalanmasını görüyoruz.

Evet, Dreyfus bir Yahudi'dir. Ve o dönemin Fransa'sında Yahudiler tu kakadır. Doğrusu bu kadarını bilmiyordum. Sanki az sonrasında başkaldıracak olan Hitler faşizminin, özgürlük ve eşitlik ülkesi Fransa'daki bir ön provası!..

Ama başına gelenler sırf Yahudiliği yüzünden değildir o yıllarda. Fransa ile Almanya'daki gergin ilişkilerde genç subay, ülkesine ihanet edip birtakım bilgileri gizlice Almanya'ya vermekle suçlanır. Ama doğrusu olayda ırkçılığın etkisi de açıktır: Belki de Polanksi'nin altını biraz daha çizmeyi özellikle seçtiği...

Ve böylece yargılanan Dreyfus cezaya çarptırılır; ünlü ve menfur Şeytan Adası'ndaki hapishaneye yollanır. Bu arada onu bizzat suçlayanlardan biri olan ve vaktiyle öğrencisi de olmuş binbaşı Picquard, rütbesi yükseltilip albay olarak, işin ardındaki askeri istihbarat servisinin başına getirilmiştir. Ve olayın ardındaki usülsüzlükleri, hataları ve kötü niyeti bulup çıkarır ve üslerine bildirir. Ama hiçbiri yanlıştan dönmeyi ve adaleti sağlamayı kabullenmez. Bir hayatın ne önemi vardır ki... Önemli olan devlettir, ordudur ve kimsenin bir hatayı kabul edip düzeltmeye niyeti yoktur.

Ama ülkede her şeye rağmen "dördüncü kuvvet" vardır. Yani basın... Böylece olay basına intikal eder. Ve L'Aurore- Tan (ya da şafak) gazetesi dev başlığı atar: J'Accuse - Suçluyorum (eski deyişle itham ediyorum) diyerek... Üstelik bu yazının altında ünlü yazar Emile Zola'nın imzası vardır. Ve bu da olayın etkisini müthiş çoğaltır.

Ama yine de kolay olmaz. Devlet, sistem ya da düzen; ne isterseniz deyin... İşte o kendini savunur. Ve adalet ancak yıllar sonra tecelli eder. Birçok ülkede hâlâ olduğu gibi...

Film 120 küsur yıl sonra bu hikâyeyi yer yer etkileyici ama yer yer de didaktik ve mesafeli biçimde anlatıyor. İngiliz yazar Robert Harris'in 2013'te yayımlanmış kitabına dayanarak... Filmin imdb'de gerek eleştirmenler, gerekse sinemasever okur tarafından hayli övüldüğünü belirteyim. Ama bana göre kimi kusurları da yok değil. Öncelikle hikâyeyi hemen tümüyle albay Picquard cephesinden anlatması; çok fazla (hatta başdöndürücü biçimde) yan karakter içerse de, en önemli olanlarını neredeyse es geçmesi...

Gerçi Picquard gerçekten ilginç. Çünkü skandalın baş sorumlularından biri olsa da, sonunda gerçeği görmesi ve Dreyfus'ü kurtarmaya çabalaması, olasılıkla tüm hikâyenin en önemli mesajını veriyor: Ne pahasına olursa olsun gerçeğin peşine düşmek ve adaleti getirmek...

Ama yine de başta bizzat Dreyfus, Emile Zola gibi ana kişilikler son derece ihmal edilmiş duruyor. Tüm Paris'i kullanan dış çekimlerden mahkeme sahnelerine filmin belli bir durağanlığı ve statik olma durumu da var. Özellikle perdeye gelmiş onca ünlü "mahkeme filmi" hatırlanırsa...

Yine de ilgiye değer bir film bu... Yakın tarihin bu her açıdan ilginç olayı ilk kez böylesine ayrıntılı, kapsayıcı ve eğitici biçimde perdeye geliyor. Ve bizim için hâlâ çok önemli dersler sunuyor. Irkçılığı bir kez daha radikal biçimde mahkûm ederken, hukuk ve adalet duygularının çağdaş bir toplum için ne denli yaşamsal bir önem taşıdığını hatırlatıyor. Bir keze daha, ama en güçlü biçimde...

Ana kaynağı Anglo-Sakson olsa da her şeyiyle Fransız olan film, Alexandre Desplat ustanın müziğinden, Pawel Edelman'ın görüntülerinden ve başrolde (Picquard) Jean Dujardin'in oyunculuğundan çok yarar sağlıyor. Aralarında birçok Comedie Française oyuncusu da bulunan kadroda Louis Garrel, Stefan Godin, Vincent Perez, Mathieu Amalric, Denis Podalydes, Melvil Poupaud gibi ünlü isimler ikincil rollerinde parlıyorlar. Polanski'nin şimdiki eşi Emmanuelle Seigner ise bir "yasak aşk" kahramanı olarak çok iyi.

 



Not: Benim geçen akşam TRT-2'de izlediğim film, ayrıca Dijitürk'te de gösteriliyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"