16 Mayıs 2025

Her şeyiyle özgün bir çaba, deneysel bir film...

'Hurry Up Tomorrow', tümüyle deneysel bir film... Yer yer korku ve gerilim bile içeriyor. İçeriğinden biçimine, temalarının zenginliğinden oyuncularına görülmeyi hak ediyor

HURRY UP TOMORROW

X  X  X

Yönetmen: Trey Edward Shults
Senaryo: Reza Fahim, Trey Edward Shults, The Weeknd
Görüntü: Chayse İrvin
Müzik: Daniel Lopatin, The Weeknd
Oyuncular: The Weeknd, Jenna Ortega, Barry Keohan, Riley Keough, Ash T, Paul L. Davis, Roman Mitichyan, İbrahim İvan Troy

ABD filmi, 2025

İşte belki son günlerin en orijinal (özgün), kişisel ve sürprizli filmi... Ana sıfatı hemen vereyim: Tümüyle deneysel bir film bu... Ve deneyselliğinde hemen tümüyle zirveye çıkıyor. Yani tam bir başarıya çok yakın.

Neresinden başlamalı? Filmin senaryosuna katılan, müziğini yüklenen ve ayrıca baş rolü de üstüne alan The Weeknd, asıl adı Abel Makkonen Tesfaye olarak bilinen Kanada kökenli bir müzik insanı. 1990 doğumlu ve 2009’dan itibaren anonim olarak müzik yayınlamaya başlamış. Kısa zamanda da büyük üne erişmiş. Bir şarkısında şöyle diyor: I started too young to give up- Herşeye boş vermeye erken başladım.” Şimdilerdeyse artık olgunlaşmış, dengesini bulmuş, zaaflarından kurtulmuş. Ve inanılmaz bir oyunculuk gücü de kazanmış. Onun bu filmin ruhu olduğunu söylemek gerekiyor. Oyunculuğu da neredeyse görkemli olarak nitelendirilebilir. Yanı başında Jenny Ortega’nın Anima olarak filme duygu kattığı da bir gerçek...

Ve böylece karşımıza temelde müzik üzerine kurulu çok özel bir film geliyor. Bir açıdan özgün bir müzikal da denebilir. Upuzun bir jenerikle açılan film, çok akışkan bir kamera çalışmasıyla perdeye yansıyor. Birçok yerde soyut görüntüler var. Arada birden patlayan yangınlar da cabası! Bol küfrün yanı sıra belki en çok kullanılan sözcük “kanka…” Bu da erkekçe arkadaşlığın bir simgesi değil mi?

Kimi özel bir itinayla çekilmiş sahnelerde, kişilerin kafasından geçenler ekranda somutlaşıyor. Bu aynı zamanda çok özel bir aşk hikayesi. Alabildiğine duygusal sahnelerde, aslında müzik insanı olan The Weeknd’le Anima’nın ilişkisi karşımıza çok değişik bir aşk filmi getiriyor.

Dedim ya, bu tümüyle deneysel bir film... Bir yabancı eleştirmenin dediği gibi, tam bir manifesto... Yer yer korku ve gerilim bile içeriyor. İçeriğinden biçimine, temalarının zenginliğinden oyuncularına görülmeyi hak ediyor. İşte yine gerçek sinefiller için keyifli bir sınav olacak. Bu kaliteli, ama zor filme bir Türkçe isim koymamaları ise filmi getirtenlerin ciddi bir hatası...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Şiddeti ve dehşeti en anlamsız biçimde kullanan film

28 Yıl Sonra, bence son dönemde şiddetin en anlamsız, en aşırı biçimde kullanıldığı filmdir. Bir başka bakışla da tipik İngiliz mizahının bu kez bol şiddet ve korkuyla harmanlandığı… Beni üzen, hatta kahreden bir şey de çocukların filmde kullanılmasıdır

Western kültürüyle Japon samuraylığının özgün karışımı

Karşımıza gelen film sıradan bir gerilim değil. 'Kasırga', daha çok kötülüğün ve zulmün şaha kalktığı bir dönemin ve insanoğlunun canavarlaşmasının da öyküsü. Kendine özgü bir havası ve ritmi var. Ve belli bir gerçek-üstücü yapısı...

Tam bir siyahi kadınlar birleşmesi

Son Damla, hem bir kadın hem de tam bir kapalı mekân filmidir. Karşımızdaki film kusursuz değil ama öylesine özgün yanları var ki... Yazar-yönetmen Tyler Perry seyirciye ‘happy end’ mi yoksa ‘mutsuz son’ mu sunacak, hiç bilinmiyor. Artık hangisi çıkacak bahtınıza, görünce anlarsınız!

"
"