10 Ekim 2025

Bir teknoloji, korku ve aksiyon karması

Tron Ares filmi karşımıza bir tür masal olarak çıkıyor; teknolojik, fantastik, dijital… Ama şunu da söylemeliyim ki filmin kimi yerlerinde gerçekten uykum geldi. Onca vurucu-kırıcı-gürültücü müziğine rağmen… Belki de filmi yeni jenerasyonların ilgisine sunmak en iyisi!


TRON ARES

X X X ya da X X (açıklaması aşağıda)

Yönetmen: Joachim Ronning
Senaryo:
Jesse Wigutow, David DiGillio, Steven Lisberger
Görüntü:
Jeff Cronenwerth
Müzik:
Nine İnch Nails, Trent Reznor, Atticus Ross
Oyuncular:
Evan Peters, Jared Leto, Gillian Anderson, Greta Lee, Jeff Bridges, Jodie Turner-Smith, Cameron Monaghan, Sarah Desjardins, Arturo Castro, Elizabeth Bower, Hasan Minjah

Disney yapımı, 2025


Son dönemde gördüğüm en tuhaf, en garip, en itici olmayla hayli çekici olma arasında gidip gelen film… Belki hemen söylememde fayda var, olgun yaşta ya da benim gibi hayli yaşlı seyirci hiç sevmeyebilir. Ama yeni kuşaklar, ister X ya da Z olsun, isterse yapay zekâ vb. benzeri çağdaş inançların peşine düşsün, ayılıp bayılabilirler. Baştaki yıldız dağıtımım da zaten bundan olmadı mı?

Her şey artık her açıdan günümüz dünyasına sırt çevirmiş bir alemde geçiyor. 80’li yıllardan söz ediliyor ama hangi 80’ler, tam açıklanmıyor. Baştan itibaren fantastik bir dünyaya giriyoruz. Bir yandan içinde yaşanan dünya için birçok yeni ad var: Dijital çağ, siber güvenlik, teknolojinin egemenliği… Bir bölümde dijitalin etkisi araştırılıyor ve hayatın içinde yüzde 95’e ulaştığı saptanıyor! Son 40 yıldır inşa edildiği söylenen ‘paranoyatik uzay’da bir de sürpriz var. Adıyla müsemma bir Panik City… Yani gerçekten de görkemli bir paniğin kopması gayet mümkün!

Bu arada filmde New York’u andıran bir kentin özellikle geceleyin temsil ettiği uğursuzluk; veya gökyüzündeki arızalara koşuşan dron’ların varlığı, filme değişik atmosferler veriyor. Yer yer insanların önüne canavar suratlı makinalar çıkıyor. Büyükşehirde kırmızı motosikletlerle yapılan takip sahneleri de ilginç…

Bu hengâme içinde küçüklere de yer var. Biri onlar için “insan parçası” diyor! Bu vahşi dünyada kadınların rolü de önemli. Yaşanan dehşete karşın cesaretlerini ve dirençlerini en iyi koruyanlar belki onlar… Ve filmin kadın karakterleri gayet iyi seçilmiş. Bir yerde de “asker yaratmak” tabiriyle ordunun da olası geleceğinden söz ediliyor.

Böyle bir film, hem de iki saate yakın uzunluğu içinde kolay izlenmiyor. Önce birkaç hoşluktan söz edeyim. Komedi ve mizah yanı hemen hiç olmayan filmde, kadınlardan birinin “Keşke edebiyat bölümünde okusaydım” demesi… Bir yerde Mozart’la birlikte efsanevi Depeche Mode grubundan ve müziklerinden söz edilmesi… Müzik deyince, filmin müziğinden hiç hoşlanmadım. Hem de tam “üç kompozitör”ün birlikte yapmasına rağmen…

Sonuç olarak karşımıza bir tür masal çıkıyor; teknolojik, fantastik, dijital… Ve -zamanın birtakım ihtiyaçlarına ve uyarlamalarına uyarak- hayatımıza iyice yerleşmesi... Ayrıca Digiturk’te izlediğimiz SWAT dizisinden söz edilmesi; yaklaşan kötülüklerin o klasik “MayDay’ deyişiyle hatırlatılması vs.

Oyuncuları ise hayli ilginç. Jared Leto gençliğini hala koruyan jön olarak çok iyi.  Eskilerden Jeff Bridges yaşlı Kevin Flynn’e artık tanınmaz haliyle hayat veriyor. Dilinger ailesinin şefi olarak Evan Peters ve en önemli kadın Eve Kim’de oynayan Greta Lee de iyiler. Zaten kadınların tümünü çok beğendim. Nisbeten komik ve sempatik tiplerdeyse Arturo Castro, Brad Harder, belki bizden olan Hasan Minjah de işlerini yapıyorlar.

Böylece ilk başta filme iki ayrı yıldız vermemin nedeni de açık. Gençler için belki X X X iyi düşebilir. Ama yaşlılar X X’den öteye geçemezler sanırım.

Şunu da hatırlatayım. Filmin kimi yerlerinde gerçekten uykum geldi. Hiç adetim değildir ama bu kez filmden kopup gittim. Onca vurucu-kırıcı-gürültücü müziğine rağmen… Demek ki dediğim gibi, filmi yeni jenerasyonların ilgisine sunmak  belki en iyisi!

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

İnsanlık dışı bir alemde yaşamanın bedeli

"Vahşi Topraklar" filmi korkulu bir masaldır. Aynı biçimde, iyi ile kötünün bitmeyen savaşı… “Predator” da sinema tarihindeyse eminim en çok kullanılan film kahramanı… Ve bunlar teknik olarak çok farklı biçimlerde kullanılagelmiş. İşte son kullanılışı bu film. Keşke hiç yapmasalardı… 

Yaşanmış bir dramın bir Anadolu masalına çevrilmesi

"Bi Umut" filmi melodram türüne iyice yaklaşıyor. Ama naif bir melodram. Kolay kolay yapılamayacak... Hareketli bir kameranın katkısı da büyük. İşte son derece farklı, özgün ve baştan çıkarıcı bir film…

Sinemanın başkentinde kopan fırtına: Hollywood’un en büyük şirketleri art arda kapılarını kapatıyor mu?

Sinema denen olayın tüm dünyada bir buhranın tam göbeğinde olduğu, seyirci kaybının gerçek bir dram olduğu şu günlerde, Warner Bros’un iflası açık biçimde bir feryatla bizlere de intikal etti. Tüm sinefillere geçmiş olsun!

"
"