12 Ağustos 2014

Bir devin ölümü: Robin Williams 63 yaşında göçtü

Williams, “Bir parça çılgınlık insanoğluna bahşedilmiş bir armağandır. Onu iyi korumalıyız” demişti

Herkesin siyaset konuştuğu bir günde, ben hiç yazmamayı seçmiştim. Söylenecek ne var ki artık? Ama ünlü ve çok, çok sevdiğim bir yıldızın ölüm haberi, en azından bu konuda bir yazıyı gerektiriyor.

Evet, Robin Williams önceki gece, bize göre çok geç bir saatte öldü. Sadece 63 yaşındaymış. Oysa son filmi Asabi Adam’da –ki birkaç ay önce izledik- öylesine yaşlı gözüküyordu ki... Demek ki vaktiyle geçirdiği açık kalp ameliyatından beri sağlığı pek de iyiye gitmiyormuş.

Perdenin bu gelmiş-geçmiş en lastik suratlarından biri, Entertainmet Weekly adlı ünlü show-business dergisinin 1997 yılında ‘dünyanın en komik adamı’ seçtiği 1951 doğumlu Williams, siyasal bilgiler hevesini çabucak terkederek saygın Julliard tiyatro okulunda oyunculuk eğitimi aldı. Ve stand-up komedyenliğiyle işe başladı. Yüzü, bedeni ve özellikle sesini öylesine değiştirip iyi kullanıyordu ki, bu ona yükselen medya TV’de büyük fırsatlar getirdi. 1977’den başlayarak TV film ve dizilerinde rol aldı. 1978-82 arası Mork ve Mindy adlı popüler dizide Mork’u oynadı. Ve bu diziyle dönemin TRT’sinde bizlere de ulaştı.

1980’de Robert Altman’ın Popeye filminde, bizde Temel Reis diye bilinen çizgi roman kişiliğini oynadı. Sonra The World According to Garp- Garp’ın Dünyası, derken ünlü BarRy Levinson filmi Güneydın Vietnam’daki o unutulmaz radyocu rolü. Ve gelen ilk Oscar adaylığı...

Ardından hep birbirinden güzel ve ünlü filmler, altın roller geldi. Ölü Ozanlar Derneği’ni kim hatırlamaz? Amerikan üniversite çevresini aşıp eğitim ve öğretmen-öğrenci ilişkileri üzerine belki sinemanın en güzel yapımı olan Peter Weir filmi. Yeni bir Oscar adaylığıyla birlikte... Sonra Cadillac Man, Awakenings- Uyanışlar. Ve o unutulmaz Terry Gilliam filmi: Balıkçı Kıral. Bir Oscar adaylığı daha... 1986-2000 arası tam on filmi yüz milyon dolar gelir marjını aşan ve bu alanda zirveye oturan bir oyuncuydu o artık...

Başarı 90’larda da sürdü. Spielberg’in Hook- Kanca’sında oynadı. FernGully- Son Yağmur Ormanı’ndan başlayarak iddialı animasyonlara sesini verdi (toplam altı film: Alaadin, Robotlar, Neşeli Ayaklar 1 ve 2, vs). Bayan Doubtfire- Müthiş Dadı’da kadın kılığına girdi, The Bird Cage- Kuş Kafesi’nde ‘gay’ oldu. 1996’da ayni hafta gösterime çıkan iki filminin birden 100 milyon dolarlık geliri aşması sinema kaynaklarına geçti: Jumanji ve Kuş Kafesi.

Coppola’nın Jack, Kenneth Branagh’ın Hamlet (Osric rolü), Woody Allen’in Deconstucting Harry- Yaramaz Harry, Gus van Sant’in Good Will Hunting- Can Dostum filmlerinde oynadı. Bunlardan Ölü Ozanlar Derneği, Uyanışlar ve Can Dostum, o yılların en iyi film Oscar’ına aday olmuşlardı. Sonuncusu en azından Williams’a o çoktan hak ettiği Oscar heykelini getirdi. 

Sonrası da geldi. Gerçek üstücü melodram What Dreams May Come- Aşkın Gücü, duygusal güldürü Patch Adams, ikinci savaş güldürüsü Yalancı Jakob...2000’lerde daha az çalıştı. Bilim-kurgusal fantezi The Final Cut- Son Kurgu, siyasal taşlama Man of the Year- Yılın Başkanı, modern komedi Müzede Bir Gece. O kalplerimizi ısıtan, unutulmaz küçük film: August Rush- Kalbinin Sesini Dinle. Ve de kimi TV çabaları.

Yakın zamanda onu başkan Eisenhower’i canlandırdığı Başkanların Hizmetkarı ve de The Angriest Man in Brooklyn- Asabi Adam filmlerinde görmüştük. Ama sanki biraz hızlanmıştı. Nitekim bizi bekleyen en azından iki filmi daha var: Merry Frigggin in Christmas ve de Müzede Bir Gece’nin üçüncü bölümü. 

Williams üç kez evlenmiş ve üç çocuk sahibi olmuştu. “Bir parça çılgınlık insanoğluna bahşedilmiş bir armağandır. Onu iyi korumalıyız” demişti. Onu 2004 Berlin festivalinde Son Kurgu filminin söyleşileri sırasında tanımış, konuşmuş ve resim çektirmiştim. Sanırım birçok filmi unutulmayacak ve seyredenleri hep mutlu edecek...  

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"