Bir gazete mi yazar yaratır, yoksa yazarlar mı bir gazete? Tavuk-yumurta ikilemi üzerine ünlü deyişi hatıratan bir cümle. Özetle: Tam bir yanıtı olmayan....
Elbette gazete sayısız insanın emeğiyle oluşur. Ama vitrinde öncelikle yazarları vardır. Ve onların herbiri kendi açısından kişiliğiyle, yeteneğiyle gazeteye katkıda bulunurlar.
Ama özellikle büyük ve tanınmış bir gazetede yazmak, hele ilk adımlarını orada atmak da bir yazar için apayrı bir şanstır, bir büyük olanaktır. Yeteneği varsa, orada kendi okurunu bulur, hatta yaratır. Ve de gazetenin tiryakisi yapar.
Kendi adıma ben her şeye Cumhuriyet’le başladım. Yazma, ama illa da sinema üzerine yazma çılgınlığına kapılmış, 27 yaşında bir hevesli, koltuğumun altında eski Sinema Defterleri ve son haftanın filmleri üzerine daktilodan yenı çıkmış yazılar olduğu halde Cağaloğlu’ndaki eski binanın kapısından girdiğimde ve dönemin yöneticilerine (genel yayın müdürü Ecvet Güresin ve yazı işleri müdürü Erol Dallı) teslim ettiğimde, bunun olabileceğinden pek umudum yoktu. Ama mucize gerçekleşti ve o ilk yazılar çıktı. Tarih: Aralık 1966.
Bir gazetede 27 yıl yazmak...
Mucizeler güzeldir. Ama yetmez. Üzerinde çalışmak, o taban üzerine bir kariyer inşa etmek gerekir. Yine çok şansa, ama birazcık da kişisel hırsıma ve inadıma dayanarak, bunu yapmayı başardım. Ve tam 27 yıl (yine o tuhaf sayı!) aralıksız yazdım. 1993 yılında kendi isteğimle ayrılıncaya dek...
Arada neler olup bitti? Neler olmadı ki... Ancak bir (belki birkaç) anı kitabıyla anlatılabilecek... Ona da yakında başlamayı umuyorum.
Ama şimdilik şunu söyleyeyim: O 27 yılın, o ünlü filmi hatırlatır biçimde “hayatımın en güzel yılları” olduğunu söyleyebilirim. Özel hayatımın en önemli olayları kadar, sinema yazarlığımda da gereken birçok şeyi yaptım. Ve bunda en büyük pay, içtenlikle söylüyorum, Cumhuriyet gibi bir gazetede yazma durumu idi.
Elbette bir gazeteyle yazarı arasındaki ilişki sadece mutluluktan ibaret değildir. Tıpkı iki arkadaş veya karı-koca arasında olduğu gibi.... Kimi zor, sıkıntılı, üzücü anlar veya dönemler vardır. Kimilerinde ben gazeteyi suçlarım: örneğin beni 27 yıl boyunca kadroya almadan, sadece telif ödeyerek çalıştırdığı ve böylece sonraki yıllarda sosyal güvence açısından yollarımı tıkadığı için!.. (Ama burada ‘asıl kabahat sende’ derseniz, siz de haklısınız!)
Unutulmaz anılar ve isimler
Ama kimi başka olaylarda da kendimi suçlamışımdır. Örneğin 12 Mart 1971 veya 12 Eylül sonrası yaşanan bunalımlarda aldığım tavrı bugün onaylamam. Ama tüm bunlar burada, bu kısa yazı içinde işlenemez. İşin derinine imek, ayrıntıları işlemek gerekir. Ki bu da ancak anı kitaplarının işidir.
Ama kimi temel şeyler hiç değişmedi. Cumhuriyet benim için öncelikle büyük bir okul oldu. Tıpkı 100 yıla yakın zamandır sayısız okur için olduğu gibi... Orada sayısız yazarla, birçok kültür insanıyla, efsane gazetecilerle tanıştım, kimileriyle ahbap oldum. Örneğin Nadir Beyle konuşmalarımızı, Melih Cevdet Anday, Mehmet Kemal, Agop Arad veya Elif Naci’yle Kumkapı masalarımızı, Ali Sirmen, Emre Kongar veya Selmi Andak’la aile boyu buluşmalarımızı hiç unutmam. Ali Ulvi veya Turan Selçuk karikatürlerinin tadı hep damağımdadır. İlhan Selçuk, Uğur Mumcu ya da Hasan Cemal gibi efsane adlarla birlikteliklerimizse artık en değerli anılar arasındadır.
Cumhuriyet’i, Cumhuriyet yapan özellikler
Tüm bu dönemlerden kalan temel şeylerden biri, gazetenin hep okuruna karşı sorumlu, hep gerçek anlamda vatansever, hep sadece kitleye ve halka dönük siyasetinin değişmezliği oldu. Gazetem asla bir patronun çıkar ilişkilerinin alanı, bir ekonomik yatırımın vitrini veya bir şirketin reklam aracı olmadı. Temel ilkelerine hep bağlı kaldı: Atatürk’e ve devrimlerine bağlılık, laik ve demokratik bir cumhuriyete inanç, hukuk ve adaletin üstünlüğüne sadakat. Ve de emeğe saygı.
Kimi zaman bu kadar ilkeyi ve farklı, hatta çelişkili gözüken ideolojileri birlikte yürütmek kolay değildi. Örneğin sosyalizmin dünya sahnesine tüm görkemiyle çıktığı yıllarda, o da bu ideolojiye talip olmuştu. Ama Kemalizm ve sosyalizmi ayni tasta kavurmak kolay mı?. Ki buna dönemin ünlü jargonuyla ‘devrimcilik’ deniyordu: Sanki herkes birer devrimci kesilmişti!..
Aslında bu da çözümsüz değildi. Atatürk bizzat kendisi tarih sahnesinde yer almış devrimcilerin en büyüklerinden değil mi? O zaman niçin Kemalizmle Devrimcilik birlikte taşınmasın?
Ama elbette her şey bu kadar basit değildi. Buna karşın, Cumhuriyet benim naçizane görüşümle hemen her dönemde bu çok zor gözüken bireşimlere uygun dozu ve gereken akılcılığı yakaladı. Zaman zaman katı bir ideolojik tavır yerine daha farklı görüşlerin temsil edildiği bir platforma dönüşerek... Özellikle dünya büyük siyasal/ideolojik dönüşümler yaşadığında (örneğin 1989’larda komünizm çöktüğünde ve ardından kimi imparatorluklar parçalanıp yeni milliyetçilik dalgaları estiğinde) tüm bu yeni oluşumlara gereken yeni yaklaşımları getirmeyi bilerek...
O kendine özgü Cumhuriyet okuru
Elbette Cumhuriyet’in tüm bu özellikleri apayrı bir okur kitlesi de yaratmıştır. Gazetelerine neredeyse bir futbol fanatiği tutumuyla, belli bir tutuculukla yaklaşan... Ve kimi zaman andığım değişimleri kabul etmeyen, hatta bir ihanet sayan... Ben aslında belki dünyada eşi olmayan bu okur türünü iyi bilirim: ‘93 yılında ayrıldığımda, bırakınız dışardaki okuru, yakından tanıdığım kimileri bile benimle selamı-sabahı kesmişlerdi!..
Bu zaman zaman Cumhuriyet’in bir zaafı gibi gözükebilir. Ama ben aslında bu tür fanatik bir okuru bir gazete için büyük bir şans sayarım...
Ve şimdi günümüzde, bu gazete iktidar tarafından görülmemiş bir biçimde kuşatılıyor. İnsanı olsa olsa güldürecek, ama belki daha çok ağlatacak gerekçelerle, komik olmanın ötesne geçip grotesk olan bir yaklaşım. İlk atanan savcının aslında FETÖ’cülükten suçlandığının ortaya çıkması mı dersiniz? Gazetenin suçlandığı şeylerin tümüyle birbiriyle ters düşen şeyler olmasını mı?
Evet, bir kabus görüyoruz. Hemen ayni günlerde bir partinin seçilmiş milletvekilleri yine benzer zafiyetlerle malul gerekçelere dayanarak tutuklanıyor: başkanlarıyla birlikte...Ve yine ayni partinin seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor: yerlerine kayyumlar getirilerek....Bakalım gazetemizin başına da o zevattan birileri mi gelecek!...
Şimdilik tek yapabildiğimiz, ”Allahım sen aklımı koru” demek... Bekleyelim, göreceğiz.