03 Nisan 2015

Arabalarını çok seven, ama canlarına da okuyanlar!

Hızlı ve Öfkeli 7'nin cilası müthiş, aksiyon ise şaha kalkmış durumda

 

HIZLI VE ÖFKELİ - 7   (Fast and Furious)    X  X  X

Yönetmen:  James Wan
Senaryo: Chris Morgan, Gary Scott Thompson
Görüntü: Mark Spicer, Stephen F. Windon
Müzik: Brian Tyler
Oyuncular:  Vin Diesel, Jason Statham, Paul Walker, Michelle Rodriguez, Tyrese Gibson, Jordana Brewster, Dwayne Johnson, Kurt Russell, Ludacris, Lucas Black, Nathalie Emmanuel, Elsa Pataky, Gal Gadot, Djimon Hounsou/ Universal (UİP) filmi

 

 

2001 yılında Los Angeles fonu üzerinde oldukça mütevazi bir ‘hızlı araba ve sert vuruşma’ filmi olarak başlayan The Fast and the Furious serisi giderek büyüdü. Ve 7. bölümde hem yeni bir yönetmene (James Wan), hem yeni bir isme (sadece ‘Furious’) ve de ilk başlarda hayal bile edilemeyecek boyutlara ulaştı; hem bütçe, hem de aksiyonun doruklarına çıkma çabasıyla...

Ama o ilk baştaki özellikler değişmedi. Ne sinemasal, ne etik veya ahlaki hiçbir iddiası olmayan, hemen hepsi oyun güçlerinden çok iri-yarı boyları, kasları ve döğüş yetenekleriyle sivrilen oyuncuları, ilk okul düzeyindeki diyalogları ile naif aksiyon öyküleri olarak kaldı. Kadınları da erkekler kadar döğüşçü ve hırslı, kötü adamları gerçekten kötü, iyileriyse o hengamede aile kavramını alabildiğine yücelten kişiler: eski Mafya filmlerindeki gibi...

Bu özellikler değişmiyor. Ama filmin cilası müthiş, aksiyon ise şaha kalkmış durumda. Şöyle bir bakalım.

İlk birkaç bölümünden sonra izlemeyi bıraktığım seri, 6. bölümün bitmesinden hemen sonra başlıyor. ABD’den başlayıp tüm dünyadaki kötülere karşı savaşan ekip eve dönmüş ve daha sakin bir hayata başlamıştır: Brian (Paul Walker) küçük oğlunu büyütürken, eşi de yeni bir çocuğa hamiledir. Dominic ise (Vin Diesel) geçen bölümde öldüğü sanılan sevgilisi Letty’nin (Michelle Rodriguez) hayata dönüşünün sevincini yaşar.

Ama önceki bölümde hakladıkları bir haydudun ağabeyi Deckard Shaw (Jason Statham), kardeşininin intikamını almaya yeminlidir. Heryerde patlattığı bombalarla L.İ.’yi yaşanmaz hale getirdikten sonra, birebir döğüşlere geçer. Peşine düşen ekip ise tüm dünyayı izlemek için yaratılmış God’s Eye- Tanrı’nın Gözü adlı cihazı bulmak için Dubai’deki bir milyarderin sarayına girer. 

Zeka düzeyi oldukça alçaklarda seyreden ve sinema sanatından nasibini almamış böyle bir proje için ne söylenebilir? En iyi olasılıkla belki şu: Bu da sinemanın bir türü, bir tarzıdır. En azından sinema teknolojisi alanında kendine göre bir yaratıcılığı vardır. Ve de imdb adlı evrensel sinema sitesindeki 9 puanının  gösterdiği gibi (çok az filmin erişebildiği bir puan!), böyle filmlerin hayranı çoktur. Özellikle bilgisayar oyunu eğitimli  gençler arasından!...

Takıma yeni katılan Jason Statham, döğüş sanatında Vin Diesel’le rahatça boy ölçüşüyor. İkisinin rekabeti sözcüklere sığmaz: En az üç kez döğüştükleri gibi, iki kez de arabalarını cehennem hızıyla sürerken çarpışmayı göze alabiliyorlar. İnanılır şey değil...Hepsinden burunları bile kanamadan çıktıkları gibi, Vin Diesel’in inatla sırtından çıkarmadığı bembeyaz T-shirt’ü leke bile almıyor. Tam bir gerçeküstücü tavır!...

Filmde bizim katırlardan beter muameleye uğrayan  güzelim arabaların haddi hesabı yok!..Hele o ilginç Dubai bölümlerinde, prensin 3,5 milyon dolarlık arabasına yapılanlar neredeyse gözümü yaşarttı; bu arabaya böyle yapılır mı diye!..Adamların öylesine lüks araba düşkünü olmalarına karşın bu yaptıkları, ünlü halk deyimini hatırlatıyor: debbağ (derici) beğendiği deriyi yerden yere vururmuş!...

Bu bölüm biraz da beklenmedik biçimde ölen Paul Walker’e adanmış. Önceden çekilmiş bölümler, kardeşinin kullanılması ve bilgisayar katkısıyla tamamlanmış. Ve film ona adanmış. Seriye yeni katılanlar arasında Kurt Russell da var; Mr. Nobody adlı hükümet görevlisi rolünde. Haylı yaşlanmış ve garip biçimde  Mustafa Sarıgül’e benzemiş olarak!... Bilgisayar uzmanı Ramsey rölündeyse, Game of Thrones dizisinin üne kavuşturduğu çıtı-pıtı esmer güzeli Nathalie Emanuel keyifle izleniyor.

Filmin çekimleri son derece kalabalık bir ekiple yapılmış ve teknik olarak üst düzeyde. Kurgu ise yine son derece özenle ve sanırım çok uzun sürede tamamlanmış. Tam beş kurgucunun ortak çalışması, bunun bir diğer göstergesi.

Sonuç olarak, uzunluğuna karşın (135 dakika) oyalayıcı bir film. Hiçbir biçimde ciddiye almamak kaydıyla...Küçük yaştakilerin görmesi ise bence sorun yaratabilir: ya o tarz araba kullanmayı normal sanıp denemeye kalkarlarsa!... 

 

Sempatik bir Yahudi masalı...

 
 

 

ŞANS AYAĞIMA GELDİ     (The Cobbler)    X  X  X

Yönetmen:  Thomas MacCarthy 
Senaryo: T. MacCarthy, Paul Sado
Görüntü: Mott Hupfel
Müzik: John Debney, Nick Urata
Oyuncular:  Adam Sandler, Steve Buscemi, Ellen Barkin, Dustin Hoffman, Melonie Diaz, Elena Kampouris, Lynn Cohen, Dan Stevens, Method Man, Dascha Polanko/ Amerikan filmi

 

Film 1903 yılının New York’unda açılır. Hasidik Yahudi’lerden bir grup, bir ayakkabıcı dükkanında toplanmış, kendilerini yerlerinden edip mülklerine konmak isteyen bir çeteden kurtulma çareleri arar.

Sonra zamanda bir sıçrayışla günümüze geliriz. Aynı dükkânı yıllardır işleten Simkin ailesinin son temsilcisi Max, yıllar önce çekip giden babasının ve onu özlemle anan hasta annesinin kederi içinde, yine mahalleyi ucuza kapatmak isteyen bir gruba karşı esnafı örgütlemeye çalışan Carmen adlı hoş bir genç kızla tanışır. Acaba yıllardır edinemediği kız arkadaş (giderek eş) o olabilir mi?

Öte yandan, bodrumda keşfettiği, aileden kalma eski ayakkabı tamir tezgahı, sakın olağanüstü marifetleri olan büyülü bir alet olmasın? Ya kayıp sandığı babası çok yakınlarda bulunmasın? Üstelik komşusu berber Jimmy, o ve ailesi hakkında çok şey bilen bir tür ‘ermiş’ ise?

Köklerini Yahudi kültüründen ve inançlarından alan bir tür modern masal. Aslında çok sempatik ve ana fikri de hoş. Ama yazar/yönetmen ekibi hikâyeyi tam gereken mecraya yöneltmekte yetersiz kalıyorlar.

Bir diğer deyişle, ayağına her yeni ayakkabı geçirişte başka birisi olan adamın öyküsü, bu espriyi neredeyse sonsuza dek tekrarlayınca, olay vuruculuğunu yitiriyor. Ve ikinci yarıda film tekdüzeleşiyor.

Yine de bol ‘bonus’ var. Adam Sandler, artık tipik özelliği olan biçimde, çılgın bir öykünün ana kişisini soğukkanlılıkla, tek bir gereksiz jest veya mimiğe saplanmadan oynuyor. Komşu berberde Steve Buscemi, babada Dustin Hoffman, cazgır yatırımcı kadında Ellen Barkin gibi özlenmiş sanatçıların konuk oyunculukları harika...Carmen’de ise genç oyuncu Melonie Diaz’ı tanımak keyifli.

Sonuç olarak, çok şey beklemeden izlenecek bir eğlencelik...

Yarın: İstanbul festivali ve KAÇIRILMAMASI GEREKENLER

 

Haftanın Filmleri

 

Hızlı ve Öfkeli-7     X  X  X

Rekor sayıya ulaşan bu seri, yine bol aksiyon ve başdöndürücü bir teknoloji vaad ediyor. Özellikle bilgisayar oyuncuları için...

Şans Ayağıma Geldi     X  X  X

Bu tipik Adam Sandler komedisi, zengin Yahudi kültüründen ve görkemli kadrosundan destek alıyor. Ve de oyalıyor.

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"