Muharrem Yılmaz’ın kendi şirketine ilişkin iddialar nedeniyle TÜSİAD başkanlığından istifa etmesi yalnızca ekonomi hayatının değil, siyasetin de gündemine bomba gibi düştü.
Hükümete yakınlığı ile bilinen Akşam ve Star gazetelerinde ortaya atılan iddiaya göre, Yılmaz babasından devraldığı ve 2005’ten beri Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüttüğü Sütaş’taki sendikal mücadeleye karşı çirkin ve yakışıksız yollara sapmış. Son 24 saatte herkes bu iddianın ayrıntılarına vakıf oldu zaten. O yüzden tekrar yazmaya lüzum görmüyorum. Elbette Yılmaz’ın en kısa sürede bu iddialara somut ve tatmin edici cevaplar vermesi gerekiyor.
Haberin “yandaş” basında çıkması, hemen “Hükümet, TÜSİAD Başkanı’na operasyon çekti” şeklinde bir algı yarattı. Meselenin bu boyutunu yok saymak mümkün değil. Türkiye’de yapılan birçok haberin sadece ve sadece habercilik saikiyle yazılıp çizildiğine olan inancımızı yitireli çok oldu. Dolayısıyla, TÜSİAD gibi Erdoğan hükümetini açıktan eleştiren bir kurumun en başındaki ismin Erdoğan’a yakın medya tarafından böyle haberlerle anılması, ister istemez akla başka şeyler getiriyor.
Ancak öte yandan, Yılmaz’ı istifaya götüren nedenlerin Soma faciası sonrası yeniden gündeme gelen işçi-işveren ilişkilerini tartışmak için iyi bir fırsat olduğunu da kaçırmamamız gerekiyor.
Öyle ya…
Gerçekten de Türkiye’nin iş hayatında ve demokratik işleyişinde evrensel standartları şart koşan, AB sürecinin en büyük destekçisi olan TÜSİAD’ın başkanı bile kendi şirketinde “3.dünya patronluğu” yapıyorsa bunu da oturup düşünmek gerekmiyor mu?
Türkiye’de patronların sendikalı olmak isteyen işçilere karşı, başta işten çıkarma olmak üzere her türlü yola başvurduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bir işverenin fabrika önünde eylem yapan ve sendikalı olmak isteyen çalışanlarına ahlak dışı yöntemlerle zulmettiğine ilişkin iddiaları yadırgamadık.
Bu tablo, Türkiye’nin dört bir köşesinde her gün onlarca kez yaşanıyor.
Bu memlekette en az işçi ölümleri kadar kanıksanan bir başka şey de sendikalı olmak isteyen işçilerin işsiz bırakılması veya patron tarafından işyerinde izole edilmesidir.
İşte tam da bu yüzden, Yılmaz’ın istifasının kimin ekmeğine yağ sürdüğünü ya da kime darbe vurduğunu hesap etmeden önce Türkiye’nin çalışma hayatında ve iş barışında neye tekabül ettiğini tartışmamız gerekiyor.
Memlekette olup biten her şeyi siyasi hesaplar üzerinden okumak ne kadar çekici olsa da, Soma’da can veren ya da Sütaş’ta kapı önüne konulan işçilerin sorunlarını unutmaya hazır bir kamuoyu ile gidilecek fazla bir yol yok ne yazık ki…
Burada Muharrem Yılmaz’ın hakkındaki gazete haberleri sonrasında, hiç beklemeden istifa etmesi büyük önem taşıyor. Türkiye’de kullanılması “zayıflık ve çaresizlik” olarak algılanan istifa müessesinin yaşadığını görmek, her şeye rağmen takdiri hak ediyor. Çünkü son aylarda rüşvet iddialarıyla koca bir toplumun alay konusu olan bakanlar, milletvekili koltuklarındaki istiflerini hiç bozmadan oturmaya devam edebiliyor. Yönettiği kenti biber gazına ve copa boğan valiler, emniyet müdürleri “nasılsa emir yukarıdan” deyip üstlerindeki sorumluluğu hop hükümete atarak vicdanlarını ve sorumluluklarını sümenaltı edebiliyor.
Böylesi bir tabloda, işçisini sendikalı diye kapıya koymaya çalıştığı iddia edilen bir patronun başında bulunduğu sivil toplum örgütündeki görevinden istifa etmesi bile göz yaşartıyor. İşte bu kadar vahim durumdayız…
Birkaç gün içinde TÜSİAD yönetimi, Rahmi Koç ve Bülent Eczacıbaşı gibi ağır topların oluşturduğu Başkanlar Konseyi’nin de görüşünü alarak yeni başkanını belirleyecektir. Yeni başkan Ocak’taki seçimli genel kurula kadar geçici olarak görev yapar; ocak ayının ikinci ya da üçüncü haftasında yapılacak genel kurulda da iki yıllığına görev yapacak yeni başkan netleşir. Zaten hangi ismin o koltuğa oturabileceği her zaman üç aşağı beş yukarı bellidir. TÜSİAD teamüllerine göre, ilk tercih başkan yardımcıları içinden olacaktır. Ancak onların görevi kabul etmemesi halinde yönetim kurulu üyeleri gündeme gelecektir. Benim tahminim, 3 başkan yardımcısı içinde Sabancı Holding Perakende ve Sigortacılık Grup Başkanı Haluk Dinçer’in başkanlığa en güçlü aday olduğu yönünde. Genel Kurul’a kadar geçici başkan olarak ise yönetim kurulu üyesi emekli büyükelçi Volkan Vural’a görev düşebilir.
Ümit Boyner sonrasında da Haluk Dinçer başkanlık için favoriydi. Ancak işlerinin yoğunluğu nedeniyle görevi kabul etmedi. Bakalım bu kez TÜSİAD Başkanlığı gömleğini giymek isteyecek mi?
Gömlek demişken madem, yazımızı Muharrem Yılmaz’dan bir alıntı ile bitirelim…
Ekonomist dergisinin 19 Ocak 2014 tarihli sayısında, göreve gelişinin birinci yıldönümü nedeniyle kendisi ile bir röportaj yapmıştım. Bakın o görüşmede Yılmaz, “TÜSİAD başkanlığı ateşten gömlektir” görüşü hakkında neler söylemiş:
*Siz seçilmeden önce TÜSİAD Başkanlığı için “ateşten gömlek” tanımı yapılıyordu. Son 1 yılda çözüm süreci ilan edildi, Gezi olayları yaşandı ve devlet 17 Aralık’tan sonra en ciddi kuvvetler ayrılığı krizini yaşadı. “Bütün krizler beni buldu” diyor musunuz?
Ben demiyorum ama ailem ve arkadaşlarım diyor (Kahkaha atıyor). Ne kadar da şanslısın diyorlar. “Senin ateşten gömlek ateşten palto oldu” diyorlar. Ama Türkiye’nin ana meselelerinin çözümü yolundaki çalışmaların içinde bulunmanın, TÜSİAD gibi köklü ve birikimi yüksek bir kurumda kendimi geliştirme imkanı bulmanın bende yarattığı heyecan ve tatmin o kadar yüksek ki, doğrusu bu “ateşten gömleği” aklıma getirmiyorum, ya da alıştım diyebiliriz.