05 Mayıs 2021

İçkinin siyaseti, sosyolojisi ve hukuku

Bu yasak çok açık biçimde hukuka aykırı. Hem açık ve somut yasal dayanağı olmadığından. Hem de pandemi ile mücadele için gerekli bir yasak olduğuna dair teknik ve bilimsel bir veri bulunmadığından

Yaklaşık üç haftalık pandemi kapanması döneminde idari genelgelerle getirilen içki satışı yasağı çok tartışıldı.

Önce birkaç soru ile başlayalım:

  • Ortada (genelge ile bile olsa) gerçekten bir "içki yasağı" var mı?
  • Kanunun koymadığı yasak, genelge ile konulabilir mi?
  • Kanunun, "idare şu durumlarda gereken her önlemi alabilir" şeklinde verdiği yetki, idareye istediği her türlü yasağı koyma imkanı verir mi?
  • 3 haftalık içki yasağı halkın "yaşam tarzına müdahale" anlamına gelir mi?
  • Toplumda içkiye yönelik bir geleneksel tolerans kültürü var mı?
  • Toplumda içkiden kaynaklı bir potansiyel sosyolojik çatışma var mı?
  • İçkinin yasaklanmasının siyasi bir "getirisi" var mı?
  • İçki yasağına karşı çıkmanın siyasi "götürüsü" var mı?

Sonra birkaç tespit ile devam edelim:

Evet, ortada genelge ile getirilen bir içki satış yasağı var. İlk genelgede bu yasak, sayılan istisnalar dışında marketler ve satış yerleri için "zorunlu temel ihtiyaçlar" dışındaki ürünlere satış yasağı öngörülmek suretiyle dolaylı ifade edilmiş. Son genelgede ise açıkça vurgulanmış. Sonuçta baştan itibaren genelge ile konulan bir içki satış yasağı var.

Evet, bu yasak çok açık biçimde hukuka aykırı. Hem açık ve somut yasal dayanağı olmadığından. Hem de pandemi ile mücadele için gerekli bir yasak olduğuna dair teknik ve bilimsel bir veri bulunmadığından.

Hayır, kanunda, "idare şu durumlarda gereken her önlemi alabilir" şeklinde yetki verilmesi, idareye istediği her türlü yasağı koyma imkanı vermez. Böyle olsaydı zaten Anayasa'da temel hak ve özgürlüklerin kamusal otoritelerce sınırlanabilmesi için bir sürü kural ve şart konulmasına gerek kalmazdı. Özgürlükleri ayaklar altına alıvermek çocuk oyuncağı kadar kolay olurdu.

Polis devleti mi, hukuk devleti mi?

Hükümet bu yasaklara yasal dayanak olarak, gerek 1930 tarihli Umumi Hıfzısıhha Kanunu gerek İl İdaresi Kanununda idari makamlara verilen, salgın hastalıkla mücadele veya ilde kamu düzenini korumak için "her türlü önlemleri almak" şeklindeki yetkiye dayandırıyor.

Oysa kanunda idareye verilen bu tür yetkilerde hukuken şöyle bir ayırım yapmak lazım.

Bu yetki kapsamında idare, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini doğrudan sınırlamayacak nitelikteki rutin ve olağan önlemler alabilir. Örneğin salgın hastalık durumunda maske takma zorunluluğu, toplu taşım araçlarına binmede veya kamuya açık kapalı yerlere girmede HES kodu zorunluluğu, işyeri açılış ve kapamış saatlerinin kısıtlanması gibi. Bunlar için ayrıca özel yasal yetkiye ihtiyaç yok. Mevcut genel yetki yeterli.

Buna karşın olay kişilerin temel hak ve özgürlüklerini doğrudan sınırlayacak boyuta varıyorsa, böyle genel ve soyut bir yetki yetmez. Anayasaya göre bu durumda hem böyle bir sınırlamanın doğrudan ve açıkça kanunla öngörülmesi gerekiyor. Hem de bu sınırlamanın mahiyeti yani içeriğinin amaçla orantılı ve ölçülü olması ve amacın gerçekleşmesi için gerekli olması zorunlu. Hatta bu sınırlamanın ilgili Anayasa hükmünde de belirtilmesi gerekiyor, ama bu teknik ayrıntılara fazla girmeyelim.

Basitçe ifade edersek, herkese veya 65 yaş üstü gibi belli kesimlere toptan sokağa çıkma yasağı konulması, belli istisnalar dışında tüm işyerlerinin ve ticari yerlerin kapatılması, belli ürünler dışında tüm ihtiyaç maddelerine ve ürünlere satış yasağı konulması gibi Anayasa'da açıkça güvenceye alınmış özgürlükleri (seyahat özgürlüğü, özel teşebbüs özgürlüğü, çalışma hakkı vs.) kısıtlama için, bu yasakların açıkça kanunda öngörülmesi gerekiyor. Yani kanundan özel ve somut yetki gerekiyor, genel ve soyut yetki yetmiyor.

Buna ilaveten, bu genel yasakların (genel içki satışı yasağı veya sadece 65 yaş üstü kesime sokağa çıkma yasağı gibi) pandemi ile mücadele için gerekli olduğunun bilimsel ve teknik olarak ortaya konulabilmesi de şart.

Oysa anılan kanunlarda pandemi durumunda gerek sokağa çıkma yasağı, gerek işyerleri ve ticari yerlerin kapatılması, gerekse genel ürün satışı yasağı öngörülebileceğine dair hiçbir açık ve somut hüküm yok.

En başta gelen hukuka aykırılık burada. Yani kanunun verdiği, "idare şu durumlarda her türlü önlemi alabilir" tarzındaki genel yetkiler, temel hak ve özgürlükleri doğrudan sınırlayıcı önlemler için yeterli hukuksal dayanak olamaz.

Bu nokta aslında fiilen polis devleti ile hukuk devletini ayıran çizgidir.

Yöneticilerin, "Kanunun verdiği genel yetkiyle ben istediğim idari kararı alır ve uygularım, kimse de karışamaz!" dediği ve buna yargı mercilerinin de ses çıkarmadığı ülke, şeklen hukuk devleti gibi görünse de, aslen polis devletidir.

Bilimsel ve teknik yönden örneğin içki yasağı için öne sürülen iddia ise, içkinin sosyalleşmeyi artırdığı ve sosyal mesafeyi azalttığı görüşü. Bilimselliği bir yana, bu durumda sosyalleşme yönünden içki ile aynı özellikleri taşıyan tütün-sigara için aynı yasağın konulmaması ise bu iddiayı hemen çökertiyor. Kaldı ki eve kapanmada zaten dışarı ile sosyalleşme fiilen mümkün değil.

Sosyoloji sayesinde siyasette ekmek yemek stratejisi

O halde ister istemez geliyoruz sosyoloji ve siyaset kısmına.

Bu yasakların ortaya çıkardığı en somut sonuçlardan biri, iktidarın uzun süredir muhafazakârlık eleştirilerine karşı en klasik söylemlerinden olan "kimin yaşam tarzına karıştık?!" söyleminin de çökmüş olması.

İçki yasağının aslında pandemi bahane edilerek iktidarın kendi muhafazakar-İslami yaşam tarzını tüm topluma empoze etme amacının bariz ve somut bir yansıması olduğunda yerli-yabancı tüm objektif gözlemciler hemfikir.

Gerçi bendeniz, arka plandaki asıl amacın bundan ziyade, hükümet bloğunun normalde (eskiden) kendisine oy veren ama son zamanlarda kayda değer bir kısmı kendisinden uzaklaşma emareleri gösteren muhafazakâr-milliyetçi kesimi konsolide etme ve yanında tutma taktiği olduğu düşüncesindeyim.

Ama son içki yasağının, hükümetin "Kimsenin yaşam tarzına müdahale etmiyoruz!" klişesini çökerttiğinde ve özellikle hükümet icraatlerine yönelik pembe gözlük takmakta hâlâ ısrar eden yerli-yabancı liberal kamuoyunda ciddi bir irkilmeye ve titreyip kendine gelmeye sebebiyet verdiğinde kuşku yok.

Peki, "bu içki yasağı iktidar bloğunun klasik oy tabanını nasıl konsolide edecek?" diye sorarsanız yanıtım şöyle:

Tahminimce bu yasak ile hedeflenen, toplumu "alkole karşı olanlar-alkole taraftar olanlar" şeklinde kutuplaştırmak. Muhalefet bloğunun bu içki yasağına toptan ve ciddi biçimde tepki vereceğini hesaplayarak, "Ey ahali, içki içilmesini destekleyenler muhalefete oy versin; içkiyi tasvip etmeyenler bize oy versin!" şeklinde basit ama etkili bir propagandayla, işi kültürel bir çatışma boyutuna sokmak. Böylece toplumun kültürel olarak üçte ikisi dindar-muhafazakâr-milliyetçi kesimine sosyolojik bir blokaj uygulayarak, alkole taraftar-alkol karşıtı kültürel bir kamplaşma inşa etmek. Bu kamplaşmayı seçimlere de tahvil etmek.

Sanırım iktidar bloğunda içki yasağı ile hedeflenen, sosyolojinin siyasette ekmeğini yeme stratejisi böyle bir şey.

Peki tutar mı?

İki nedenle bu taktiğin istenilen sonucu vermeyeceği kanaatindeyim.

İlki, muhalefetin son içki yasağına karşı hükümetin oyununa gelmeyip, hemen ciddi bir karşı tavır takınmaması siyaseten doğru bir yaklaşımdı. Muhalefet tarafında bu yasağa "düşük profil" bir tepki verilerek, salt özgürlüklere ve yaşam tarzına müdahale kapsamında "görülmesi" ve içki destekçisi bir imaj çizilmemesi muhtemelen hükümetin hiç hoşnut olmayacağı bir yaklaşımdı.

Kaldı ki zaten "yaşam tarzına müdahale" şeklinde algılanabilecek bu tür yasaklara tepkinin doğrudan siyaset kanalı yerine, bizzat ve doğrudan sivil toplum kanalından gelmesi de bence daha sağlıklı bir yaklaşımdı. Nitekim son günlerde sivil toplumdan gelen ciddi demokratik tepki zaten ümit verici.

Diğeri ise, geleneksel olarak toplumun içkiye karşı tolerans eşiği.

Bu ülkede sadece laik Cumhuriyet döneminde değil, şeriatla yönetilen Osmanlı döneminde bile içkiye karşı gerek yönetim kademelerinde gerek toplumda genel bir tolerans hep hakimdi. Tarihçi değilim ama bildiğim kadarıyla Osmanlı'da 4. Murat dönemindeki gibi bazı istisnalar hariç içki hiç yasak olmadı. Gerek İstanbul'un gerek Anadolu'nun meyhaneleri sadece gayrimüslimlere değil Müslümanlara da hizmet verirdi.

Anadolu'da özellikle düğünlerde ve özel günlerde içki içilmesi çoğu yerde gelenek halini bile almıştır.

İçki içmek konusunda kimsenin kimseye karışmaması bu topraklarda belki de en yerleşmiş kültürel tolerans örneklerinden biridir.

Her ne kadar son dönemdeki gözle görülür muhafazakârlaşma özellikle orta, kuzey ve doğu Anadolu'da etkili olduysa da, toplumun kültürel geleneklerinde içki içene karşı belli bir tolerans hep vardı ve muhtemelen olmaya da devam edecek.

Bu noktada sosyolojik olarak toplumuzda içki içmeyen dindar kesimlerdeki içki içenlere olan tolerans ile başörtüsü takmayan modern laik kesimlerdeki başörtüsüne olan tolerans oldukça benzer.

Bakmayın 28 Şubat dönemindeki bazı gereksiz uç örneklere. Ülkede laikler genelde başörtüsüne toleranslıdır. Dindarlar da genelde içkiye.

Bu nedenle, şimdi, "Canım, ne olur Ramazanda üç hafta içmeyiverseler, kıyamet mi kopar!" diyen kafayla, 28 Şubat'ta, "Canım, ne olur başörtüsünü okul içinde takmayıverseler, kıyamet mi kopar!" diyen aynı kafadır. Al birini vur ötekine.



Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.

Yazarın Diğer Yazıları

YÖK'ün yeni yurt dışı denklik düzenlemesi: Doğrular ve yanlışlar

Yeni yurt dışı diploma denkliği kuralları açısından usuli yönden hukuksal risk almamak adına, eğer yurt dışında üniversite lisans eğitimi yapmak istiyorsanız ya da çocuğunuzu yönlendirmek istiyorsanız, size tavsiyem, dünya sıralamasında ilk 400'e giren üniversitelere gitmeniz. Denklik açısından hiç hukuksal risk taşımayan seçenek bu

Merkez sağ nasıl dirilir?

Olası bir yarışta Mansur Yavaş'ın arkasında duracak bir merkez sağ partinin oluşması ideal siyasi çözüm için çok önemli

Seçimin kaybedenleri ve gelecek tahminlerim

Önümüzdeki ilk seçimde Cumhurbaşkanlığını yani asıl iktidarı ve tüm kazanımlarını kaybetmeyi göze alamayacakları için, bence iktidar bloğu daha az hasarlı göreceği parlamenter sisteme dönüşü teklif edecektir