12 Şubat 2022

Sanatlar ve estetik sorunu

Bugünkü sanat ortamının krizini yaşarken estetik yeniden dönüp bakılması gereken bir dal olarak felsefeyi olduğu kadar sanatı da ilgilendirmeye devam etmekte değil midir?

Bugün plastik sanatlara baktığımızda şu soruyu sorabiliriz: İzleyici ne kadar zaman harcıyor bir esere bakmak için? İster resim, ister desen, ister video, fotoğraf veya başka bir malzeme olsun; bunlara bakarak anlamak için zaman gerekmekte. Okuyucu bir romanı okumak için kaç saat veya gün harcıyor? Bir teorik kitabı kaç kişi okuyup, bilgiye vakıf olabiliyor? Bir tanıma zamanı gerek. Ama resim veya diğer plastik sanatlar için de zaman gerekirken, hızlı bir şekilde sergi gezmekle ve anlamaya çalışmadan eserlere bakmak, bunlar kolay mı geliyor insanlara? Türkiye'de, 1980'lerde "Ben de yaparım!" diyenler bile oldu. Sanatçı nasıl uzun zaman harcayarak (bir sürü safhadan geçerek yılların birikimini ortaya koymakta) eserini sergileme aşamasına getiriyorsa ve her zaman, bu anlamda, bakana bir armağan veriyorsa, izleyici de esere karşı armağanı vermekle yükümlü değil midir? Eğer değilse zaten hiç izlemesin belki daha tercih edilir (Georges Bataille karşı-armağanı vermeyenin payı için "lanetli pay" demişti). 

O halde, zamandan söz etmekteyiz. Öğrenme, ilerleme, olgunlaşma, üretmeye başlama ve birçok defa tekrar dönüp eseri yükseltmek için yıllarını harcayan sanatçılar için okul bitirmek yeterli gözükmüyor. Zaman açısından bakıldığında, bir sanatçı olmak ile bir bilim dalının uzmanı olmak için benzer zaman süreleri gerekmektedir. Marcel Duchamp'ın bir lafı akla geliyor hemen: "Kırk bir yaşına gelmiş sanat yapan biri, yıllarca yaptıklarını bırakarak kendi yolunu bulabiliyorsa, sanat orada daha yeni başlamaktadır." 

Evet yılların yılları takip etmesi gerekmekte. Belki izleyici uzman olmak zorunda olmadan sergileri izleyebilecektir; ama yine de bir esere bakarak zamanını vermek zorundadır. Yoksa eserin hakkını veremeyecektir. Bu zaman birimi, galerici veya koleksiyoncu veya sanat eleştirmeni için daha da uzun bir zamanı kapsamalıdır. Başka türlüsü zaten düşünülmemelidir. İş dünyasında öyle sanatsever insanlar vardır ki, koleksiyoncu olmak için işlerini bırakmayı tercih etmişlerdir; profesyonel bir bakışa, bilgiye sahip olmak için hayatını sanata adamıştır. Ama bilhassa 1980'lerden itibaren reklamcıların ve finans dünyasının hızı içine girildiğinde işler değişti. Ve sanatlar, bu yüzden, uzun zamandan beri çok yara aldı. 

Sanat zadece zaman işi değil tabii; yoksa "emek yoğun" değer olarak karşılık bulacaktır. Halbuki işin başında zaman harcanmak zorundadır; sonra ise yıllar yılları takip ettikçe üretim hızı artabilecektir. Ama yine de sanatçının tıpkı felsefeci gibi düşünmek için "boş zamanı" olmalıdır. Boş zaman düşünmeye imkân sağlayacaktır (Platon'dan beri bildiğimiz, düşüncenin elle çalışmanın dışında bir "kafa çalışması" olduğudur ve bunlar filozoflardır; ama sanat da elle yapılan bir şeyden çok kafayla yapılan bir şey ve bunu da Leonardo'dan beri biliyoruz: "sanat zihinseldir"). Bunun için de destek veya aileden gelen şanslar devreye girmektedir. Düşünme zamanı gerekir, çünkü başka sanatçıların yaptıklarına baktıktan, onları inceleyip ne yaptıklarını anladıktan ve kendi yaptıklarına da baktıktan sonra sanatçı ancak yaratı sürecine girecektir. Bu doğurma anı kadar meşakkatlidir. Birçok sanatçı doğurganlık ve sanat yaratısı arasında koşutluk kurduysa bu boşuna kurulmamıştır (mesela Orlan). Ama sanatlarda yenilik de ürkütür, bilhassa izleyiciyi. Yabancılık duygusu yaratır. Hatta bazı zamanlarda da güldürür izleyiciyi (19. yüzyılda Manet, 20. yüzyılın başında Picasso ve Braque bu tecrübeyi yaşamışlardır). Öncüdür sanatları çünkü.

Öncü sanatçıların gerçekleştirdikleri eserler, onlara bakanlara tuhaf ve acayip gelmiştir, garip hissetmişlerdir kendilerini; anlama zorlukları çekmişlerdir. Veya sanat hocaları verdikleri derslerin karşılığını göremeyince yerden yere vurmuşlardır bu tip yenilikçileri. Hep bildiğimiz ve aşina olduğumuz eserler bizim karşımıza çıktığında zevk aldığımızı ve güzeli yakaladığımızı sanırız. Oysa estetik alanının önemli kavramı olan "yüce" tam da bu duygunun tersidir: Anlaşılmaz olanın verdiği acı ile zevk birbirlerine karışmıştır bu duyguda. 

Özetlediğim bu konu sadece Türkiye'yi ilgilendiren bir şey değil. Dünyasal olan bu sorun, bana kalırsa, yeni gelen bir neslin estetik ile anlamının arasında yatan uçurumda kalmasından kaynaklanmakta. 199 yılında "Sanat ve Modaları" başlığıyla bir sergi yapmıştım. Amacım moda ve modern kelimelerinin yan yana geldiğini hatırlatmaktı. Baudelaire'den yola çıkmaktaydım. Belli dönemlerde belli sanat yapma biçimlerinin öne çıkmakta ve moda haline gelmekte olduğunun altını çizmeye çalışmaktaydım. Baudelaire modern sanatçının "hızından" söz etmekteydi; karikatürcülerin modern olduğunu düşünmekteydi. Belki de Duchamp'ın sanatçı olmadan evvel karikatür dergilerinde çizmesi bunun bir uzantısı mıdır? 

Bugün sanat yapma biçiminin yeni bir nesil sergi yapımcısı ve sanatçıları tarafından ele alınma biçimine baktığımda, her yerde benzerliklerin söz konusu olduğunu izliyoruz, diye düşünüyorum. Nedir? Akımların ve ekollerin bittiğini öngören postmodern dönem "öncü sanatı" bir kenara bırakmıştı. Zaten de ekollerin de sonuna gelindiğini açıklamaktaydı; hatta 1980'li yıllar içinde neo-expresyonizm, neo-dada veya trans-avantgard akımları Alman, Fransız ve İtalyan sanatçılarında artık yaratının değil ama yeniden ele alınmakta olan eskilerin tekrar canlandırılmasından söz etmekteydi.

Aslında bu dönemde yeni olan bir şey ortaya çıkmıştı, 1980'li yılların ikinci yarısından itibaren. Bir alan teknolojiye ve tekno-logosa bakıyordu; diğer alan ise postkolonyal teori içinden geçerek dünyasallaşmaya başladığımıza ve Batı'nın tek başına yürütemeyeceği bir sanat ve düşünce çağına girmekte olduğumuza dikkat çekiyordu. İmateryeller (Les İmmateriaux) ile Yeryüzü Büyücüleri (Les magiciens de la terre) sergileri gibi çağdaş sanatı birbirinden farlı bir dinamiğe bırakmışlardı. İkisi arasından daha sosyolojik ve siyasi olan Yeryüzü büyücüleri sergisi kısmen öne çıktı. İlk sergi daha teknolojiye yönelikti ve ikincisi ise şamanlar ve sanatçıları yan yana getirmişti. Siyasileşen bir sanat yapma biçimiyle birlikte git gide plastik olandan dokümanter olana doğru bir çizgi sürdürüldü. Arşiv ve geçmiş sanatın parçası haline girdi burada. Halbuki sanatlar modern çağda ve öncü sanat olarak ele alınmakta olduğu dönemde, geriye doğru yüzünü dönmek yerine ileriye doğru yaratı ve yenilik aramaktaydı, oysa arşiv bizi geriye kültür alanına doğru yönlendirdi. 

Bu dönemden günümüze gelen kırk yıllık bir zaman birimi içinde şaşıran ve yönünü kaybeden sadece sanatlar değil aynı zamanda düşünce de oldu. Nasıl oldu da "siyasi sahne" bu kadar düşmanlığı, ötekileştirmeyi, ırkçılığı, dışlamaları bu kadar kuvvetli bir şekilde dünyanın birçok yerinde "moda" haline getirerek, gerçek yaşanmış bir tarihi yerle bir eden "sapır-saçmalaşmalara" bulaşmaya başladı? Bugün bu çizgilerin fake-news'lerle çizildiğinin örneklerini her yerde izliyoruz. Doğusu veya Batısı yok! 

Belli bir süreden beri sanat alanı eleştirilere açık bir şekilde güncelliğini sürdürmekteydi. Jean Baudrillard'dan Yves Michaud'ya kadar düşünce ve sanat tarihi "temsilini kaybeden" sanatların "buharlaşmaya başladığının" (gaz haline geldiğinin) altını çizmekteydiler. 

Bugün sanat tarihi ve estetik arasındaki ilişki nerede durmakta? Estetik bir felsefe dalı olarak tarihi yerini kayıp mı etti? 18. yüzyılda ortaya çıkan bu felsefi sanatsal alan neden bugün takip edilmemekte? Belki de Nicolas Bourriaud'nun yeni girişimiyle Venedik Bienali sırasında yapacağı sergi bu eksikliğe mi bakmak istemekte? Yücenin bugünkü güncel anlamı nerede durmaktadır? Sanat alanındaki küratörlerin son otuz yıl içinde siyasi ve kültürel alanı sanatın içine sokmaya çalışmalarına karşı bir cevap olarak düşünüyorum bu girişimi. Sanat hiçbir zaman kültür olmadı ve hatta iletişim de olmadı (Gilles Deleuze ve Félix Guattari'nin bakışı buydu veya Pasolini "kültürü bir hapishane" olarak görmekteydi). Sanat yaratı içinden geçen bir dal olarak unutuldu nerdeyse, veya bu şekilde bakan sanatçılar görünmez hale geldi ve başka modalar sarıp durdu sanat alanını.

Estetik 20. yüzyılın ikinci yarısında savaşın korkunçluklarını yaşayan Theodor W. Adorno için son çabanın bir parçası olarak durmaktaydı. Savaş sonrası parçalanmış Almanya'da estetik vazgeçilmez bir alan olarak okunmaktaydı. Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nde, Adorno 1956'dan 1968'e kadar estetik dersleriyle araştırma alanının açılması için uğraştı. Ve sonunda "Estetik Teori" kitabı ortaya çıktı. "Soğuk savaş" yıllarında Adorno estetiği önemli bulmaktaydı.

Bugünkü sanat ortamının krizini yaşarken estetik yeniden dönüp bakılması gereken bir dal olarak felsefeyi olduğu kadar sanatı da ilgilendirmeye devam etmekte değil midir? Neticede, Kant'a yaslanarak söyleyebilir miyiz: Sanatlar da yüce ve güzel (doğal güzelden ayrılarak) esere bakanların bilinçlerinden geçmekte değil midir? Yoksa bazı sanatçıların eserleri patinaj yapıp duracaklar mı!  

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır