Geçtiğimiz haftalarda ilginç bir şekilde para üzerine dünya piyasalarında deneysel pratikler yapıldı. Yani, paranın değer teorisi üzerinden geçen pratik denemeler yapıldı. Bu şekilde de, değer teorisinin ne olduğuna yönelik bir tartışmanın, para ve para transferleri üzerine yapılan bir tartışmaya odaklanmaya başlamış olduğunu fark ediyoruz; oysa, değer teorisi kapitalist üretim ilişkileri içinde sadece para üzerine olmaktan çok, aslında değerin ne olduğuna doğru bakıldığında anlam kazanacaktır. Para iç karakterleri olan bir meta değil. Değer olması için paranın sosyal bir ilişki içinde ele alınması gerekecek. Bu ilişki ister dünyasal ister yerel bir ülke parasına ait olsun, para bugünün şartlarında küresel kapitalizmin ilişkisel bir parçası olarak iş görmekte ve sosyal alana temas etmektedir. Bunu kendi kuraları içinde göstermektedir.
Para biçimi olarak bir değer yasası, sanayii kapitalizminde değeri emek ve artı-değer üzerinden örgütleyebilmekteydi (kapitalin organik bileşimi: sabit sermaye değişken sermaye ve art-değer). Bir zaman ölçümü olarak ele alınan değer teorisi olarak para ve emek, ikisinin bileşiminden hareketle birlikte, değer teorisini ortaya koymaya başlayan analizler, emek-değer veya sermaye-değer şeklinde, ideolojik de olsa, bir okumaya tabi tutulmaktaydı. Bugün paranın para üzerinden okunması finans kapitalin dünyasının günümüzdeki durumuna tekabül eder durmaktadır.
Para, yalnızca tek değer olarak var olduğu sürece bizim değer okumamızı sosyal alanda gerçekleştirmemiz zor gibi durmaktadır; çünkü sosyal ilişki olarak para olmaksızın paranın para üzerine oturması ve paradan para kazanmanın verdiği toplumsal sıkıntılar ekonomik olarak kriz göstergelerini ortaya çıkarır gözükmektedir. Öncelikle, sosyal ilişkiler olmadan para, kendi içeriğinde bir anlama sahip olamaz. 18.yüzyıl Ampirizminin de, David Hume ile birlikte öne sürmüş olduğu gibi, şeylerin içsel karakterleri değil sadece ilişkileri vardır. Para fikri değil, paranın ortaya koyduğu sosyal ilişkiler vardır. Para tek başına bir metafizik nesne olarak durmaktadır. Ama ancak sosyal alanda ilişki haline geldiğinde bilimselleşir, insan bilimi haline gelir. İlişkilerin iç karakterleri değil dışsal ilişkileri vardır. Sonra gelelim krize. Kriz, uzun zamandır üstüne konuşmakta olduğumuz bir durum. Bir kavram olarak krizi ele aldığımızda, aslında, o kadar kötümser bir kavram ile karşı karşıya kalmadığımızı söylemek güç olmayacak; çünkü Grekçeden gelen bu kelimenin anlamı, hem dönüşüme ve değişime ait bir anlamı hem de bu değişimin getirdiği zorluklara rağmen bir çözüm anlamını içinde barındırmaktadır. Kriz, o halde, içinden çıkılmayacak bir durum değil, yeni olgulara ve oluşumlara ait olarak bir anlam içermeye başlayacaktır.
Paranın sadece para olarak işlerlik kazanmaya başladığı finans kapitalin krizi sırasında belki de, önümüze gelecek olan en anlamlı ve ilginç imajlar Yüksel Aslan’ın Marx’ın Kapital kitabı üzerine yaptığı desenlerdir. Burada; Yüksel Aslan, Marx’ın para-değer teorisinden yola çıkarak, insanların suratlarını para şeklinde resmettiği zaman bu anlamı görünür kılmaktaydı. Marx’a göre, “paranın iki yüzü, yani diyalektik bir ikiliği yoktur, tek bir yüzü vardır”. O da, Marx’a göre, sanayii kapitalizminde, “para olarak yüz olduğuna” göre sabit sermaye sahibinin yüzünü Yüksel Aslan para olarak işaretlemektedir. Bu anlamda para bir komuta aracı olarak, yine ilişkisel bir şekilde, ama sempatik değil antipatik bir ilişki içinde değer teorisini kurmaya başlamaktadır.
Burada, değer ilişkisine antagonizma açısından değil de sentez açısından bakıldığında başka bir okuma, tersinden baktığımızda ise yine başka bir okuma karşımıza çıkacaktır. Biri sınıf mücadelesi üzerine odaklanmaktayken diğeri birleşmeyen bir sentez olarak, yan yana ve heterojen birlikteliği ifade etmektedir. İkincisinde, insanları birer ego olarak değil kısmilik olarak ele alan bu bakışa göre, kısmi olan sempati ilişkileriyle genişleyerek, başka ilişiklere yönelir. Yan yana olma hali sempatik bir ilişki olarak, bugünkü antagonizma açısından ele alınan ekonomik hakimiyet ilişkilerini düznenlemez; ama yan yana üzerine kurulu sempati ilişkilerinin, insanın kısmiliğini yaymasıyla toplumsal alanı düzenler. Bu, iki değil, ama birden çok ve hatta çoğul birliktelik imkanlarının araştırılması olarak düşünebilecektir. Bu heterojen birliktelik geçtiğimiz uzun yıllar boyunca siyasal olarak denenmişti; ama bu bakış beraberinde kimlik sorunlarını yeninden gündeme getirdiğinden dolayı ekonomik sosyal ilişkilerin çözümlenmesi için düşünülmemiş oldu. Oysa değer teorisi üzerinden paranın sosyal ilişkilere olan tekabülü üzerinden düşünüldüğünde başka bir yana doğru çekeriz, emek-değer ve sermaye değer teorilerini.
Değer yasasının krizi olarak para söz konusu edildiğinde ise Marx’ın Kapital’de ele aldığı bu konu ön plana çıkmaktadır. Kapitalin sosyalleşme süreci üzerine gelişecek bir bakışın içinde, sosyal olanı parayla ele alma imkanları ortaya çıkmaya başlamış olur ki, bu krizin üstesinden gelmek için yeni bir çabayı gerekli kılacaktır. Neo-liberal küreselleşmenin sorunlarından birinin de, belki, burada yatmakta olduğu doğru olabilir. Para değer olarak ve hatta gayri maddi para olarak işleyen ve oradan buraya yatay bir şekilde kat ederek hareket eden bir veridir.
Bugün, krizin en büyük göstergelerinden biri sermayenin kendisine yer bulamadığı zaman karanlık mağaralara çekilip, kış uykusuna yatmaya başlamasıdır. Buna eklenebilecek olan, yani, yeni olan şey ise, sosyal ilişki olarak ele alınmış para biriminin değerini ölçmekte geç kalındığıdır. Buna başka bir toplumsal öğeyi eklemek ilginç olacaktır: Doğa. Bu, teknolojik gelişim olarak gözüken, ama aslında tam da bu olmaktan çok sosyal ilişkiyi doğa ile bütünleştiren yeni bir ilişki alanı yaratmaktan geçmektedir. Değer olarak para sosyal ilişkileri belirlemeye başladığı sanayii çağından bugüne kadar, bu döneme ait teknolojilerle Antroposen ile, yani doğaya müdahaleyle doğanın egemenlik altına alınmasıdır. Bugün bu sorunun nerdeyse son eşiğine gelmiş olmamızda bunun cevabı yatmaktadır. Doğa ile ilişkinin, insan ile insan arasındaki ilişkilere karşın dışlanmış olarak işleyen halinden çıkarak, doğayı ve doğadaki hayvan ve bitkileri bu ilişki alanına çekerek başlayacak olan yeni sempatik bir ilişki pratiğini hayal etmeliyiz.
Her şeyden önce değerin bir para değeri olarak sosyal ilişkilerden geçmekte olduğunu anımsamak ve hatırlatmak gerek. Önce sanayii toplumlarında bilinmekte olan bu veri bugün yeniden gündeme gelmek zorundadır. Bugünkü ekonomik düşünceye, doğa ile bütünleşme ilişkilerini de eklemek zorundadır ki, yaşam devam etmeyi sürdürsün. Beslenme ve teknolojinin açtığı yaraları başka bir teknolojiye yaslamak gerekecek. Ve, bu sefer, teknolojinin doğayı alt etmekle değil onunla birleşmek ve bütünleşmek üzere düşünülmeye başlaması bu krizin çıkış imkanlarından birisidir. Bu bakış sürdürürlüğü desteklemek anlamına gelecektir.
Burada, belki de, düşünülmesi gereken şey kriz olarak adlandırılanın paranın krizi değil, ama para olarak adlandırılanın sosyal bir krizi kendi içinde barındırdığını öne sürmek olacaktır. Bu sosyal kriz ise bugün içinde doğanın ekolojik krizini taşımaktadır. Çıkış bu üçünün yan yana düşünülmesinden geçecek gibi durmaktadır. Bugünkü değer teorisini düşünmek ancak bu şekilde doğru olmayacak mıdır ?