Bugün İstanbul, hava yağmurlu. Dışarıda soğuk var. Kahve ve televizyonda bir Türk filmi: Petrol Kralları: Zeki Alasya ve Metin Akpınar... Kabataş Setüstü’nde çimenlerin üzerinde bir tarih yazıyor, filmin bir sahnesinde: 1978. Petrol çıkıyor, anneden kalan fakirhanelerindeki bahçede. Meğer karaborsacının depoladığı petrolden sızma yapan petrol, bu bahçede fışkırmış. Film bu ya! Yani film 1970’lerin sonunda geçiyor. Petrol krizi (1973-74) olarak adlandırılan bir dönem ait bir film bu. Ve, bir zamanların şarkısı.. Eurovision için yapılan bir şarkı: “Aman petrol... Canım petrol...”!
Petro-dolarlar zamanı başlamakta dünyada. İngiltere’de hoteller satın alan Arap zenginleri, şeyhler, zengin aileler... Batı merkezli bir politik ekonomi petro-dolarlarla Batı sermayesine eklemlenmekte. Arap şehirleri inşa edilmekte. On yıl kadar balıkçı kasabası gibi duran Dubai kalkınma ve şehirleşmenin modernliği içine girmeye başlamış. Orta Doğu ve petrol sorunu Amerikan petrol şirketlerinin neredeyse gözlerini kamaştırmakta bu dönemde. Ve, bu heyecan 1990’lı yılların sonundan 21.yüzyıla kadar uzayacak olan bir politikanın ilk nüvelerini yaşatmakta.
Petrol Kralları filmi iki berduşun petrol bulduğunu zannederek bahçelerinde, mahallelilerin tefecilere borçlarını ödeyerek kendilerini ve mahalleyi temizledikleri bir hikayeyi anlatmakta. Yeşilçam klasiklerinden bir komedi; ama aynı zamanda bir dönemi anlatmakta: Bazılarının hakkını yiyenler cezalandırılıyor. Haksızların adaletsizliği kimsenin yanına kalmamaktadır bu filmlerin sonunda. Umut dünyası devam etmektedir. İşte bu film bittikten hemen sonra Ayşen Gruda’nın ölüm haberini görüyorum.
İçinde Ayşen Gruda’nın da bulunduğu Yeşilçam dünyası sanatçıları 1960’larda tiyatro ile sinemanın iç içe durduğu geçiş dönemine ait zamanı bize hatırlatıyor. Tiyatro aktör ve aktrisleriyle birlikte yer değiştirmekte: Sinemaya doğru giden bir kayma-sapma var 1970’lerin ikinci yarısında. Ve, artık sahnede canlı performanslarıyla değil, beyaz perdede canlandırılan roller sahnelenmekte. Ama konular devam etmekte: Komedi ve sosyal hayat iç içe girmiş vaziyette... Hak ve hukuk davası komedya ile ifade edilmekte. Bu dönem, dünyada petrol dünyasının da başlangıcı. 1980’lerde Dallas dizisi televizyonlarına kilitlemiş Türkiye’deki seyirciyi. Petrol dünyasının çirkin oyunları anlatılmakta bu dizide. İyiler var ve kötüler de var. Ve bir kötü karakter olarak Jr. kahramanlardan birisi. Bu tip kötülükleriyle kazanan bir rolü canlandırmakta. O kadar ki, o sırada Türkiye’de çıkan bir gazete haberinde Cayar’a (Jr.) benzediği için arkadaşları tarafından dayak yiyen bir inşaat işçisinin haberi bile yapılıyor. Sonra Dallas’ın kahramanlarının adları önce kafelere veriliyor: Dallas Kafe gibi kafelerde müdavimler okey oynanmaya başlıyorlar: O kadar ileri gidiyor ki sonra Türkiye’nin bazı yörelerinde yeni doğan çocuklara “Sü Elen, Bobi” gibi adların verildiğini de duyuyoruz ve okuyoruz. Bunlar Dallas dizisindeki kahramanların adları. Ezilmiş ve mutsuz kadın Sü Elen ile iyi genç kardeş Bobi seviliyor izleyiciler tarafından. “Cayar” kazanıyor ama, sevimli bir karakter olarak kabul edilmiyor, o dönemde.
Bu zamanların içinde, 1960’larda kariyerine başlayan Ayşen Gruda 1970’lerin ikinci yarısında adını duyurmaya başlıyor, önce sahnelerde ve sonra da ekranlarda. Türk sineması izleyicisinin kalbini kazanıyor, o da iyi bir karakter olarak: Fakir kız, hizmetçi rolleri; ama iyi kalpli ve yardım sever biri olarak seviliyor. Türk sineması o günlerde şiddet filmleri değil, komedi filmleri ile seyirci topluyor: Politik mizah ve sosyal haksızlıklar, halka aşılanan konular arasında; ve halk da bunlardan hoşlanmakta o zamanlar. Kalpleri temiz karakter, fakir veya zengin karakterler acımasız karakterlere nazaran daha çok ilgi çekiyor ve seviliyor; oyunlarda ve filmlerde anlatılan ahlaki değerlerde, para mutluluk ve saadet vermiyor insanlara. Herkes para kazanmaya çalışıyor tabii; ama bu hırstan değil, mecburiyetten. Ve zaten, ahlaklı ve temiz kalpli olanlara bu para bir şekilde bahşediliyor.
Bu rollerle kalpleri fetheden bir karakter Ayşen Gruda. Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı ise Ertem Eğilmez’in yönetmenliğinde patlama anı belki de: Tarık Akan bir jön olarak, Kemal Sunal İnek Şaban olarak, Adile Naşit, Münir Özkul ve tüm bir tiyatro dünyasının eski komedyenleri, tiyatro temalarını sinema solanlarına, filmlere taşıyorlar. Temiz insanların haylaz sevimlilerle olan irtibatları filmlerin konusu. Bir efsanevi sahnede artık git gide yozlaşmaya başlayan ve yeni zengin bir sınıfının parodileri gündeme geldiği zamanlarda Tarık Akan ile Ayşen Gruda’nın repliği unutulmaz: “Lisan var mı” diye soruyor Akan ve Gruda cevap veriyor: “Türkçe, İngilizce Havaryu çıldır, Gudbay çıldır”. Bir lisan bir insan, iki lisan iki insan, bir insanda” dönemi içine girilmeye başlanmış artık. Sonra “Şaban Oğlu Şaban” Kemal Sunal’ın karakterlendirip oynadığı, Halit Akçatepe, Adile Naşit, Şener Şen, Ayşen Gruda ve diğerleri... Osmanlı dönemi komedisi, bir çeşit Orta oyunu. Kavuklu Hamdi Efendi tipi Tuluat Tiyatrosunu sahnelendiriyor. Şaban filmleri de benzer konular çerçevesinde sürmekteydi: Haksız kurnazlık ve hakkını sonunda alan kahraman. Bu döneme ait sınıfsal olmayan bir ahlaki düzen kurulmuş gidiyor. Ayşen Gruda da burada sürekli bir şekilde, bu rolleri canlandırdı. Her seferinde biraz saf ve güler yüzlü bakışıyla.
Bugün sinema dünyasından televizyon dizileri dünyasına geçilmekte artık. Eski filmlerin remake dizileri yapılmakta. Bizim dizilerimiz ise değişmiş artık. Daha şiddetli, daha kuvvet üzerine kurulu karakterler var. Kahramanlar da değişmiş, onların tiplemesi de. Saf bakışlar yerini artık sert bakışlara çevirmiş vaziyette. Sahnelerde sertlik ve şiddet var. Ayşen Gruda’nın da, bu anlamda, içinde olduğu “masal ahlakı” dünyası sona ermekte ve başka sert ve keskin bir dünyanın ahlakını yaşayan toplumsal alanın içinde, eski saf bakış yer bulmakta zorlanıyor. Neo-liberalizmin başladığı Dallas’ın döneminden ve o dönemin kurnaz bakışından popülist dünyaya gelindiğinde daha da sert bakışlar etrafı sarmış vaziyette. Diriliş’deki Payitaht’daki, İstanbullu Gelin’deki gözlerin bakışlarıyla Ayşen Gruda’nın ve Şaban’ın bakışları, dönem olarak birbirlerinden uzaklar. Belki de Yeni Gelin biraz Yeşilçam’a doğru dönmüş sanki yüzünü. Zaten 63. bölümde hamile kız “masal okumakta”, doğum öncesinde. Ama masal artık acıyla karışmış. Ağrılar vücudu sarıyor. Saflık yine de mevcut burada: Ama, doğumu bile ciddiye alamayacak bir saflık ve hatta belki de budalalık ile erkeklik dünyası birbirine karışıyor; ama doğumda heyecandan bayılan bir erkeklik yine de...
Biz Domates Güzeli Ayşen Gruda’nın sempatik, utangaç ve saf bakışını unutmayacağız. Kocaman gözlerindeki bakışı sevmeye devam edeceğiz filmlerine baktığımız zaman; ve belki de, bu sırada, biz eski günleri anacağız ve yeni nesiller de başka, bugüne benzemeyen bir şehirde oturulduğunu belgesel olarak görecekler. Sevecekler mi sevmeyecekleri mi ? Papatyaların yaprakları koparıldığında “seviyor mu sevmiyor mu?” sorusuyla oynandığı gibi bir soru çıkacak belki de ? Rastlantı ve balıkçıların “rastgele” sesleri birbirlerine karışacak. Güllü Agop’tan Kavuklu Hamdi’ye, Abdi Naşit’e, İsmail Dümbüllü’ye meddahlık ve Muhsin Ertuğrul’a...: “ Sahne ve Dünya!!!”