02 Aralık 2019

Suriye’de bir büyük savaş yalanı daha patladı

OPCW uzmanı bilim insanları, geçtiğimiz yıl Nisan ayında Duma’da meydana geldiği iddia edilen ve Şam rejiminin sorumlu tutulduğu kimyasal silah saldırısının yalan olduğunu, çalıştıkları kurumlarının da gerçeklerin üzerini örten raporlarla bu yalana bilerek alet olduğunu ortaya çıkardı

Suriye’de başkent Şam’a 20 km mesafedeki Duma ilçesinde geçtiğimiz yıl hükümet kuvvetlerince gerçekleştirildiği iddia edilen ve 43 kişinin ölümüne sebep olduğu savunulan kimyasal silah saldırısının gerçek olmadığı anlaşıldı. Hatırlanacağı gibi, ABD önderliğindeki koalisyona bağlı güçler olayın hemen akabinde gelişmeyi "Esed kimyasal silah saldırısı yaptı" şeklinde değerlendirmiş ve bu ülkeyi "misilleme" amaçlı olarak 100’ün üzerinde seyir füzesi ile vurarak cezalandırmıştı.

Hem de merkezi Hollanda'nın Lahey kentinde bulunan bir hükümetler arası organizasyon olan Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’ne (OPCW) mensup sekiz bilim adamını taşıyan uçak olay mahallinde keşif ve araştırma yapmak üzere Suriye topraklarına inmeden bir gün önce!

ABD, İngiltere ve Fransa ordusu tarafından yapılan ve 70 civarında Tomahawk füzesinin de kullanıldığı "misilleme" saldırısı büyük boyutlu maddi hasar vermenin yanı sıra çok sayıda insanın ölümüne de yol açmıştı.

Gelgelelim, OPCW uzmanı bilim insanlarından biri tarafından Kasım ayı ortalarında Wikileaks’e sızdırılan bir (22 Haziran 2018 tarihli) kurum içi yazışma, saha çalışmaları sırasında rejim güçlerinin Duma’da zehirli gaz içerikli kimyasal silah saldırısı düzenlemiş olduklarına dair aslında hiçbir sağlam kanıtın bulunamadığını ortaya koydu. Özellikle Batı medyasında şok etkisi yaratan yazışma, en temel olarak sahada elde ettikleri bulgularının saptırılarak raporlaştırılmaya çalışıldığını düşünen OPCW üyesi bilim insanlarının endişelerini yansıtan bir nitelik taşıyor.

Güvenlik endişelerinden ötürü isminin açıklanmasını istemeyen ve Alex takma adıyla anılmayı tercih eden OPCW mensubu, üst düzey kurum yetkililerine bir tür protesto amacıyla gönderdiği söz konusu elektronik posta mesajında, olay mahalli olduğu ileri sürülen yerlerde yaptıkları gezi ve incelemelerde elde ettikleri bulguların rapora dönüştürülme sürecinde kasıtlı olarak saptırıldığı ve kendilerinin ortaya koymaya çalıştığı bazı gerçeklerin bilerek üstünün örtüldüğü düşüncesinde.

Der Spiegel (Almanya), La Repubblica (İtalya), Stundin in Iceland (İzlanda) ve The Mail on Sunday (Britanya) gibi Avrupa’nın önde gelen gazete ve dergileri Wikileaks’te yayımlanan mesajlardan hareketle konuyu kısa süre içinde daha geniş bir biçimde işleyerek okurlarına aktarınca Suriye’deki Selefi yapılanmaları uzun bir süre desteklemiş olan Batılı bazı sivil toplum örgütlerine yakın çevreleri de içine katan ciddi bir tartışmanın da fitili ateşlenmiş oldu. 

AFP 2019/ Lex van Lieshout

Hakikatler nasıl hasıraltı edildi?

İngiliz The Mail on Sunday gazetesinin deneyimli yazarlarından Peter Hitchens, bölgede yaptıkları keşif ve araştırmalarda elde ettikleri bulguların geçici rapor taslağına girmesinden de sorumlu olan Alex ile temasa geçerek konuyu daha ayrıntılı olarak işleyen medya mensuplarından biri.

Aslına bakılırsa, Birleşmiş Milletler direktifiyle bölgeye gönderilen uzman ekibin yaptığı çalışmalar sonucunda OPCW yönetimi Duma Saldırısı’nın aydınlatılmasına yönelik olarak iki rapor yayımlamıştı. 26 sayfa uzunluğundaki geçici nitelikteki ilk rapor 6 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanırken, 106 sayfa uzunluğundaki nihai rapor 1 Mart 2019 tarihinde son halini alarak kamuoyuyla paylaşılmıştı. Nihai rapor olayın tüm yönleriyle aydınlatılmasını sağlamamakla beraber, Suriye Arap Ordusu’na bağlı güçlerin sözü edilen bölgede bir kimyasal silah saldırı düzenlemiş olabileceği ihtimalinin güçlülüğüne işaret eder nitelikteydi.

Alex’in The Mail on Sunday yazarı Peter Hitchens’a önemli bir Avrupa şehrinde gerçekleştirdikleri gizli bir görüşmede aktardıklarına bakılırsa, OPCW yönetimi uzmanların bulgularının üzerine örterek bir rapor oluşturma yoluna gitmişti. Hitchens’in dünkü (1 Aralık 2019 tarihli) The Mail on Sunday’de yer ala blog yazısında da dile getirdiği üzere, bu durum bilim insanlarını raporda gerçeklerin saptırılabileceği endişesine sürüklemişti.

Hakikatler nasıl hasıraltı edildi?

Geçici raporun tamamlanmakta olduğu günlerde, arka planda ellerindeki önemli bulguların çoğunu dışarda bırakan ikinci bir raporun hazırlandığını son anda fark eden bilim insanları durumu protesto etmek üzere üst düzey OPCW yetkililerine 22 Haziran 2018 tarihinde e-posta mesajı göndermişlerdi. Alex bu mesajı ve daha fazlasını Peter Hitchens’a anlatmıştı. OPCW uzmanının gazetenin deneyimli muhabir ve yazarlarından Peter Hitchens’a aktardığı bilgilere göre:

* Arka planda hazırlanan geçici rapor, tarafsız OPCW saha uzmanları tarafından yöneticilerine sunulan orijinal rapordaki bilgilerle, bunların işaret ettiğinden farklı hükümlere varacak şekilde oynanarak hazırlanmıştı…

* Bölgede izine rastlandığı söylenen klor gazının aslında milyarda bir (ppb) mertebesinde olmasına ve şehir şebeke suyuyla temas eden herhangi bir yerde ya da temizliğinde deterjan kullanılan herhangi bir evde rastlanılabilecek mertebe ve kimyasal formlarda olmasına ve bu gerçekler uzmanların hazırladıkları taslak raporlarda belirtilmesine rağmen, sonraki raporlarda gizlenmişti…

* Kilit öneme sahip olduğu düşünülerek uzmanların taslak raporuna yansıtılan bilgiler dışarıda bırakılarak nihai raporda gerçekler gölgelenmişti…

* Olay yerindeki kurbanlarda rastlandığı söylenen semptomların tamamen tutarsızlıklar içerdiği gerçeğinin üzeri nihai raporda örtülmüştü…

* Olay yerindeki videolarda görüntülenen semptomlara olay yerinde bulunan kimyasal maddelerin sebep olamayacağı gerçeğinin nihai raporda üzeri örtülmüştü….

Bir süre kurum içinde gerçekleri ve kendilerini ifade edecek kanal arayışına giren uzmanlar söz konusu mesajın da ardından yöneticileri ile görüşebilmiş ve nihayetinde eldeki bilgilerin rapora nasıl yansıtılacağına yönelik olarak yönetimle bir uzlaşmaya varmışlardı. Bu uzlaşıya göre, bölgede ancak eser miktarda klor gazına rastlandığı bilgisine raporda yer verilecekti. Ancak uzmanların ellerindeki bilgiler raporda bir şekilde redaksiyona uğrayacaktı. Bilim insanları böyle bir uzlaşmayı kabul etmek durumunda kaldılar. Ancak 6 Temmuz 2018 tarihinde (geçici) yayımlanan rapor nihayetinde bu uzlaşıya da uyulmadığını gösteren bir içerik taşıyordu. Bilim insanlarının raporda yer almasını istedikleri hayati bulgular yine dışarda bırakılmıştı. Bilim insanlarının mutlaka girmesini istediği bilgiler, örneğin sadece ppb mertebesinde rastlanan klor yüzdesi rapora öylesine muğlaklık içerecek ifadelerle yansıtılmıştı ki, haber ajansları bunu -hatalı bir şekilde- "olay yerinde klor gazına rastlandığı" şeklinde yorumlamışlardı.

Bu ikinci ifşaattı!

Aslına bakılırsa, Alex OPCW ekibinde nihai raporun aksi yönde kanaate sahip ilk bilim insanı değildi. Hem OPCW’nin hem de hazırladıkları nihai raporun güvenilirliğine gölge düşüren ilk paylaşım geçtiğimiz Mayıs ayı içinde kurumun mühendislik ve balistik uzmanı Ian Henderson’dan gelmişti. Henderson, Duma’daki olay mahallerinde (Mahal 2 ve Mahal 4) buldukları iki gaz silindiri ile zemin üzerinde yaptıkları inceleme ve hasar muayeneleri sonucunda hazırladıkları kurum içi değerlendirmeye dönük taslak raporun gözden geçirilmiş, Şubat 2019 tarihli yönetici özetini 6 ay kadar önce basına sızdırmıştı. Henderson, "Engineering Assesment of Two Cylinders Observed at the Douma İncident" başlığını taşıyan 15 sayfalık söz konusu rapor sayesinde, gaz tüplerinin iddia edildiği gibi Suriye Hava Kuvvetleri’ne bağlı helikopterler tarafından atıldığına dair herhangi bir kanıta rastlanmadıklarını, tam tersi, bu tüplerin birileri tarafından "kanıt" teşkil etmesi amacıyla sonradan olay mahalline yerleştirilmiş olabileceği kanaatinde olduklarını tüm fiziksel dayanakları ile birlikte ortaya koyuyordu.

İç yazışmalarda nefes tüketilince Wikileaks’e gidildi

Gelgelelim, OPCW’nin önemli raporlarında 1998’den bu yana imzası bulunan kıdemli bir bilim adamı olan Henderson’un kritik öneme sahip fiziksel muayene bulguları kendisine kurumun resmi raporlarında maalesef yer bulamamıştı.

Neticede bilim insanlarının endişeleri ne 6 Temmuz 2018 tarihli geçici raporda ne de Mart 2019 tarihli nihai raporda giderilebilmiş oluyordu. Bulguların raporlaştırılma sürecindeki gelişmelere muhalefet eden bilim insanları gerçeklerin kayıtlara doğru şekilde girmesini sağlamak için OPCW içinde aylarca uğraşıp mücadele vermişler, ancak tamamen başarısız olduklarını görünce, söz konusu e-postaları Wikileaks üzerinden bir şekilde basına sızdırmaya karar vermişlerdi. Zira gerçeklerin üzeri sofistike biçimde örtülüyor ve nihai raporla gerçeklikten farklı bir algı oluşturulmaya çalışılıyordu. Uzmanlar, son çare olarak iç yazışmalarını Wikileaks kanalıyla kurum dışına sızdırıp dünya ile paylaşma ihtiyacı duydular.

Guardian gazetesinin eski dış haberler muhabiri Jonathan Steeel de Alex ile konuşan gazeteciler arasındaydı. Alex deneyimli gazeteciye bu konudaki fikirlerini şu sözlerle aktarmıştı:

"Ian ve ben bu konunun soruşturulmasını ve içimizde çözüme kavuşturulmasını istedik, umduk. Yoksa Organizasyon’un başarısızlıklarını kamuoyuyla paylaşma yoluna gitmek gibi bir düşüncede değildik. Bunun için de kural-dışı olduğunu düşündüğümüz tutumlara yönelik elimizdeki delilleri Dahili Gözetim Ofisi’ne sunmak da dahil her fırsatı kullanmaya çalıştık. Ancak içerde konunun soruşturulmasına yönelik talebimiz reddedildi, endişelerimizi dile getirmek istediğimiz her girişimimiz duvara çarptı. OPCW yönetiminin bizi dinlemesini sağlama yönündeki başarısız çabalarımız 9 ay sürdü. İçerde mesafe kat etmemizin imkânsız olduğunu anlayınca da, konuyu o noktadan sonra kamuoyuna taşımamız gerektiğini anladık."

Ceyşü’l İslam ile Beyaz Baretliler başrolde

Şimdi o endişelerin hiç dinlenmemesi nedeniyle yüzlerce füzenin kullanıldığı bir "misillemeye" sebep olan "kimyasal silah saldırısının" gerçekleştiği iddia edilen güne dönelim. Gerçekten de 7 Nisan 2018 tarihinde tam olarak ne olmuştu Suriye’de ve nasıl bir kimyasal saldırı iddiasından söz ediliyordu?

2018 yılının 7 Nisan günü akşam saatinde Batılı ajanslar Doğu Guta’nın Duma ilçesinde muhaliflerin denetimi altındaki bölgede bir kimyasal silah saldırısının vurduğu ve çok sayıda sivilin öldüğü şeklinde "flaş" haberler geçiyordu. Bazı video görüntüleriyle de desteklenen haberlerde yer verilen iddialara göre,  aralarında kadın ve çocukların çoğunlukta olduğu 43 kişi "saldırıda" hayatını kaybetmişti. Bazı videolarda Guta’da Alevileri kafeslere koyup insan kalkanı yaparak sokaklarda dolaştıran Selefi Ceyşü’l İslam örgütünün cihatçı militanları, bazılarında ise "White Helmets" (Beyaz Baretliler) olarak bilinen sivil savunma kuruluşunun üyeleri "Esed kimyasal silah saldırısı yaptı" diye haykırıyorlardı.

Bizim hükümet yanlısı ajans ve medyaya göre, "Esed rejimi" yeni bir "soykırım" gerçekleştirmişti. Anadolu Ajansı, Doğu Gutalı bir doktorun tanıklığına dayanarak olayda 78 sivilin yaşamını yitirdiğini ilan ediyordu. ABD Başkanı Donald Trump, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad için "Hayvan" diyen ve" bunun "büyük bir bedeli" olacağını ilan eden bir tweet atıyor, Britanya Başbakanı Theresa May ise "tüm göstergeler bunun bir kimyasal silah saldırısı olduğu yönünde. Eldeki bilgi ve istihbarat bu saldırıdan Suriye rejiminin sorumlu olduğunu gösteriyor" diyordu. Ancak ortada Suudi Arabistan destekli El Kaide türevi bir örgütün militanları ile bu örgüte yakınlığı çeşitli vesilelerle ortaya çıkmış bir sivil savunma kuruluşunun teyite muhtaç iddiaları dışında bir bilgi yoktu. Üstüne üstlük, Vanessa Beeley gibi bölgedeki muhalif yapılanmaların sözcüleriyle çok sayıda röportaj yapmış, Beyaz Baretliler karargahlarını gezmiş, yöneticileriyle konuşmuş olan bazı Batılı gazeteciler, kendilerini "Suriye’deki bombardımanların ardından insanlara ilk elden ulaşan gönüllü sivil savunma örgütü olarak" tanıtan Beyaz Baretliler’in 150 dolara personel çalıştıran ve bazı kurgu videolar yoluyla gerçekleri tahrif ederek Selefi cihatçı örgütlerin bundan propaganda malzemesi olarak yararlanmasını sağlayan bir örgüt olduğunu ileri sürüyorlardı. Onlara göre, para peşinde olan ve sivilleri değil isyancıların hayatını kurtarmayı dert edinen Beyaz Baretliler bu halleriyle ABD önderliğindeki koalisyon üyesi ülkelerin istihbarat teşkilatlarınca piyon olarak kullanılıyorlardı.

Beyaz Baretliler

Buna rağmen, ABDİF (ABD, İngiltere, Fransa) ülkeleri misillemeye gitmeye ve Suriye hükümetini -sıcağı sıcağına- cezalandırmaya kararlıydı. İlk saldırı olaydan 48 saat sonra İsrail’den geldi. İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait iki F-15 savaş uçağı Suriye’nin Humus şehri yakınlarındaki Tiyas (T4) hava üssünü sekiz füze ile vurdu.

14 Nisan 2018 sabahı da, yani "olaydan" iki hafta sonra bu kez ABD, İngiltere ve Fransa, Suriye’nin Şam ve Humus kentindeki üç hedefi aralarında gelişkin Tomahawk füzelerinin de olduğu toplam 105 seyir füzesi ile vurdular.

Bölgede araştırma ve inceleme yapması planlanan OPCW uzmanlarını taşıyan uçak ise Suriye topraklarına bir gün sonra inecekti.

ABDİF ülkelerinin herhangi bir teyit edilmiş kanıta ihtiyaç duymadan "misilleme yapıyoruz" diyerek gerçekleştirdikleri bu füze saldırıları hiçbir meşruiyeti olmayan nitelikte saldırılardı ve bu haliyle Batılı ülkelerin "Irak’ta kitle imha silahları var" yalanıyla bu ülkeyi önce işgal edip sonra tüm devlet yapısını imha edişlerini hatırlatan cinstendi.

Eğer bu ülkeler bağımsız bilim adamlarının konu hakkındaki raporunu beklemiş olsa, bilim insanlarının bulguları da nihai rapora olduğu gibi yansımış olsa, böyle bir felaket belki de hiç yaşanmayabilecekti.

Neden uzman raporunun sonucu beklenmedi?

Peki neden bu ülkeler bir misillemeye girişmek için bölgede araştırma yapılması istenen OPCW uzmanlarının raporunu beklememişlerdi?

İlginçtir, "kimyasal silah saldırısı" iddiası, tam Suriye Arap Ordusu Doğu Guta’nın kontrolünü ele geçirmek üzereyken meydana gelmişti. Suriye Arap Ordusu’nun o bölgedeki savaşı zaten kazanmakta olduğu çok iyi biliniyordu. Şam Yönetimi neden kimyasal silahlara başvurup yüzlerce Tomahawk füzesi yiyeceği böyle bir belayı başına alsındı?

Bir savaşla dünyanın zaten en yoksul ülkesi haline getirilmiş Suriye’ye kesilen o büyük "cezadan" 1,5 yıl sonra, şimdi aslında böyle bir "kimyasal saldırı" tiyatrosuna asıl ihtiyaç duyanın bölgede sıkışmış durumda olan Selefi cihatçı yapılanmalar olduğu daha iyi anlaşılıyor.

Zira, bu köşede 9 Nisan 2018 tarihinde kaleme aldığım "Sırada Yermük mü Var?" başlıklı yazımda da, belirttiğim gibi, "Doğu Guta’nın Selefi gruplardan kurtarılması akabinde Suriye ordusunun muhtemel hedefi, Suriye’nin güneyindeki Yermük" olacaktı.

Yermük ile birlikte Şam yönetimi İsrail’in işgal atında tuttuğu Golan Tepeleri’ne ve cihatçıların elindeki Kuneytra’ya bir adım daha yaklaşacaktı. O nedenle söz konusu yazıda Yermük tezini temellendirirken, "Suriye hükümeti, İsrail sınırına yakın coğrafyalardaki egemenliğini yeniden tesis etmek istiyor. İsrail’in olası bir oldu bitti ile Golan topraklarındaki işgalini daha da genişletmek ve burada genişçe bir ‘güvenli bölge’ oluşturma hülyalarına fazla gecikmeden set çekmek istiyor," şeklinde ifadeler kullanmıştım.

Suriye Savaş’ında sıranın İsrail sınırına yakın Yermük’e gelmekte olduğunu düşündüğümüz bir dönemde, daha önce Suudilerin finansmanıyla kurulmuş olan Ceyşü’l İslam (İslam Ordusu) örgütü Doğu Guta’nın son bölgelerini de tam hükümet kuvvetlerine terk etmek üzereyken, Şam Yönetimini sorumlu tuttukları bir kimyasal silah saldırısı iddiası ile ortaya çıkıyordu. Çok geçmeden İsrail jetleri, "haydi peşrev faslı benden, gerisi sizden" dercesine Suriye’yi vuruyordu. Ardından bölgeden çekilmeyi planladığı konuşulan ABD, Rusya ile (bölgedeki İran nüfuzunun zayıflatılması yönündeki talep, baskı ve tehditler içerdiğini düşünebileceğimiz) iki haftalık bir pazarlık diyaloğu yürütüyor, sonra da Suriye’yi vuruyordu.

Ancak seyir füzeleriyle gerçekleştirilen 14 Nisan saldırısı yerel saatle 03.42’de başlamış ve 05.10’da sona ermişti. Operasyon kısa süreli olup Suriye’ye dönük kalıcı bir müdahale ile sonuçlanmayınca, Şam Yönetimi’ne muhalif cihatçılar bir tür hayal kırıklığı yaşıyorlardı. Saldırıların şiddeti ve süresi ile ilgili en çok hayal kırıklığı içinde olanların başında Doğu Guta’dan en son çekilecek cihatçı örgütlerden Ceyşü’l İslam geliyordu. Üç Batılı ülkenin gerçekleştirdiği hava saldırılarını Twitter’dan "gülünç" olarak niteleyen örgütün siyasi şefi Muhammed Alluş, Reuters’e verdiği demecinde, saldırıların "yetersiz" kaldığını ifade ederek, ABD’nin Şam rejimini devirene kadar bu saldırılarını sürdürmesi lazım geldiğini vurguluyordu.

Bu arada yerel gözlemciler, el Kaide kökenli Heyet Tahrirû’ş Şam (HTŞ) örgütünün de hava saldırılarının sınırlı boyutundan hayal kırıklığına uğradıklarını vurguluyorlardı. Bu gözlemcilere bakılırsa, HTŞ bağlantılı haber ajansı İba Haber, saldırılarla dalga geçiyor ve bu ölçekle sınırlı kalmasının ardında "politik bir anlaşmazlığın" yattığını iddia ediyordu.

Ancak görünen o ki, Trump "misillemeyi" daha ileri bir boyuta götürmemekte kararlıydı.

Saldırıların yetersiz kaldığından şikâyet eden bir diğer merci de İsrail hükümeti olmuştu. Adının açıklanmaması koşuluyla medyaya bir açıklama yapan üst düzey bir İsrailli askeri yetkili, kaygılarını "Amerikalılar yapılması gerekeni yaptık diyerek Suriye’den çekilecekler. Saldırı onlara böyle bir imkân sağlamış olacak," şeklinde ifade ediyordu. Aynı askeri yetkili, böyle bir senaryo durumunda, "İsrail kuzey sınırına yerleşen İran tehdidi ile tek başına yüzleşmek durumunda kalacak" şeklinde konuşuyordu.

İsrail’in bir kaygısı da, Rusya’nın bu saldırıyı "bahane" ederek bölgedeki müttefiklerine daha gelişkin hava savunma sistemlerini kullandırmaya kalkışacak olmasıydı. İsrail’deki Hadaşot TV kanalında yapılan bu tip bir yorumda, "Rusya İsrail’in taleplerini görmezden gelerek Esad’a gelişkin hava savunma sistemleri verirse, bu İsrail’in Ortadoğu’daki hava üstünlüğünü etkileyecektir" deniliyordu. Aslına bakılırsa, bu, İsrail’in savaşın başından bu yana en büyük endişelerinden birisi olagelmişti.

Bu arada bu patırtıyı ve Suriye uçaklarının kriz sürecindeki edilgen konumunu fırsat bilen IŞİD unsurları, Humus muhafazasının güneydoğusundaki tarihi Kuryateyn kasabasının güneyinde yeniden saldırılara başlama imkânı buluyordu. Bölgedeki "uyuyan" hücrelerini bu askeri vakum ortamında yeniden aktif hale getiren IŞİD, Muhasa kasabası yakınlarında mevzilenmiş Suriye Arap Ordusu birliklerine yönelik saldırılar gerçekleştiriyordu. Örgüt, Suriye’nin tepesine yüzlerce füzenin fırlatıldığı 14 Nisan günü de başkent Şam’ın güneyindeki El Kadem’in batısında yeni saldırılar başlatacaktı.

Ancak 14 Nisan günü başka gelişmeler de oldu. En önemlisi Suriye Arap Ordusu Doğu Guta’daki işgal altında bulunan son cepleri de cihatçı örgütlerden temizleme uğraşını sürdürdü. 15 Nisan itibariyle Suriye devlet televizyonu (El İhbariye) hükümet kuvvetlerinin Doğu Guta’daki Ceyşü’l İslam karargahına girişlerinin görüntülerini geçerken, Suriye Arap Ordusu’nun en seçkin unsurları arasında sayılan Cumhuriyet Muhafızları, Kaplan Kuvvetler ve 9. Zırhlı Tümen birlikleri muhtemel, yeni bir askeri operasyon hazırlığı içinde Kadem ve Yermük’e doğru konvoy halinde ilerlerken görüntüleniyordu.

Doğu Guta’dan sonra sıra bizim de önceden tahmin ettiğimiz üzere Yermük’e gelmekteydi. Belli ki Ceyşü’l İslam gibi gruplar bir kimyasal silah saldırısı tiyatrosunun sahadaki şartları kendi lehlerine çevirebileceğini düşünmüş, Batı’nın Suriye’ye sert şekilde müdahale edeceğini, en azından ilerlemesini iyice yavaşlatacağını ummuşlardı.

Ancak gelişmeler umdukları gibi olmamış ve İsrail’in teşvik nitelikli ilk saldırısına rağmen ABDİF ülkeleri müdahaleyi sınırlı tutmuşlardı. 1,5 yıl sonra da böyle bir kimyasal silah saldırısının hiç yaşanmamış olduğu ortaya çıkacaktı.

 Bu ilk yalan değil

Suriye Savaşı’nda rejimin zehirli gaz içeren kimyasal silah saldırıları düzenlediğine yönelik iddiaları epeyce duyduk. Bunlar arasında en büyük facia 2013 yılı temmuz ayında yaşanmıştı. Hatırlanacağı gibi, cihatçılar "rejimin" Doğu Guta’da o tarihlerde bir sarin gazı saldırısı düzenlediğini ve çok sayıda insanın bu nedenle hayatını kaybettiğini iddia etmişlerdi. Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve ABD, olayı araştıracak BM heyetinin araştırma sonuçlarını beklemeden saldırıyı Suriye hükümet güçlerinin yaptığı şeklindeki iddiayı satın almış ve kendince aksiyonlarını belirlemişti, Dışişleri Bakanı Davutoğlu daha BM’nin konuyla ilgili araştırma raporu eline geçmeden medyaya demeçler verip "şüphe yok, kimyasal saldırıdan Esad rejimi sorumludur" demiş ve "Bundan sonra uluslararası topluma büyük sorumluluk düşüyor," diye ilave etmişti. Türkiye bir anda Esad’ı düşmanı ilan etmişti.

Aslında bu iddia ile Suriye Savaşı’nda kritik bir eşik dönülmüş, ABD ile müttefiklerinin savaşın içine daha kolay bir şekilde çekilmesi mümkün kılınmıştı. Olayın ardından bölgedeki cihatçı yapılanmalara özellikle Körfez monarşilerinden yapılan silah yardım ve sevkiyatı hızla arttı, ülkedeki Alevi katliamları hızlandı.

Oysa olayı araştıran BM heyetinin başında bulunan İsveçli bilim adamı Ake Sellström incelemelerini yapıp 16 Eylül 2013’te raporunu tamamladığında, bambaşka bir gerçekliğe işaret ediyor olacaktı. Rapor kimyasal saldırıyı kimin yaptığına dair herhangi bir bulgu içermemekle beraber, Sellström isyancıların delilleri manipüle etme çabası içinde olduğunu ima eden gözlemlerini de raporunda açıkça belirtiyordu. Olaydan bir yıl sonra bu kez ünlü araştırmacı Seymour Hersh, bir istihbarat görevlisine dayanarak, saldırıda kullanılan sarin gazının Suriye ordusunun elindeki örneklerle uyuşmadığını açıklayacaktı.

Olayda Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz'in yeğeni olan ve 2012 Temmuz-2014 Nisan arasında ülkesinin İstihbarat Şefi olarak görev yapan Prens Bender bin Sultan’ın parmağı olduğu sonradan anlaşılacaktı. Şam yönetimiyle olan savaşlarında cihatçı örgütlere yapılan yardımın arkasındaki isimdi o. Guta katliamının faili de onun El Nusra’ya gönderdiği kimyasal silahlar idi. Associated Press’in (AP) Ürdün’ün başkenti Amman’daki freelance muhabirlerinden Dave Gavlak’ın facianın ardından bölgeye giderek tamamen yerel kaynaklara dayanarak yaptığı habere bakılırsa, sarin gazı El Nusra Cephesi’ne iletilmek üzere bir grup isyancıya teslim edilmiş ve onlar tarafından bir tünelde muhafaza altına alınmıştı. Patlamadan bu silahlardan anlamayan, eğitimsiz cihatçılar sorumluydu. Ancak AP, Gavlak’ın bu haberini kullanmayı reddedince, haber 9 Ağustos 2013’te Mint Press News’ta yer almıştı.


Twitter: @akdoganozkan

Yazarın Diğer Yazıları

Avrupa savaş için geri sayıma doğru ilerlerken

Giderek daha çok sayıda kundakçının belirdiği bir dünyada bundan sonraki perdelerde “büyük patlama” öncesi rıza üretiminden savaş ekonomisine geçişe ve paradigma değişimini mümkün kılacak liderlik inşasına, daha çok şey göreceğiz gibi duruyor

Amerikan askerlerinin çekilmesi

ABD’nin bir yerlerden asker çekmesi dünyanın barışa bir adım daha yaklaştığı anlamına da gelmiyor. ABD, 2024'te ordusuna 886 milyar dolar harcamayı planlıyor. Bu, onu askeri harcamalarda bir kez daha dünya birincisi yaptığı gibi Çin, Rusya, Hindistan, Suudi Arabistan, İngiltere, Almanya, Fransa, Güney Kore, Japonya ve Ukrayna'nın toplamından da daha fazla askeri harcama yaptığının teyidi...

Karadeniz ısıtılırken

NATO’nun Rusya ile topyekûn bir savaşa mı gireceği sorusunu gündeme taşıyan sıcak gelişmelerin arka planı ve sebepler, sonuçlar