20 Ocak 2020
Süleymani suikastının ardından iki haftayı aşkın bir zaman geçti, üzerinde çok yazıldı, çok konuşuldu. Suikast çoğunluk tarafından, fazlaca "orantısız" hatta "anlamsız" bir saldırganlık eylemi olarak görüldü. ABD’nin bununla bölgedeki çıkarlarını maksimize etmek şöyle dursun, tam tersi o çıkarları tehlikeye attığını düşünenler oldu. Zaten Washington epeydir, Iraklı Şiileri İran nüfuzundan uzaklaştırıp Araplık paydası altında Suudilerle vd. buluşturmaya çalışıyordu. Oysa ABD bu "hamlesiyle" bu kitleyi Şiilik paydası altında daha fazla konsolide eden bir noktaya doğru götürüyordu.
Peki o halde ABD neden böyle bir şeye kalkıştı? Failin kendisi suikastın hemen ardından, "Süleymani’nin 4 ABD büyükelçiliğine saldırılar planladığını" ileri sürüp "dünyanın en önemli teröristini öldürdük" dese de, bir müddet sonra bu iddianın peşini bıraktı. Trump, son günlerde "Süleymani’nin saldırı planlayıp planlamadığının umurunda olmadığını" dile getiriyor. Ona göre, "Süleymani ABD hakkında kötü şeyler söylüyordu." Peki "ABD hakkında kötü şeyler söyleyen" bir adama karşı bu "orantısız," yer yer "anlamsız" ve hukukçu gözüyle de "ahlaksız" eylemin ardında bugüne kadar pek iyi tartamadığımız -ve İran’ı cezalandırmanın ötesinde- başka bir "rasyonel" olabilir mi? Bugüne kadar dile getirilenlerden farklı olarak Washington’un Süleymani operasyonunun ardında, daha derin başka bir dinamik yatıyor olabilir mi?
Bu yazıda, olayın hemen öncesinde ve sonrasında meydana gelen ama Türk basınında kendisine henüz yer bulamamış bazı gelişme ve olguları, Irak Meclis’inde yapılmış bazı konuşmaların da refakatinde masaya yatırarak, Süleymani suikastının arka planına bakmaya, faili bu suikasta götüren olaylar zincirinin bağlamına ışık tutmaya ve buradan sonuç çıkarmaya çalışacağım.
Önce özet: Evet, sanıyorum Washington’un Süleymani operasyonunun ardında, daha "derin," başka bir dinamik (de) yatıyor.
Önce cinayet sahnesini, yani Irak’ı anlamaya çalışalım. 2003 yılında ABD’nin işgaline maruz kalan bu ülkede, hükümetler on yıllardır çökmüş olan altyapıyı geliştirmek, Irak’ı yeniden imar etmek için uğraş veriyor. Bunun için ellerindeki belki de tek dayanak hepimizin gayet bildiği gibi, petrol. Irak, günlük 4,5 milyon varil petrol üretimiyle Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) içinde ikinci sırada yer alan bir ülke. Bütçesinin yüzde 90’ını petrol gelirleri teşkil ediyor, ki bu rakam 2019 yılında 112 milyar dolara ulaştı.
Ama… Petrol zengini olmasına rağmen Irak bu gelirlerini bağımsız ve egemen bir devlet olarak maalesef kendisi kontrol edemiyor.
Neden? Çünkü, ABD önderliğindeki uluslararası koalisyonun 2003 yılındaki Irak işgali ertesinde bu ülkeye uygulanan ambargonun kaldırılmasını sağlayan 1483 no’lu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı uyarınca, Bağdat Yönetimi’nin petrolden elde ettiği gelirlerin tamamı ABD Merkez Bankası’nda (Federal Reserve – Fed) bulunan bir hesaba yatırılıyor.
Iraklı yetkililerin AFP’ye verdiği bilgiye göre, petrol gelirleri Fed’e günlük olarak dolar bazında yatıyor. Halihazırda hesapta yaklaşık 35 milyar dolar bulunuyor. Irak hükümeti neticede resmi ve ticari işlemler için her ay bu hesaptan 1 ila 2 milyar doları kullanıyor.
Ancak bu rakamlar ülkenin savaşla çökmüş altyapısını yeniden bayındır hale getirmek için yetersiz. Gerçi ABD’nin ülke altyapısını yeniden işler hale getirmeye dönük taahhütleri söz konusu. Ancak bunlar bir türlü söz olmaktan çıkıp ete kemiğe bürünemiyor ve yıllar özellikle güney kentlerinde sefaletin pençesinde geçiyor. Ayrıca unutmayalım ki, Irak’ın ülkenin yeniden inşası için ihtiyaç duyduğu söylenen para 88 milyar dolar.
Bu şartlar altında ülke için bir çıkış arayan Bağdat yönetimi, bir süredir Çin ile ilişkilerini geliştirmeye ve altyapı projelerinde işbirliğine gitmeye çalışıyordu. Zaten Başbakan Abdulmehdi’nin bu konuların acemisi olmadığını da teslim edelim. Abdulmehdi, önceki Başbakan Haydar el İbadi Hükümetinde (2015 yılında) Petrol Bakanı olarak görev yapmıştı. Hatta Çin ile imzalanan "Belt and Road İnitiative" anlaşmasının da imzacılarından biriydi.
Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi, ülkesinin içinde bulunduğu sıkıntıları aşmaya dönük somut bir adım atabilmek üzere geçtiğimiz yılın 19 Eylül’ünde Çin’in başkenti Beijing’e gitmişti. Burada Çin Başbakanı Li Kıçiang ile bir araya gelen Irak Başbakanı Çinli mevkidaşı ile çeşitli konularda yaptığı uzun görüşmelerin ardından 23 Eylül Pazartesi günü çok önemli 8 anlaşma ve mutabakat zaptına imza attıklarını duyurdu. Açıklamalara bakılırsa, finansal kredi harcamaları ve ekonomik kalkınma için yapılan mutabakat zaptları ekonomik, kültürel, teknik işbirliği, ulaştırma, iletişim, konut, enerji ve altyapı gibi alanları kapsıyordu. Yani Irak için yaşamsal öneme sahip konularda kritik adımlar atılıyordu. Aynı gün Çinli işadamları ve yatırımcıların Abdulmehdi’nin de katılımıyla bir araya geldiği Irak-Çin İşbirliği Forumu’nun üçüncüsü düzenlendi. Hedef, Irak ile Çin arasındaki iş hacmini önümüzdeki 10 yıl içerisinde 500 milyar dolara ulaştırmak idi.
Merkezi Londra’da olan Şarku’l Avsat gazetesine konuşan Irak hükümetine yakın kaynaklara bakılırsa, Çin ile imzalanan en önemli anlaşmalardan biri Mali Güven Fonu aracılığı ile gerçekleşen ve Çinli şirketleri Irak’a daha fazla yatırım yapmaya teşvik edecek anlaşma. Söz konusu kaynaklar, bugün Irak’tan Çin’e günde 800 varil ham petrol ithal edilirken, bu rakamın önümüzdeki yıllarda hızla artacağını ifade ediyor, son anlaşmalar ile Çin’in Irak petrolünün en büyük ithalatçılarından biri haline geleceğini belirtiyorlar.
Peki Irak bu anlaşmalarla bir anlamda ABD’den alamadığını Çin’den temin etme yoluna mı gidiyor? İki ülke arasındaki iş hacmi nasıl bir mekanizma ile artacak, altyapı projelerinde ne şekilde kullanılacak? Irak Başbakan Müsteşarı Mazhar Muhammed Salih, yakın tarihlerde Bağdat’ta düzenlediği basın toplantısında ülkesi ile Çin arasında imzalanan ve petrol gelirlerinin projelere dönüştürülmesini temel alan anlaşmalara dair ayrıntıları aktarırken bir anlamda bu sorunun da cevabını vermişti: "Petrol gelirimiz, Çin'in Irak'taki projelerinde kullanılacak. Çin bankalarından birinde günlük 100 bin varil petrol gelirinin yatırılacağı bir hesap açtık. Bu hesap üzerinden Irak'taki projeleri uygulayan Çinli şirketlerin mali hak edişleri karşılanacak."
100 bin varillik anlaşma Irak’ın Çin’den yıllık 1,75 milyar dolar gelir kazanması anlamına geliyor. Iraklılar bu kazanılan para ile ülkelerinde okul, hastane, yol, elektrik ve kanalizasyon gibi projelere yoğunlaşmayı ümit ediyorlar.
Ama tabii bu kadar değil… Irak’ın Elektrik Bakanı Luay el Katib, 24 Eylül’de sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Çin ile yapılan anlaşmaya dair şunları yazmıştı:
"Çin uzun vadede bir stratejik ortak olarak bizim asli seçeneğimiz. 10 milyar dolarlık bir finansal çerçeve anlaşması ile yola koyulduk ve bazı altyapı projelerini sınırlı petrol ihracatıyla finanse edebildik. Artan petrol üretimimizle birlikte Çinlilerin bu fonlaması da büyüyecek ve öncekinden farklı olarak inşaat, yatırım, yeniden inşa gibi alanlarda kullanılabilecek."
Buraya kadar her şey pek güzel. Bir ülke makus talihi kırıyor ve önemli bir atılım yapmaya çalışıyor. Ama Çin ile geliştirdiği bu "özel dostluğa" ABD’nin ne diyeceği de önemli. Malum, Bağdat’ın dizginleri 2003’ten bu yana hep Washington’un elinde oldu. Altyapı projelerini diledikleri gibi geciktirerek bir sürü dengesi pamuk ipliğine bağlı olan ülkedeki hoşnutsuzluğun büyümesine istedikleri noktada istedikleri katkıyı yapabilme imkânı sadece Beyaz Saray’a ait bir ayrıcalık oldu. Bu anlamda Çin ile imzalanan söz konusu anlaşmalar Irak için aradığı can suyunu bulmak ve dipten çıkabilmek demek belki... Ama tabii Washington Çin ile imzalanan anlaşmalarla baypas edildiğini düşünüp Bağdat’ı canından bezdirmeye kalkmaz ise...
İlerleyen satırlarda ayrıntılı olarak aktaracağımız üzere, Çin ile imzalanan anlaşmalar Washington’un canını çok sıktı. Beyaz Saray anlaşmaların iptalini bile istedi. "Yoksa, olacaklardan sen sorumlu olursun" demişti, Trump Abdulmehdi’ye. Bu arada Washington’un Irak’taki siyasi partilerin hükümetten desteğini çekmesini istediği de yazılıp çiziliyordu. Başbakan Adil Abdulmehdi, Beijing’den ülkesine döndükten sonra bir hafta bile geçmeden özellikle Bağdat’ta ve ülkenin güney kentlerinde protestolar patlak verdi. İşsizlik ile yolsuzluğu protesto eden, kamu hizmetlerindeki yetersizliğe dikkat çeken gösteriler kısa bir süre içinde İran’ın ülkedeki etkinliğinin de protesto edildiği bir nitelik kazandı. Derken gösterilerde kan akmaya da başladı. Irak Yüksek Bağımsız İnsan Hakları Komiserliği, Aralık ayı başında yaptığı açıklamada, hükümet karşıtı gösterilerde ekim ve kasım aylarında en az 460 kişinin öldüğünü, 17 bin 400 kişinin de yaralandığını duyuracaktı.
ABD tarafından üzeri çizilen Irak Başbakanı gösterilerin tırmandırdığı krize çözüm bulunması amacıyla 29 Kasım’da istifa ettiğini açıkladı. 30 Kasım’da istifasını resmi olarak Meclis’e sundu. Anayasanın 76. maddesine göre, Cumhurbaşkanının meclisin en büyük partisinin belirleyeceği adaya 15 gün içinde hükümeti kurma teklifinde bulunması gerekiyor. Irak’ta 2003’ten bu yana, Şii partilerin belirleyeceği ortak aday başbakan olarak seçiliyor. Şiilerin en büyük dini merci olan Ali es-Sistani’nin yol göstericiliği çok önemli bu noktada tabii. Çok parçalı bir yapıya sahip olan Irak Meclisi'ndeki iki büyük koalisyon (Sairun ve Fetih) bir isim üzerinde uzlaşmaya varırsa iş kolaylaşıyor.
Ancak aradan 1,5 ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen istifa eden bağımsız Şii Başbakan Adil Abdulmehdi sonrası hükümete başkanlık edecek ismin belirlenmesi mümkün olmuş değil. Bu nedenle Abdulmehdi, yeni bir lider başbakanlık koltuğuna oturana kadar görevini sürdürecek. Tabii, Washington’un da bir şekilde yeni hükümete vize vermesi gerekecek. İddialara göre, Abdulmehdi’nin üzerini bir kalemde çizen ABD yeni liderin Çin ile yapılan anlaşmayı iptal etmesi gerektiğinde ısrarcı. Yoksa Bağdat ile Washington arasındaki tansiyon düşmeyecek.
2 Ocak’ı 3 Ocak’a bağlayan gece iki ülke arasındaki gerilimi daha da tırmandıracak bir şey oldu. İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün Komutanı Kasım Süleymani ile Irak ordusu bünyesindeki milis gücü el-Haşd el-Şabi’nin (Halk Seferberlik Güçleri) Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis ABD tarafından Bağdat Uluslararası Havalimanı çıkışına yakın bir noktada düzenlenen bir suikast saldırısı sonucu öldürüldüler. Suikast ülkede büyük infial yarattı. ABD’ye tepki çok büyüktü.
5 Ocak Pazar günü Irak Meclisi ABD askerlerinin ülkeyi terk etmesi yönündeki önergeyi onayladı. Mecliste yapılan olağanüstü oturumda, ABD ve diğer yabancı güçlerin ülkeden çıkarılmasına oy çokluğuyla karar verildi. Kararın ne şekilde ve ne zaman uygulanacağı hükümetin inisiyatifine bırakıldı.
Başbakan Adil Abdulmehdi 9 Ocak Perşembe günü ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile telefonda görüştü. Görüşmede, Abdulmehdi, Pompeo'dan, meclisin aldığı kararın uygulanması çerçevesinde, ABD'den bir heyetin, Irak'a gönderilmesini ve asker çekme mekanizmasının oluşturmasını istedi.
Pompeo her ne kadar telefonda Irak'ın egemenliğine saygı duyduklarını ifade etse de, Başbakanın net talebine yanıt vermedi. Ancak ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan "Irak’tan çekilmeyi düşünmüyoruz" cevabının gelmesi de çok gecikmedi. Bağdat hükümetinin talebine rağmen, ABD'nin Irak'tan asker çekmeye niyeti yoktu. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus, şöyle konuşuyordu: "Şu aşamada Bağdat'a gidecek ABD'li delegasyon Irak'tan çekilmeyi değil stratejik ortaklığımızı en iyi şekilde nasıl yeniden teyit edeceğimizi görüşecektir."
Başkan Donald Trump konuya daha da sert bakıyordu. Trump, 5 Ocak tarihinde yaptığı açıklamada, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmeye zorlanması halinde, bu ülkeyi çok ağır yaptırımlar uygulamakla tehdit etmiş ve şöyle konuşmuştu:
"Iraklılar ülkeden çıkmamızı isterlerse ve bunu dostça yapmazlarsa onlara daha önce hiç görmedikleri ağır yaptırımlar uygularız. İran yaptırımları bunların yanında hafif kalır."
Trump ayrıca, "Orada çok pahalı bir hava üssümüz var. İnşa edilmesi milyarlarca dolara mal oldu. Bize bunun için geri ödeme yapmadıkça ayrılmıyoruz" bile demişti. Evet, işgalci güç bir yandan Çin ile yapılan anlaşmanın feshedilmesini istiyor, bir yandan da ülkeden askerlerini çekmesi için Irak’tan para talep ediyordu.
ABD’nin tehdidi sonrası Irak Başbakanı Abdulmehdi Çin kartını masaya yatırdı. 6 Ocak tarihinde Çin'in Bağdat Büyükelçisi Zhang Tao ile başkentteki Başbakanlık Konutu'nda görüşen Abdulmehdi, görüşme sonrasında "Çin ile yaptığımız anlaşmayı tereddütsüz olarak uygulayacağız. Çin'in de bizi uluslararası mahfillerde desteklemesini bekliyoruz" diye konuşmuştu. Çin Büyükelçisi de Irak hükümetini desteklemeye devam edeceklerini ve ülkenin yeniden imarına katkıda bulunacaklarını dile getirmişti.
Bu arada İtalyan serbest gazeteci ve araştırmacı Federico Pieraccini’nin Iraklı kaynaklara dayanarak 8 Ocak tarihli yazısında aktardığı bilgilere göre, asıl kıyamet Abdulmehdi’nin Irak Meclisi’nde yaptığı konuşma sırasında kopmuştu. Zira, Abdülmehdi, söz konusu Meclis konuşmasında Süleymani suikastı öncesindeki haftalarda ABD Başkanı Donald Trump ile yaşadığı gerilimin perde arkasına dair bazı çarpıcı açıklamalarda bulunmuştu.
ABD askerlerinin ülkeden ayrılmasına yönelik tavsiyenin de oylanacağı oturuma Iraklı Sünni milletvekilleri ile Kürt partilerin temsilcileri katılmamıştı. Ancak Pieraccini’nin verdiği bilgilere bakılırsa, Amerikalılar Başbakan Abdulmehdi’nin söz konusu oturumda Trump ile arasındaki bazı görüşmelerin "hassas" ayrıntılarına dair oturumda açıklama yapacağını öğrenmişlerdi. Bu nedenle de Amerikalılar, Meclis Başkanı (Sünni) Muhammed el Halbusi’den toplantıya mutlaka katılmasını istemişlerdi. Oturum sırasında Halbusi, Abdulmehdi’nin bu hassas ayrıntılara ineceğini fark eder etmez konuşmasını kesmişti. Konuşmanın yayına verilip kaydedilmesini de engelleyen Halbusi diğer vekillerle birlikte Abdulmehdi’nin yanına gidip kendisini çevrelemiş ve konuşmanın kapalı bir ortamda cereyan etmesini sağlamıştı.
İtalyan gazetecinin aktardıklarına göre, Abdulmehdi bu konuşmasında Amerikalıların Irak’ı savaşla mahvettiklerini, ancak petrol gelirlerinin yüzde 50’sinin kendilerine verilmemesi halinde ülke altyapısı ve elektrik şebekesiyle ilgili projeleri tamamlamayı epey bir zamandır reddettiklerini ilan etmişti. Başbakan, Çin’i Eylül ayında bu amaçla ziyaret ettiğini belirtiyor, Irak altyapısını ilgilendiren konuların sorumluluğunu Çinlilerin üstlenmesini mümkün kılan anlaşmaları da bu çerçevede imzaladıklarını vurguluyordu.
Abdulmehdi kızgındı. Çünkü Çin dönüşünde Trump kendisini arayıp bu anlaşmayı iptal etmesini istemişti. Başbakan, bu öneriyi reddedince de, ABD Başkanı kendisine karşı içerde başbakanlığının sonunu getirecek devasa gösterilerin başlayabileceğini söyleyerek tehditkar ifadelerde bulunmuştu. Trump’ın dedikleri birkaç gün içinde gerçek olmuş, Bağdat ile ülkenin güneyi protesto gösterileriyle çalkalanmaya başlamıştı. Ardından Trump yeniden Başbakan’ı aramış ve kendisine daha sert baskı uygulama yoluna giderek, dediklerini yapmaz ise, yüksek binalara yerleştirilecek Amerikan keskin nişancılarının göstericiler ile güvenlik kuvvetlerini hedef alabileceğini söylemişti!
Abdulmehdi, Trump’ın Çin ile yapılan anlaşmaları iptal etmesi yönündeki baskısına bir kez daha hayır demiş, ancak bu kez ülkeyi kaosa atmaktan kaçınmak için de istifasını vermeyi seçmişti. Abdulmehdi alternatif bir lidere hükümeti kurma görevi verilene kadar ülkeyi yönetmeyi sürdürecek ve Amerikalıların baskılarını göğüslemeye devam etmek zorunda kalacaktı.
Bu arada Irak Savunma Bakanlığı gösterilerde üçüncü bir gücün (tıpkı Trump’ın telefon konuşmasında işaret ettiği üzere) hem göstericileri hem de kolluk kuvvetlerini hedef aldığına dönük bazı bilgileri kamuoyuyla paylaşmaya başlamıştı. Bu açıklamanın akabinde Trump bir kez daha Abdulmehdi’yi aramış ve "üçüncü güçten" bahsetmeyi sürdürmeleri halinde hem Irak Savunma Bakanı’nın hem de kendisinin hayatının "tehlikeye gireceğini" söylemişti. Bu çok açık kişisel bir tehditti artık.
Abdulmehdi, tam kendi hayatı için endişelenmeye başlamıştı ki… Suikast füzeleri İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün Komutanı Kasım Süleymani ile Irak ordusu bünyesindeki milis gücü el-Haşd el-Şabi’nin (Halk Seferberlik Güçleri) Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’i vurdu. Başbakan buna hiç ihtimal vermemişti. Abdulmehdi, Meclis’teki söz konusu konuşmasında bu konuda şöyle demişti:
"Onunla (Süleymani) öldürüldüğü sabah saatlerinde görüşecektik. Suudilerden İranlılara iletilen diplomatik mesaja İran’ın yanıtını iletmek üzere geliyordu."
Olay Suudi Arabistan için de şok olmuştu. Suudi Krallığı ABD operasyonundan önceden haberdar edilmediğini özellikle vurgulama ihtiyacı hissetmişti. Zaten Suudi Arabistan’ın suikasta verdiği tepkiye bakarak, Tahran ile Riyad arasında bir süredir gerilimi düşürmeye dönük iyi niyet müzakereleri yürütüldüğünü varsayabiliriz.
Ayrıca Washington Post’un Büro Şefi Liz Sly’ın 6 Ocak sabahı sosyal medya hesabından paylaştığı bilgiye bakılırsa, Suudi Arabistan, Körfez ülkelerinin İran’la yaşanan gerilimin düşürülmesinden yana olduğunu ve bu mesajlarını net olarak iletmek üzere Washington’a bir heyet göndermeyi planladıklarını açıklamıştı.
Kısacası suikast öncesindeki süreçte Iraklılar, İranlılar, Suudiler, hepsi beraber bölgedeki gerilimin düşmesinden yana bir çaba içine girişmişken Amerikalıların zaman zaman Bağdat Yönetimi ile ikili görüşmelere tehdit olarak yansıttıkları başka hesaplar içinde oldukları anlaşılıyordu.
13 Ocak tarihinde dünya Irak krizi ile ilgili olarak yeni bir gelişmeyle daha çalkalanınca ABD’nin konuya sadece "duygusal" olarak yaklaşmadığı görüldü. The Wall Street Journal gazetesine konuşan Iraklı yetkililer, Irak hükümetinin ABD güçlerini ülkeden çıkarma kararını hayata geçirmesi halinde, ABD'nin Merkez Bankaları Sistemi dahilinde New York'taki Federal Rezerv Bankası'ndaki Irak Merkez Bankası hesabına erişimini kaybedeceğine dair Washington tarafından uyarıldıklarını dile getirdiler. Söz konusu hesapta Irak'ın petrol gelirlerinden elde ettiği milyarlarca dolar bulunuyordu. Hesabın bloke edilmesi, Irak ekonomisinin tamamen çökmesi anlamına gelecekti.
Amerikalılar daha önce (2015 yılında) bu hesaptaki parayı İran ya da IŞİD’in eline geçebileceği endişesi ile bloke etmişti. Yine yapmaları hiç zor değildi.
Bunun gerçekleşmemesi için ne yapılması gerektiğini de Bağdat Yönetimi’ne defalarca anlatmışlardı. Artık bu mesajlar alınsın istiyorlardı.
Süleymani ile el Mühendis’e yönelik suikast, ne İran’ın bölgedeki nüfuzunu kırmaya başlayan bir sürecin miladı olabilecek ne de ABD ile İran ilişkisinde radikal bir değişimin kapısını açma potansiyeline sahip bir eylem. ABD bu suikast ile İran’ı cezalandırmayı hedeflediyse, denklemi değiştirme imkânı olmayan ve bedeli çok yüksek bir yol tutturmuş demektir. Ancak şu çizdiğimiz tablo çerçevesinde, galiba ABD bu suikastla İran’dan ziyade daha çok Irak’ı etkilemek, onun egemen bir ülke olarak belirme ve kendi kaderini tayin edebilme, uluslararası toplumun onurlu bir aktörü olarak kendi topraklarında kimle çalışacağına, kimin kalıp kimin kalmayacağına karar verme şansını elinden almak istedi. Kendi iradesi önünde diz çökmeyen bir başbakan görünce onu bertaraf etmek, gerekirse ülkeyi ateşe atmak ve müstakbel liderlerine hayatı dar edebileceğini göstermek istedi.
İddia doğruysa, tehdit Irak Başbakanı ile Savunma Bakanı’na yöneltilmişti. Ancak suikast bu iki isme yapılırsa, Irak’taki infial çok daha büyük olacak ve Irak’ı yönetecek (ve ABD ile de uyumlu çalışacak) lider bulmak iyice imkânsız olacaktı. Ve neticede 3 Ocak’ta Süleymani ile el Mühendis’in hedef alındığını gördük. Alınması istenen mesaj hem Irak’a, hem de Suudi Arabistan yönetimine yönelik olarak veriliyordu.
Bir taraftan Irak’ı Abdulmehdi’den sonra yönetecek olanlara "ayağını denk al" mesajı veriliyor, bir taraftan da Suudi Arabistan’a, "boyundan büyük işlere yeltenip İran ile barışa kalkışma" mesajı ulaştırılıyordu. Barış ABD’nin istediği zaman onun istediği şartlarda yapılırdı. Savaşı yapan barışın da mimarı olurdu. İran zaten "düşman" idi. Düşmana mesaj değil zayiat verdirilebilirdi. O da zaten böyle bir suikast ile olabilecek en sembolik düzeyde verilmişti.
Süleymani suikastını yukarıda çerçevesini çizdiğim perspektiften okumaz isek, sanırım eksik kalır.
NOT: Bu arada 6 Ocak 2020 tarihli ve "Süleymani suikastının ‘faili’ belli oldu" başlıklı yazımda, suikastın MQ-9 Reaper adı verilen bir Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) tarafından gerçekleştirildiğini ve saldırıda ABD yapımı AGM-114 Hellfire (Cehennem ateşi) füzelerinin gelişkin bir modelinin kullanıldığını yazdım. Olay mahallinde bulunan füze kalıntılarından hareketle de füzenin, ABD’nin son dönemde bu tip saldırılarda kullandığı özel br suikast füzesi olabileceğini, yani Hellfire’ın R9X (Ninja) modeli olabileceğini söyledim. Ancak daha sonra savunma sanayii uzmanlarından Sn. Arda Mevlütoğlu’nun sosyal medyadan yaptığı haklı uyarıda da belirttiği gibi, araçlarda bunun R9X füzesi olmayabileceğini gösteren bulguların ağırlıkta olduğunu gördüm. Buradan özür dileyerek bunun düzeltmesini de yapayım. Saldırıda MQ-9 Reaper SİHA’sı ile Hellfire füze ailesinin bir üyesinin kullanıldığı bilgisi doğru olmakla birlikte, kullanılan füze modelinin R9X olması şüpheli görülüyor. Saldırıda hangi füze modelinin kullanıldığı ancak Pentagon kaynaklarından gelecek bir açıklama ile ortaya çıkacakmış gibi duruyor. Okuyucuların bunu dikkate almasında fayda var.
Twitter: @akdoganozkan
Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir
İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken
“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor
© Tüm hakları saklıdır.