Hayır, Türkiye savaşa girmiyor. Aksine, uzunca bir süredir lojistik bir cephe görüntüsü verdiği savaştan çekiliyor aslında! Yani Ankara için “game over!”
Kaybetti, savaştan çıkıyor.
Hani mahallenin kavgacı, atarlı delikanlısı ağız tadıyla tutuşamadığı ya da darbe alıp dayak yediği kavga mahallinden eli kolu çekiştirilerek uzaklaştırılır da kendi mahallesine vardığında racon gereği öfkesini başkalarından alır ya! Olan bitenin bir hezimet olduğu anlaşılmasın diye mahallede ya da evde kontrolünü kendi elinde tutacağı daha ufak çaplı bir gerginlik senaryosu yürürlüğe koyar ya...
Bizim durum da biraz öyle.
Çünkü Ankara’yı gizli gizli odun taşıdığı izlenimi verdiği ateşin başından çekip aldılar. Sinsi savaşından bütün hırsları ve Neo-Osmanlıcı hesapları içinde kalmış bir şekilde, muradına eremeden... “Sen artık evine dön, aslanım. Pek ayak altında da dolanma, adamlarını da dolandırma. Artık bu bizim işimiz, bu bizim yerimiz” dediler.
Evet, atarlı delikanlının bu cümleden sonra yürürlüğe koyduğu senaryo belki insanı utanca ve ümitsizliğe boğan, endişe verici ve acılı bir nitelik arz ediyor! Ama bilelim ki, ufkumuzu tümden karartacak bir durumda değiliz. Tünelin ucunda ışık var aslında, ümit var!
Çünkü başta da dediğim gibi “Türkiye savaşa girmiyor,” hatta “savaştan çıkıyor.” Bir senaryo eşliğinde!
Peki bütün bu yaşadıklarımızın anlamı ne? Memleket gaza, kana ve gözyaşına boğulurken, uçaklarımız sınır ötesine bomba yağdırırken, nasıl oluyor da “savaştan çıkıyor” oluyoruz? Gelin, serinkanlı bir şekilde olan bitenlerin arka planını anlamaya çalışalım: Çalışalım ki, ülkenin demokrasi ve vicdan cenahı olarak bu geçici senaryonun şedid tuzaklarına düşmeyelim, barıştan ve çözüm arayışlarımızdan vazgeçmeyelim.
BİR: 22 Temmuz çarşamba günü, yani TSK’nın sınır ötesindeki IŞİD hedeflerini bombaladığı o kanlı perşembeden bir gün önce, ABD Başkanı Barack Obama ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Detaylarına bugün hakim değiliz ama İncirlik üssünün IŞİD’e karşı savaşta ABD savaş uçakları tarafından kullanılacağının kesinlik kazandığı bir telefon görüşmesi oldu bu.
İKİ: Nitekim, 23 Temmuz tarihli Wall Street Journal gazetesinin manşetinde Dion Nissenbaum imzasıyla yer alan haberde şöyle deniyordu: “Türkiye ABD Ordusunun Türk Topraklarından IŞİD’de Saldırı Düzenlemesine İzin Veriyor” (Turkey to Let U.S. Military Launch Strikes Against Islamic State From Turkish Soil).
ÜÇ: Malum bizim memleketimizde İncirlik üssünün ABD tarafından kullanımına yeşil ışık yayılan her vakada muhalif sesler yükselmiş, milliyetçi ya da “anti-emperyalist” cenahlar hükümetleri şu ya da bu ölçüde yıpratmıştır. Bu bilindiği için de İncirlik bazen gizlice ama tamamında yaygara kopartılmadan kullanıma açılmıştır.
DÖRT: Nitekim 1991’deki Körfez Savaşı sırasında Özal hükümeti bu tip bir gizlilik planını devreye sokmaya çalışılmıştı. Savaş 16 Ocak’ta patlak vermiş, İncirlik ise 19 Ocak’ta ABD’nin kullanımına açılmıştı. Gelgelelim, ne Dışişleri Bakanlığı ne Savunma Bakanlığı ne de Genelkurmay üssün açıldığını teyide yanaşıyordu. Hatta, CNN International’ın canlı yayınına bağlanan TRT naklen savaş görüntülerinde sıra İncirlik’e gelince, sırf biz kendi memleketimizde olan biteni öğrenmeyelim diye bağlantıyı kopartıp reklama gidiyordu. “Gizlilik” 2003’te de oyunun adı oldu. Üssün ABD Silahlı Kuvvetleri tarafından, lojistik amaçla ve transit geçişler için kullanılmasına izin verilen 23 Haziran 2003 tarihli Bakanlar Kurulu kararı gizli tutuldu.
BEŞ: Ancak şimdi devir değişti. Sosyal medya çağında artık böyle bir şeyden haberdar olmamızı kimse engelleyemez Ama ne yapabilirler? Dikkati, odağı, gündemi başka bir yöne çevirebilirler! Ve orada “krizi fırsata çevirme” hesabı da güdebilirler. Sanki “öfkeli gençler” diye niteledikleri IŞİD konusunda foyamız ortaya çıkmamış gibi, “Girdik, Vurduk” ya da “Bordo Bereliler Girdiler, Köyü Aldılar” benzeri manşetler eşliğinde bir takım askeri operasyonlara kalkışılabilirler.
ALTI: Ankara’nın hedefledikleri ve geldiği nokta açısından bakarsak, aslında ortada tam bir fiyasko var! Türkiye ne Esad’ı iktidardan uzaklaştırıp, başından beri esip gürlediği şekilde “Şam Emeviye Camii’nde öğle namazı kılabildi”, ne sınırın öte tarafında “tampon bölge” oluşturabildi, ne de belirli bir zonun “uçuşa yasak bölge” olarak ilan edilmesini sağlayabildi. Ayrıca sınırın öte yakasını Kürtlerden azade kılmak için gösterdiği onca çabaya (!) rağmen Kürtlerin güneydoğu sınırımız boyunca Akdeniz’e doğru -kimi kesintilerle- neredeyse 900 km -uzanmasına engel olamadı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, şimdi de İncirlik sayesinde oradan kalkan koalisyon uçaklarının vuracağı noktalardaki IŞİD unsurlarından boşalacak mevzilere PYD yerleşiyor olacak. Neye niyet, neye kısmet!
YEDİ: Çapsız dış politikamızın iflas ettiği gün gibi ortaya çıkınca iktidara yapacak tek bir şey kalmış görünüyor: İncirlik iznini gölgede bırakacak ve bir taşta birkaç kuş vurmayı hedefleyecek bir “vuruşarak çekilme” harekâtı! Niye? İktidarın onca “titizlendiği” ama 7 Haziran’da MHP’ye kaymasına engel olamadığı milliyetçi oyları geri kazanmak için. Peki bu nasıl olacak? Bütün bu başarısızlıklar ve İncirlik’ten kalkıp cihatçıların üzerine bomba yağdıracak Amerikan uçakları nasıl gölgelenecek?
SEKİZ: Bir kere İncirlik aktif hale gelmeden, IŞİD’e karşı girişilecek göstermelik bir kaç hava harekatı ile sanki inisiyatif bizdeymiş, hamleyi biz yapmışız izlenimi verilecek. Böylece hem ülke içinde hükümeti cihatçılara karşı müsamaha göstermekle eleştiren kesimlere karşı bir algı operasyonu yapılmış olacak, hem de Batı’ya karşı bir PR çalışması. Uçaklarla, toplarla tarla dövsek bile, dönüp müttefiklerimize havalanan savaş uçaklarımızı ve arşiv videolarını gösterebilecek, “bakın biz nasıl da bu terör örgütüne karşı etkin önlemler alıyoruz” mesajı verebileceğiz. Bununla da sınırlı kalmayacağız, bu “inisiyatifimizle” (!) Suriye ve Esad politikasında bir u-dönüşünün de eşiğindeymiş izlenimi vereceğiz. Yani, kimseye Lahey falan hayali kurdurmadan “güvenilir müttefik” algısına dönülmesini sağlayacağız.
DOKUZ: Ayrıca “DAEŞ eşittir PKK” denklemi kurup PKK hedeflerini bombalayarak hem olası İncirlik muhaliflerinin gazı alınacak hem de çözüm sürecinde MHP’ye kaptırılan milliyetçi oyların bombalara refakat eden hamasetle geri dönmesi sağlanacak. Bunlar kontrollü şekilde yapılarak yarın yeniden çatışmasızlık konumuna dönüldüğünde bu kez masaya daha güçlü oturma fırsatı yaratılacak.
ON: Bir yandan da “DAEŞ eşittir PKK, o da eşittir HDP” denklemi kurarak iktidarın yüzde 13 mertebesindeki oyunu ve 80 milletvekilini sindiremediği Kürt siyasi hareketini ve Selahattin Demirtaş’ı itibarsızlaştırmak hedeflenecek. Partinin barış dilini sekteye uğratıp siyaset yapma araçlarını ve dilini şiddetin sahasına çekmesi sağlanacak. Ki olası bir yakın tarihli seçimde barajın altına itilsin. Bu becerilemese bile milliyetçilere buradan da göz kırpılacak.
ONBİR: İşte giriştiğimiz Şark kurnazlığı ile bir taşla vurulmasını arzuladığımız kuşlar böyle... İşin kaymak tarafı, bütün bu operasyonel girişimlerin sorumluluğunu kimsenin yüklenmeyecek olması. Ortada seçim sonrası meclis aritmetiğinin yansıdığı kalıcı bir hükümet değil geçici bir kabine var. Bir “yamuk” olursa, 7 Haziran’daki tercihleriyle “kaosa” yol verdiği düşünülen seçmenin haricinde kimsenin karnesine eksi yazılmayacak bunun için. Zaten operasyon(lar) da diplomaside “sıcak takip” (hot pursuit) denilen bir “meşru-müdafaa” çerçevesine yaslanılarak yapılmış gibi gösterileceğinden uluslararası çevrelerce –belli bir doza kadar- “saldırganlık” olarak değerlendirilemeyecek.
ONİKİ: Peki Ankara bu operasyonlarla hedeflediklerinde başarılı olabilir mi? Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz, derler. Geçen yıllarda başarılı bir “iş” sicilimiz yok! 2009’da Ortadoğu’da itidalli bir yol tutturmuş gidiyorduk. 2011 Suriye kriziyle geldiğimiz dört yol ağzından aynı istikamette devamla hasarsız ilerleyebilirdik. Tutturduğumuz barışçı ve temkinli politikalarla bölgede etkinliği ve etkililiği daha da artmış bir unsur olarak –İran’ın belirdiği gibi- bu sınavdan kazançlı da çıkabilirdik. Ama bugün verdiğimiz görüntü, diğer yollardaki çamura da batmayı, zifte de bulanmayı, mıcıra da düşmeyi başarmış (!) bir görüntü. Sanırım başarısızlığın bu denli katmerlisini Ankara’nın düşman bellediği Esad bile öngöremezdi!
Ha, bir şey daha var. Farkında mısınız? İktidar artık sadece savaş çıkarıyormuş gibi yaparak, savaşın aygıtlarını ve dilini devreye sokarak gündemi belirleyebiliyor. Umarız bu bir alışkanlık yapmaz. Zira bu tip bir alışkanlıkla ve otoriter eğilimlerle varılacak yol, 1992’de Alberto Fujimori’nin, 1993’de Boris Yeltsin’in gittiği türden bir “autogolpe” (sivil darbe) yolu olabilir, başka bir yol değil. Bunun da kimseye faydası olmaz!
twitter: @akdoganozkan