05 Ağustos 2019

Olası kuzey Suriye operasyonunun şifreleri

Fırat’ın doğusundaki gelişmelerin batısındaki gelişmelerden bağımsız ilerleyeceğini düşünmemek lazım

Son haftalarda pek çok kişi Ankara’nın Suriye’nin kuzeydoğusunda “güvenli bölge” oluşturma hedefine dönük olarak Beyaz Saray yetkilileri ile yaptığı görüşmelere, bu görüşmelerden çıkan ya da çıkmayan sonuçlara ve sınıra yapılan askeri yığınağa bakarak Fırat’ın doğusunda bir savaşın “eli kulağında” olduğunu yazıp çiziyor. Irak’ın kuzeyinde yürütülen Pençe Harekâtı ile Kandil’e ilerleyen TSK unsurlarının, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olarak gördükleri YPG’yi de temizlemek için emir bekledikleri ileri sürülüyor.

Konuya ilişkin yapılan soğukkanlı analiz ve yorumlarda, Fırat’ın doğusunda bir askerî harekât için Türkiye kamuoyunda bir mutabakat olduğuna dikkat çekilirken, yine de asıl önemli olanın ABD ile yürütülen “güvenli bölge” pazarlığından çıkacak sonuç olduğu hatırlatılıyor. İşte bu noktada bazı yorumcular operasyon için Ankara’nın Washington ile mutabakat sağlamasının kaçınılmaz olduğunu savunurken, bazıları da Türkiye’nin böyle bir harekâtı küresel aktörlerle “güvenli bölgeye” dönük bir mutabakat sağlamasa da gerçekleştirebileceğini ileri sürüyor. Özellikle hükümete yakın çevreler kendi tezlerine en temel dayanağı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD ile Suriye sınırları boyunca güvenli bölge oluşturmaya yönelik görüşmeler ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın Fırat'ın doğusundaki terör koridorunu paramparça etmekte kararlıyız,” şeklindeki demecinde buluyorlar.

Bu çevrelerde Fırat’ın doğusundaki dengelere bakılıyor, özerk bölgedeki Arap aşiretlerin huzursuzluğuna, Kürtlerle yaşadıkları sorun ve ihtilaflara dikkat çekiliyor ve “terör gruplarını kıskaca almak” için bu harekâtların yapılması gerektiği dile getiriliyor. Sınırdaki beton duvarların kaldırılıp kaldırılmadığına bakılıyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “sabrımız taştı” ifadeleri hazırlıkları büyük ölçüde tamamlanan operasyonun bir işareti olarak yorumlanıyor ve savaşı işaret eden diğer “alametler” aranıyor.

Peki gündemdeki bu soruyu biz kendimize yöneltelim ve soralım:

“Fırat Kalkanı” ve Zeytin Dalı” adını verdiği askeri operasyonlardan sonra, Ankara, Suriye topraklarını hedef alan yeni bir savaşa girecek mi?

Belki en son söylemem gereken şeyi baştan söyleyeyim. Benim bu soruya cevabım, evet!

Evet, benim tahminim TSK birliklerinin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarının da desteğiyle Suriye’de bir askeri operasyon daha yapacağı yönünde.

Ancak tam bu noktada, konuya bakış açımın aynı soruya “evet” cevabı veren ve Fırat’ın doğusundaki “terör koridoruna” dikkati çekerek operasyon için “kimseden izin almaya ihtiyacımız olmadığını” söyleyen yorumculardan çok farklı olduğunun altını çizmem gerekiyor.

Nasıl farklı?

Şöyle ki, ben “alametlerin” özellikle şu sıralar Fırat’ın doğusundan ziyade batısında aranması gerektiğini düşünüyorum. Bununla ne demek istediğimi şöyle açayım:

Evet, belki Türkiye bazılarına, ABD’nin iradesinden bağımsız olarak “güvenlik ihtiyaçları neyi gerektiriyorsa onu gerçekleştirmeye” kararlı bir ülke izlenimi veriyor olabilir. ABD’nin Fırat’ın doğusuna yaptığı tonlarca ağırlıktaki silah ve mühimmat yardımının bölgede ABD güdümünde bir ordu oluşturulmasının kapısını açtığını ve bunun “önünün artık daha fazla zaman kaybetmeden en kısa zamanda alınması gerektiğini” düşünüyor olabilir. Ancak Ankara’nın operasyon “ihtiyacının” tek gerekçesi bu değil, diye düşünüyorum. Operasyon “ihtiyacının” bir boyutu da İdlib’te olup bitecekleri temel alıyor.

Zira, biliyoruz ki, İdlib’in tamamı değilse bile önemli bir bölümü 2019 yılı içinde Rusya desteğindeki Suriye Arap Ordusu birliklerince kurtarılacak ve bölgedeki cihatçı unsurların çok büyük bir bölümü buradan çıkartılacak. İşte tam bu noktada uluslararası alanda Ankara’nın himayesindeymiş gibi görünen Şam yönetimi muhalifi cihatçı unsurların yenilgisi anlamına gelecek böyle bir çekilmenin ya da yenilginin Türkiye’nin hanesine bir “mağlubiyet” olarak yazılmaması ve ÖSO grupların da moral açıdan çöküp dağılmaması için Ankara’nın Suriye sahasında bir yerlerde zafer olarak tanımlayacağı bir askeri operasyona ihtiyacı olacaktır.

Tıpkı daha önce Halep’te ve Doğu Guta’da olduğu gibi…

Böylece, kamuoyunun dikkati kimilerinin “mağlubiyet” olarak görebileceği sahaya değil “galibiyet” sahasına çevrilecektir. İdlib’te olanların görülmesi tam olarak engellenemese bile tali planda kalması sağlanacaktır. Oradaki ÖSO unsurlarının da ele geçirilen bölgelere/zafer alanlarına nakliyesi sağlanacaktır.

(Belki Ankara’nın İdlib’de üzerine aldığı “ev ödevini” bugüne dek tamamlamamasının ardında da şu ana kadar arzuladığı bir “zafer coğrafyası bulamaması, bulsa da bunun için bir türlü “yeşil ışık” alamaması yatıyor olabilir.)

Velhasıl, demem o ki, Suriye’nin kuzeyinde bundan sonra neler olabileceğini anlayabilmek için, bugüne kadar düğümün şu veya bu şekilde çözüldüğü diğer Suriye coğrafyalarında (Halep, Şam vd.) neler olup bittiğine bakmak ve buradan hareketle bir yaklaşım geliştirmek gerekiyor.

Peki hemen bakalım:

Halep dedim, Şam dedim… Ne olmuştu Halep’te? Ankara’nın destek verdiği bazı ÖSO grupları 2016 yılının sonlarına doğru Halep’ten (Ankara ile Rusya’nın önceden vardığı bir anlaşmanın gereği olarak) çekilmiş, böylelikle Suriye Arap Ordusu şehrin güneybatısındaki Topçu Okulu’nu ele geçirmiş, bu stratejik noktanın düşmesinin hemen ardından da hükümet kuvvetleri Halep’i işgalci cihatçıların elinden kurtarmışlardı. Ancak belli ki, bazı cihatçı grupların Halep’ten çekilmesi ile “Fırat Kalkanı Harekâtı” kapsamında ÖSO unsurlarının El Bab’ı alması konusunda Moskova ile Ankara baştan işin zamanlamasına kadar her konuda anlaşmışlardı. Zira, TSK desteğindeki ÖSO unsurlarının “El Bab zaferi” ile Suriye Arap Ordusu’nun “Halep zaferi” aynı tarihe, 21 Aralık 2016’ya denk getirilmişti.

Böylece Ankara ve Şam yönetimleri gelişmeleri kendi iç kamuoylarına sunarken diğer cephedeki gelişmeyi kendi zaferlerinin gölgesinde bırakma imkânına kavuşmuştu. Şam El Bab’ın TSK desteğindeki ÖSO unsurlarının eline geçmesini “Halep zaferi” ile, Ankara da “Halep’in düşüşünü”, “El Bab zaferiyle” gölgeleyebilecekti. Ayrıca, Ankara Halep’ten çekilen cihatçıların İdlib’e güvenli bir şekilde transferini de mümkün kılabilmişti. Velhasıl, Suriye basınının manşetlerine “Halep zaferini” taşıdığı gün Türk medyası da manşetlerine Azez-Cerablus kuşağındaki önemli bir nokta olan “El Bab zaferini” aktarıyordu.

2018 yılının ilk aylarında TSK desteğindeki ÖSO unsurlarınca yürütülen “Zeytin Dalı Operasyonu”nda da 1,5 yıl önceki Halep/El Bab anlaşmasına benzer bir kurgunun izlerini gördük. Halep/El Bab ikilisinin yerini bu kez Afrin/Guta (Şam) almıştı. Suriye Ordusu’na bağlı birlikler ile müttefiki olan milis güçler başkent Şam’ın 4-5 km doğusundaki Doğu Guta cebinde yıllardır silahlı cihatçıları atmak için savaşmaktaydı. Şam Yönetimi burada, Suudi Arabistan destekli Ceyşü’l İslam ile; Katar destekli Feylek-ül Rahman ile; ABD desteğini de almış Nureddin Zengi Hareketi ile; Suriye El Kaidesi de diyebileceğimiz Heyet Tahrirü’ş Şam ile ve Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin ortak desteğini sırtlamış görünen Ahrarü’ş Şam ile çatışmaktaydı.

2018 yılının Mart ayında Rus uçaklarının yoğun bombardımanının kolaylaştırdığı şartlar altında, Şam yakınlarındaki bu savaşın da sonuna gelindiği anlaşıldı. Astana sürecinin ortaklarından Türkiye ile Rusya bir kez daha mutabakata varmıştı. Bu kez zafer için Türk tarihinde sembolik bir önemi de olan “18 Mart” seçilmişti. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad o gün 5 yıldır cihatçı güçlerin işgali altında olan ama birkaç saat önce kurtarılmış olan Doğu Guta’daki askeri birliklerini ziyaret ederek zaferini kutladığı saatlerde, TSK desteğindeki ÖSO güçleri de Afrin merkezine girerek Demirci Kawa heykelini deviriyordu. Bir diğer deyişle, Ankara ve Şam yönetimleri 18 Mart 2018 günü farklı zaferleri kutluyor ve bu şekilde diğer cephedeki (yenilgi gibi görülebilecek) gelişmeyi gölgede bırakabiliyorlardı. Suriye ordusunun Guta’da tam denetimi sağladığı 24 Mart günü, ÖSO da kuzeydeki bir coğrafyada, Afrin’in merkezinde tam kontrolü ele geçiriyordu. Guta’nın, uzun süredir top atışlarıyla başkent Şam’ı tehdit eden cihatçılardan temizlenmesi, Suriye Ordusu’nun gözünde “Şam’ın kurtuluşu” anlamına geliyordu… Ankara da aynı tarihlerde hem Kürt güçleri Afrin kantonundan çıkararak tam kontrolü sağlamış oluyordu, hem de Doğu Guta’da savaştıkları mevzilerinden çekilen cihatçıların İdlib’e güvenli bir şekilde naklini mümkün kılıyordu.

Şimdi aradan yine 1,5 yıl kadar bir zaman geçti ve sorular geldi, TSK’nın Suriye’nin kuzeyinde yeni bir operasyona girişip girişmeyeceği meselesine dayandı.

Bu kez Rusların desteğindeki Suriye Arap Ordusu rejim karşıtı grupların elinde kalan son kale olan İdlib’te ilerlerken Ankara’nın desteğindeki ÖSO unsurları da kendilerine yeni bir zafer coğrafyası arıyor. Evet belki Şam yönetimine bağlı askeri birlikler İdlib coğrafyasında ilerlemekte zorlanıyor. Bir şekilde ağır silahlarla buluşturulmuş cihatçı güçler Rusların desteğindeki hükümet güçlerine epeyce zorluk çıkarıyor. Ancak İdlib konusunda Ankara’ya zamanında barışçıl çözümle ilerleme konusunda epeyce şans tanımış olan Moskova bu kez işi bitirmede son derece kararlı. Çok uzak sayılmayacak bir tarihte Halep ile Hama’yı ve tabii oradan da Şam’ı birleştiren M5 otoyolu ile Lazkiye – Halep arasındaki M4 karayolunu cihatçılardan temizleyip trafiğe açmak ve bu bölgeleri yeniden Suriye hükümetinin denetimine vermek istiyorlar. Bu amaçla, Şam yönetiminin 2 Ağustos 2019 tarihinde ilan ettiği ateşkes ile İdlib’te “Gerginliği Azaltma Bölgesi” oluşturmak yönünde daha önce verdiği taahhütü yerine getiremeyen Ankara’ya son bir şans daha verilmiş durumda.

Sonrasında, muhtemelen de Kurban Bayramı’ndan sonra, belli ki, bombardımanlar yoğunlaşacak ve yukarıda sıraladığım hedeflere ulaşılabilmesi için cihatçıların bölgenin önemli bir kısmından temizlenmesi sağlanacak. Ancak işte tam o noktada, yani İdlib’in Ankara’nın sözünü dinleyen cihatçı unsurlardan temizlenmesi sırasında, Türk hükümetinin de hem iç kamuoyuna hem de o silahlı unsurlara, oradaki gelişmeleri gölgeleyerek sunabileceği bir zafer coğrafyasına ve zafer anlatısına ihtiyacı olacak. Tıpkı yukarıda aktardığım Halep/el Bab örneğinde ve Doğu Guta/Afrin örneğinde olduğu gibi. Bu “zafer coğrafyası” aynı zamanda İdlib civarından çekilecek ÖSO unsurlarının da nakledilebileceği bir coğrafya olmalı ki, o unsurlar da moral güçlerini ve “gelecek ufuklarını” yitirmemiş olsun. Ankara böyle bir operasyonu “terör koridoru” olarak nitelediği coğrafyada yapma fırsatı da elde edebilirse, kazancını azamiye çıkardığını düşünecek…

Peki bu operasyon nerede olacak? ABD’nin desteklediği SDG hakimiyetindeki Menbiç’te mi, Fırat’ın doğusundaki Kobani, Tel Abyad gibi merkezlerde mi? Yoksa Rusların denetimi altındaki Tel Rıfat’ta mı?

Doğrusu bu soruyla 6 ay önce karşı karşıya olsaydım, muhtemelen bölgenin “yumuşak karnı” diyebileceğim Tel Abyad’ı listenin ilk sırasına yerleştirirdim. Bir kere, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) bir askeri meclis oluşturma yoluna gitmediği Tel Abyad’da ABD askerlerinin de pek bir varlığı yoktu. Ayrıca, Akçakale’nin hemen karşısındaki bölgenin etnik çoğunluğunu elinde bulunduran Arap nüfus içindeki bazı aşiretlerin YPG’ye dönük huzursuzluğu ciddi noktalardaydı. Ayrıca Tel Abyad’a ve oradan da dosdoğru Ayn İssa’ya doğru girişilecek bir harekât Fırat’ın doğusundaki Kürt bölgesini ikiye ayırarak zayıflatma olanağı sağlayacaktı. Ancak geçen zaman içinde hem Amerikalılar burada gözlem noktası oluşturup devriye gezmeye başladılar hem de SDG, Tabka, Rakka, Kamışlı ve el Hol gibi yerleşimlerin yanı sıra Tel Abyad’da da bir askeri konsey oluşturma yoluna gitti. Ayrıca işin ucunun kabileleri ve aşiretleri kendi yanlarına almak olduğunu fark eden güçler, ihtilaftaki Araplar ile Kürtleri uzlaştırma yolundaki girişimleri yoğunlaştırdılar.

Bu durumda Ankara’nın ABD ile bir şekilde uzlaşıp “yeşil ışık” almadan Fırat’ın doğusunda bir operasyon düzenlemesi en azından şu anda imkânsız değilse de çok zor ve çok maliyetli olacaktır. Bu durumda, Ankara’nın Fırat’ın doğusundaki oluşuma pasif de olsa bir şekilde onay vermesi (ve belki başka bazı şeyler) karşılığında Washington’un Fırat’ın batısındaki, Arap nüfusun Kürtlerden fazla olduğu Menbiç’i Ankara’nın kontrolüne, yani TSK desteğindeki ÖSO unsurlarına bırakması, buranın bir yeni operasyon coğrafyası olması ihtimal dahilinde olabilir.

Bir başka potansiyel operasyon bölgesi ise Tel Rıfat. Daha küçük bir coğrafya olsa da, ağırlıklı olarak Kürt nüfusun yaşadığı, savaş sırasında Afrin'den kaçan Suriyelilerin de sığındığı Tel Rıfat stratejik önemi yüksek bölge. Burası Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarının “Zeytin Dalı Harekâtı” kapsamında denetimi ele aldığı Afrin’in yaklaşık 20 kilometre doğusunda bulunuyor. Ankara, Afrin civarındaki YPG güçlerinin Fırat’ın doğusundaki YPG unsurlarıyla Tel Rıfat üzerinden bir ikmal koridoru kurduklarını düşündükleri için burayı “Fırat Kalkanı bölgesinin kıyısındaki çıbanbaşı” olarak niteliyor. Diğer bir deyişle, Afrin’deki TSK/ÖSO güçlerine yönelen saldırıların buradan yürütüldüğüne inanılıyor.

Türkiye sınırına sadece 18 kilometre mesafede olan Tel Rıfat kasabası belki sadece 442 kilometrekareye yayılan bir alan kaplıyor ama bu yukarıda sıraladığım nedenlerden ötürü de stratejik öneme sahip. Ruslar Zeytin Dalı harekâtı çerçevesinde Tel Rıfat’ı Ankara’nın inisiyatifine bırakmamış ama, TSK unsurlarına yönelik saldırıları önlemek için de Türkiye ile Rusya ilk “bağımsız ve eşgüdümlü” devriye faaliyetini bu bölgede gerçekleştirmişlerdi. Dolayısıyla Tel Rıfat, Rusların Ankara’nın İdlib coğrafyasında kendilerine yapabileceği “kıyaklara” karşılık olarak bir askeri operasyon için TSK’ya “yeşil ışık” yakma ihtimalinin hiç de az olmadığı bir “zafer coğrafyası” olarak öne çıkabilir.

Biz tabii burada nasıl bir spekülasyon yaparsak yapalım, değiştiremeyeceğimiz bir gerçek var. Bir savaş sonrasında bölgesel ve küresel güçlerin hakimiyetlerini masada pekiştirmelerine olanak verecek olan unsurun daha önceden yapılan “etnik temizlikler” olduğunun bilinmesi. İşte bu yüzdendir ki, tüm bu saydığımız güçlerin bu coğrafyalardaki kompleks “halat çekme” oyunu (tug of war) içinde “poker suratlarıyla” verdikleri mücadele ve “Truva atlarına” kasti alan açma çabaları sonlanmış değil. Bunlar sonlanmadan da “Suriye’nin şurasında yarın şu olacak” demek ve kimin nerede nasıl bir operasyon yapacağını bilmek zor.

Yine de şurası bir gerçek ki, Ankara yukarıda adını andığımız bölgelerinin hangisinde bir operasyon yapmaya kalkışırsa kalkışsın, bunu yukarıda sıraladığım nedenlerden ötürü, İdlib’teki gelişmelerle senkron bir biçimde yürütmeyi isteyecektir. Dolayısıyla Fırat’ın doğusundaki gelişmelerin batısındaki gelişmelerden bağımsız ilerleyeceğini düşünmemek lazım.


Twitter: @akdoganozkan

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"