09 Kasım 2015

İki, üç daha fazla Ötesi...

1 Kasım 2015 seçimlerinin es geçilmemesi gereken bazı sonuçları var

1 Kasım 2015 seçimlerinin es geçilmemesi gereken bazı sonuçları var:

BİR: Kamuoyu araştırma şirketlerinin hatalı seçim anketleriyle halkı ve medyayı yanılttıkları söyleniyor. Kotalı örneklem gibi riskli metodolojileri düşük bütçelerle uygulamaya çalışan anket şirketleri öngördükleri ile gerçekleşen arasındaki farkın büyüklüğünden rahatsız oldular elbette. Ancak bu farkı yaratan seçmenin rahatsız olduğunu söylemek yanlış olacaktır. Aslında galiba olan şu: Türkiye’de belki de ilk kez seçmen bir seçim öncesi anket şirketlerini denek (!) olarak kullandı. Her defasında anket şirketleri nabzını tuttukları halkı “kullanacak” değiller ya, bu kez de tersi oldu. Ve belirli bir seçmen kesimi son anketlerde beliren tahmini seçim sonuçlarına baktı ve bu sonucu değiştirmek üzere dümeni farklı bir istikamete doğru kırdı. 7 Mayıs’ta İngiltere’de, 5 Temmuz’da Yunanistan’da olduğu gibi.

İKİ: Peki seçmen dümeni nereye kırdı? Ve orada bizi bekleyen başka bir sonuç var mı? “Seçmen” derken elbette tek bir homojen bütünden söz edemiyoruz. Bu dümen kırışta MHP’linin, HDP’linin, SP ve BBP’linin, CHP’linin başka başka saikleri olduğunu kabul etmemiz lazım. Mesela bir kısım milliyetçi muhafazakar seçmen anketlerde beliren tabloya bakarak 1 Kasım’da önlerine 7 Haziran’daki sonuçların bir benzerinin geleceğini ve bir kez daha bir koalisyon kur(ma)ma kriziyle karşı karşıya kalınacağını fark etti. Bunlar arasında 7 Haziran’da MHP’ye oy verenler de vardı. Bunlar partilerinin seçim sonrası aldığı tutumun ülkeyi yönetilemez hale getirmeye katkıda bulunduğunu da düşünerek AKP’ye yöneldi.

SP ve BBP’liler ise anket sonuçlarına bakarak, “küçük güzeldir, ama istikrarsızlığa katkıda bulunmadıkça” cümlesini en rahat telaffuz eden kesim oldu. Bir kısım Güneydoğulu seçmen ise anketlerdeki tablonun gerçekleşmesinin bir kez daha iktidara açık bir meydan okuma olarak okunacağını ve “cezasız kalmayacağını” düşündü. Mahallesinde hendeklerin kazılmasından da hoşlanmamış bu kitle belanın ve ölümün bu coğrafyadan gerekirse “sıtmaya razı olarak” uzak tutulmasından yana bir tercih kullanarak HDP’den çark etti ve AKP’ye yöneldi. Bir grup seçmen de HDP’nin artık baraj kaygısı kalmadığını gördüğü için CHP’ye dönerek onu büyütmek istedi. Bütün bu olgular birleşince dip toplamda bir yandan AKP’nin tek başına iktidarının yolu açıldı, bir yandan da MHP her dört, HDP de her altı seçmenden birini kaybetmiş oldu.  

ÜÇ: Türkiye’de kendisini solda tanımlayan yelpaze içinde (ister kendisine sosyalist ya da sosyal demokrat desin ister ulusalcı) olan bitenleri çoğunlukla dış faktörlerle, komplolarla açıklamaya eğimli, ne olursa olsun, ne tip sonuç alınırsa alınsın ardında hep başkalarının parmağını ve hesabını görmeye meyilli, geniş bir kesim var. Bu kesimin bu yöndeki davranışları, kaynağını hem solun geçmişten gelen epeyce sorunlu anti-emperyalizm tahlillerinden hem de bu ülkedeki demokratik mücadele yöntemlerinin yeterince güçlü olmamasından alıyor. Sonuçta bu kesimler - Kürt siyasal hareketini tenzih ederek söylüyorum- sivil inisiyatifleri seferber etmek ve kendi alacakları aksiyonlara, geliştirecekleri demokratik mücadele yöntem ve araçlarına falan odaklanmak yerine, rakibin tökezlemesine yol açabilecek dışsal” faktörlere odaklanıyorlar. Onlar kendilerini tamamen pasif bir izleyici olarak konumlayınca da, dikkatler “Gül partiyi kurmuyor mu”, “Fuat Avni az kaldı, gidecekler dedi”, “AKP içeriden hangi ara bölünecek”, “falanca araştırma şirketi ‘yüzde 40’ın altına iniyorlar’ dedi” gibi kendi iradeleriyle belirleme şansı olmayan harici faktörlere çevriliyor. Odak kendi yapabileceklerine bir türlü gelmiyor.

DÖRT: Bunu yaparken işi daha da abartıp çıkan sonucun sorumluluğunu tamamen üçüncü (!) partilere yıkan “solcular” bile çıkabiliyor. Bu kesimler böyle bir yenilginin sebeplerini ararken, kendilerinde ya da destek verdikleri öznelerin beklenti ve pozisyonlarında bir sorun, bir sıkıntı var mı diye bakmak yerine, işi faturayı MHP lideri Devlet Bahçeli’ye çıkarmaya kadar vardırabiliyorlar. Türkiye solu bu partinin “yaptıklarından” 1970’lerde epeyce zarar gördü. Ancak solun başaramadıklarının faturasını bu partinin bugün “yapmadıklarına,” başaramadıklarına, kurmaktan imtina ettiği koalisyonlara çıkaracak kadar bugünle ve dünle bağlantıyı “sıyırmış” olmak, en hafif tabiriyle “utanç verici” olmuyor mu?

Umalım ki bu kesimler, MHP’nin 1968 Prag İşgali sonrasında solun bir bölümüyle yollarını ayırmış sol içi bir fraksiyon olmadığını iyice anlamış olsunlar.

BEŞ: 1 Kasım seçimlerinin her şeye rağmen en önemli sonucu, HDP’nin barajı yeniden aşarak AKP’yi halkoylamasına ihtiyaç duymadan bir anayasa değişikliği yapma olanağından bir kez daha mahrum etmiş olmasıdır. Bugün parlamentoda 317 milletvekiline sahip olan AKP başkanlık modeline geçişi mümkün kılabilecek bir anayasa değişikliğini dışardan alacağı 13-14 destekle referanduma götürme olanağına kavuşacak bile olsa, halkın sandıkta bir defa hayır dediği bir (başkanlık) modeli(ni) aynı şekilde bir daha gündeme getirmek de siyaseten çok kolay olmayacaktır. Hele ki ortada 9 puana varan yüksek oranda emanet oy kucaklamış olan bir iktidar partisi varken. Ancak elbette ki yaptıkları yapacaklarının teminatı olan bir iktidar partisi HDP’yi parçalayarak emeline ulaşmayı denemek isteyecektir.

ALTI: Bu seçim her ne kadar Türkiye’nin siyasal sistemindeki otoriter damarın kuvvetlenmesiyle sonuçlanmış gibi görülse de, demokratik değerlere toplum olarak sahip çıkma kültürünün yerleşmesi yönünde hiç de cılız olmayan bir umudu da büyütmüştür. Gönüllü bir bilinçlendirme ve sivil toplumu güçlendirme hareketi olarak doğmuş Oy ve Ötesi gibi bir yapının 46 şehirde 60 bini aşkın gönüllüyü seferber edip gece gündüz çalıştırabilmesi azımsanmamalıdır. Bu, demokratik süreçlerin partiler üstü bir anlayışla pekiştirilmesi ve geliştirilmesi yolunda –siyasi partilerimizin onlarca kurultay düzenleseler dahi ulaşamayacakları - bir gelişme ve deneyimdir. Bu eşsiz deneyim Türkiye genelinde kullanılan 48 milyona yakın oydan sadece 10 bine yakınında (%0.02) uyuşmazlık tespit edildiğini de ortaya koymuştur. Seçim sonuçlarını bugün sağlıklı bir şekilde değerlendirebilme olanağı buluyorsak bunu biraz da onların bu çabalarına borçluyuz. Belki ondan da önemlisi, Oy ve Ötesi’nin bizatihi varlığı söz konusu uyuşmazlığın bu düzeylerde kalabilmesinin teminatı olarak belirmiştir.

Bir gün bu ülkede otoriter anlayışlar sandıkta boğulabilecekse, bu, belki de toplumun dinamik kesimlerini seferber eden bu tip sivil toplum faaliyetlerinin gelişmesi ve demokratik dönüşümlere liderlik edebilecek noktaya gelmesiyle mümkün olacaktır. Sadece 1,5 yıllık bir geçmişi olan bir sivil toplum örgütü onlarca yıllık siyasi partilerden pek çok cephede daha etkin sonuçlar üretebiliyorsa, bu ülkede umutlu olmak için tam şu noktada en az bir neden vardır, demektir! Daha işin çok başında olduğumuz ve bu ülkeyle, potansiyellerimizle, liderliğin tarifiyle ilgili çok şey keşfetme ihtiyacımız olduğu belli.. Bugün bir Oy ve Ötesi. Ama yarın..  İki, üç, daha fazla Ötesi!

Twitter: @akdoganozkan

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"