Britanya’da Muhafazakar hükümetin lideri olarak 1979-1990 yılları arasında ülkeyi yöneten Margaret Thatcher’a görevden ayrıldıktan yıllar sonra, iktidardaki en büyük başarısının ne olduğu sorulmuş, o da şu cevabı vermişti: “Tony Blair ve Yeni İşçi Partisi”.
1997-2007 arasında İşçi Partisi’nin lideri olarak başbakanlık yapan Tony Blair’i bir anlamda “Thatcher’in var ettiği” düşüncesi Britanya’da epey yaygındır. Bunun temel sebebi, Thatcher’ın örgütlü emeğin gücünü neo-liberal politikalarla zayıflatması ve Blair’e ülkenin siyasi hayatında epeyce etkin olan sendikaların yoğun baskılarını hissetmeden hükümet etme zemini hazırlamasıdır.
Blair de bu “devrim”e pek fazla dokunmamış, o Muhafazakar politikaların önemli bir kısmını sosyal dengeleri daha fazla kollayan bir raya oturtmuştu.
Peki Türkiye’de CHP, benzer şekilde Tayyip Erdoğan’ın en büyük başarısı olabilir mi? Gerçi Gezi Direnişi’ne belki de en büyük katkıyı, Başbakan Tayyip Erdoğan yapmıştı. Direnişi daha en başında basit bir uzlaşmayla sönümlendirme ve bu şekilde meşruiyetini de pekiştirme imkânı varken, Başbakan bunu elinin tersiyle itmişti.
Ama bizim şu anki sorumuz farklı! CHP’nin başarı için duyduğu ihtiyacın niteliği de! O nedenle önce CHP için ihtiyacın ne olduğuna ve Gezi Direnişi sonrası kendisine sorması gereken diğer sorulara odaklanalım.
Muhalif değil alternatif olmak
Koray Çalışkan, geçenlerde bir konuşmasında “toplum Gezi’de alıp tuttuğu nefesini yerel seçimlerde bırakacak” diyordu. Türkiye 2014 ilkbaharından başlayarak 18 ayda 3 seçim geçireceğimiz bir döneme doğru ilerlerken, Çalışkan söylediğinde haksız sayılmaz. Siyaset dünyası bir yandan yaklaşan ilk seçimin heyecanına bulanırken, bir yandan da Gezi ruhu ve enerjisinin geleneksel siyasi mecraların içine doğru çekilmekte olduğunu görüyoruz.
Niyetim bu “çekilişin” doğru olup olmadığını ya da bunun bir erime/tükeniş anlamına gelip gelmediğini tartışmak değil. Bu, çok önemli bir konu olmakla birlikte, buradaki asıl amacım, o tutulan nefeslerin çekildikleri geleneksel mecralara “alternatif siyaset ruhu” üflemelerine imkân tanınıp tanınmayacağını sormak.
Bu çok önemli. Zira hepimiz biliyoruz ki, 1979’dan bu yana tek başına iktidar olamayan CHP bugün AKP’ye oy vermiş her 3 seçmenden birini kendi lehine çevirmek durumunda. 2010’dan sonra lider kadrolarını yenileyen parti genel seçimlere en fazla 1,5 yıl kalmışken arzuladığı oyları bir türlü devşiremiyor.
Bugün CHP’nin hükümetin hangi politika ve uygulamalarına karşı olduğunu az çok biliyoruz. Ancak malum, seçimler yaklaştıkça bir partinin neye karşı olduğu yavaş yavaş önemini yitirmeye başlar. Çünkü seçmen siyasi partilerin neye karşı olduğuna değil, kendisi için neler tasarladığına bakarak tavrını belirlemek ister.
Yani seçimler birilerine muhalefet ederek, muhalif kalarak, değil “alternatif” olunarak kazanılır.
1977’de bunu başarmış olan CHP’nin bugün nasıl bir alternatif olmak istediği hâlâ muamma. Ben bu yazıya oturmadan önce CHP’ye sempatisi olduğunu bildiğim 5-6 arkadaşıma “CHP iktidara gelirse hızla uygulayacağı 3 icraatının ne olacağını” tahmin etmelerini istedim.
Cevaplar ağırlıklı olarak AKP’nin bazı icraatlarını geri döndürmekle alakalıydı. CHP’nin AKP politikaları üzerinden ifade etme ihtiyacı duymadan geliştirip gündeme taşıdığı bir cevap yoktu.
CHP’nin parti programına baktığınızda da, Türkiye’nin popülist ikliminde pekala başka partilerin de altına imzasını atacağı epeyce genel ifadelere rastlarsınız. Orada da öyle kesin bir cevap yoktur.
Eğer bu tip cevapların geliştirilmesi seçim bildirgesi ve seçim kampanyası dönemine bırakılıyorsa, geç kalma riski fazladır. Zira, “seçim kampanyaları” umut olacağına inanarak daha önce belirlediğiniz politika ve projelerin sadece iletişimini yaptığınız bir dönemdir. Proje ürettiğiniz değil.
Bu durumda ister istemez, acaba CHP bir seçim başarısı yaşayabilmek için, kendi politika ve kadrolarından ziyade “Başbakan’ın ülkeyi geren tavırlarına ve bir noktadan sonra buradan CHP’ye tahvil edileceğini umduğu enerjiye mi güveniyor” sorusu akla geliyor.
Bir “inkübatör” olarak CHP?
Böyle olmadığını ummakla birlikte, partiyi yeniden umut haline getirebilecek siyaset anlayışının çok uzaklarda aramaya gerek olmadığını da vurgulayalım. Gezi ile açığa çıkan “alternatif” enerji, CHP’nin ihtiyaç duyduğu yenilikçi tahayyülün ipuçlarını barındırıyor olabilir.
Ama bunun için öncelikle CHP’nin bu enerjiye, içinde eriyeceği bir pota değil, büyüyeceği bir “kuvöz” imkânı tanıması lazım. Bu enerjiyi parti içi mekanizmalarda boğmadan, onun “alternatif” olma çabasına bir “inkübatör” gibi destek olması gerek. Bunun partiyle belki gevşek bağları olacak araçlarını ve altyapısını hazırlayıp geliştirmesi lazım.
Çünkü CHP ihtiyaç duyduğu yeni siyasi dil ile bunun etrafında şekillenebilecek bazı politikalara ve projelere bu “kuvözlerde” ulaşabilir.
CHP benzer bir ihtiyaçtan hareketle, 2010 yılında eski Ulaştırma Bakanı Selahattin Babüroğlu’nun moderatörlüğünde bir çift “arama konferansı” yapmıştı. Ancak Türkiye o tarihten sonra bile hızlı bir dönüşüm geçirdi. Ve konferansların –bağlayıcı nitelik bile taşımayan- çıktılarının bir bölümü kadük oldu. (Örneğin, CHP “Kürt Sorunu” tamlamasını ilk kez bu konferanslardan birinde kullanmış ve kayda geçirmiş olmakla övünüyordu. Bu konuda “atı alanın Kürdistan’ı (!) geçtiğini” gördük.)
Gerçi, bu tip arama çalışmaları öyle sık başvurulacak araçlar değildir ve zahmetlidir. Ayrıca “vitrin” amaçlı çalışmalar hiç değildir. Neyin hedeflendiğinin çok iyi tayin edilmesi, katılımcıların özenle seçilmesi ve çıktılarından nasıl faydalanılacağının baştan belirlenmesi gerekir.
Gezi bileşenlerine yer veren “arama konferansı”
Ancak görünen o ki, 2010 yılında gerçekleştirilen arama çalışmaları arzulanan sonucu vermedi. Eğer verseydi, siyasete en mesafeli olduğunu bildiğimiz kesimler bile Gezi gibi bir direnişe ve sokaklara inmeye ihtiyaç duymadan -hem yönetim kadrosunu hem de böyle konferanslarla politikalarını yenilediğini düşünen- CHP mecrası üzerinden muhalefete akmaz mıydı? Ama olmamıştı işte! Sırf bu bile, partinin kendisine buradan bir ders çıkarmasını ve stratejilerini gözden geçirmesini gerektirmez mi?
Ayrıca, eğer siyaset, tanımı gereği adalet özlemimizi dindirmek, barış umudumuzu yükseltmek ve hürriyet arzumuza ulaşmak gayretleriyle örülen bir diyar ise, Gezi’de bu özlemlerle tutulan nefesin içinde nasıl bir toplum tahayyülünün izleri var, hiç mi merak etmiyoruz?
Siyasetin pozitif önermelerle yeniden tarif edilmesine büyük ihtiyaç duyduğumuz Türkiye’de, CHP bu ihtiyacı gidermek üzere, çıktılarını da sahipleneceği bir çift “arama konferansı” düzenleyemez mi? 2010’da yaptığı gibi, toplumun farklı kesimlerinin temsilcilerine -ama bu kez Gezi bileşenlerine de -yer veren bir arama konferansı organize edemez mi?
Gezi’den CHP’nin payına düşen dersin bu partiye verilen “son ders” özelliği taşımaması için ortak aklı işletebilen bu tip arama çalışmaları ile –sadece muhalif değil - alternatif bir siyasi tasavvura da ulaşılamaz mı?
Üç stratejik konuda çalıştay
Ve CHP bu konferansların çıktılarını daha sonra kendisine girdi kabul edecek çalıştaylar düzenleyerek sosyal politikalar ve projeler geliştiremez mi? Özellikle alternatif büyüme stratejisi, alternatif eğitim modeli, toplumsal barış ve uzlaşı kültürü gibi iktidarın tıkandığı üç konuda şu stratejik sorulara uzmanlarla ve “kuvöze” aldığı enerjiyle beraber detaylı yanıtlar arayamaz mı?
-
Toplum olarak kendimizi 15-20 yıl sonra hangi noktada görmek istiyoruz? (Büyüme, istihdam, stratejik sektörler tayini).
-
Bu noktaya ulaşmak için genç insanlarımızı bugünden başlayarak hangi vasıf ve becerilerle, nasıl donatmamız gerekiyor? (Eğitim).
-
Toplum yaşamını bu donanımı geliştirmek doğrultusunda nasıl yapar da daha eşitlikçi ve daha fazla hürriyet solunan bir yapıya kavuştururuz? (Demokrasi).
CHP’nin “yaşam tarzı” eksenine sıkışmış ve semboller üzerinden yürür görüntüsü veren muhalifliğini bir “alternatife”, umuda çevirmesi için bunları yapması gerekmiyor mu? Kendisini büyütecek ve inisiyatifi ele geçirecek yeni siyaset anlayışını bu yolla şekillendirmeye ihtiyacı yok mu?
Türkiye’de yeniden umut olmanın yolu “sembol siyaseti” cenderesinde sıkışmış toplumu buradan çekip çıkaracak girişimlerden geçiyor. O yüzden CHP’nin Gezi Direnişi’nin ateşinden sağlayacağı doping ve yenilenmeyle somut politikalar üretmesi ve bunların cazibesi ve çağırıcı gücüyle yeniden umut haline gelmeyi denemesi lazım gelmiyor mu?
Yeniden umut etmek için 1977 örneği
CHP’nin geçmişten kendisine dersler çıkarması için 1920 ve ‘30’lara gitmesine de gerek yok. ‘70’lerin Bülent Ecevit’i bile yeterince –ve bugünle daha alakalı- dersler barındırıyor.
Bakın CHP, tarihinin en başarılı son genel seçiminden (5 Haziran 1977) % 41’le muzaffer çıkmıştı.
Bu seçimlerden 2 gün önce, yani 3 Haziran 1977 çarşamba günü İstanbul Taksim Meydanı’nda ülke tarihinin en kalabalık, en coşkulu ve en naif mitinglerinden biri gerçekleşti. Coşkuluydu, çünkü CHP’nin o gün oraya gelen herkesin içinde bir umut yeşerten çağırıcı bir sözü, toplum üzerinde bir bahsi vardı. 1977’yi “Umut Yılı” ilan eden partinin seçim bildirgesinde “köylüye toprak reformu” vaadi yer alıyordu. “Toprak işleyenin su kullananındır” deniyordu. Kamu yatırımlarının destekçisiydi. Çalışma hayatında emeğe haklarını genişletme sözü veriliyordu. Lokavtı sınırlamaktan yanaydı. “Vurguna, soyguna, sömürüye son” vermek gerektiğini haykırıyor, “devlete de servete de kul olmayacağız” diyordu.
Çünkü Ecevit 6 okun partiyi ileriye taşımak için yeterli olmadığını 1977 seçimleri öncesinde görmüş ve yenilenme ihtiyacı duymuştu. Bu amaçla bir grup bilim adamını da seferber ettiği çalışmalarla Ecevit, o okların yanına (özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü ve bütünlüğü, gelişmenin bütünlüğü ve etkinliği, demokratikleşme gibi) 6 ilkeyi daha ekletmiş, politikalarını böyle şekillendirmişti. 3 Haziran günü, “Halk düzeni değiştirme kararı verdi. Dursam beni aşar” derken, bunu boşuna söylemiyordu.
Özetle, Türkiye’de adalet özlemi içinde olan kesimlerin isteklerine 1977’de Süleyman Demirel’in Adalet Partisi bir karşılık veremezken, Bülent Ecevit’in CHP’si zamanın ruhunu iyi okuyarak kendisini seçimlerde birinci parti yapacak yeni ilkeler, politikalar belirlemişti.
“İktidar Olmak” vizyon değildir
Bugün CHP’nin gelecek tasavvurunu ve politikalarını net seçemiyorsunuz. “Esas hedefimiz iktidar olmak” diye bir söylem var ama, bu bir siyasi partinin vizyonu olamaz. Aslolan partinin saptadığı gelecek tasavvurudur. İktidar, sadece toplumu oraya ulaştıracak bir araçtır.
İktidarı başlı başına bir amaç olarak gören anlayışların bir çıkar şebekesi olmaktan öteye gitmeyeceğinde hemfikir olanların, o tasavvuru toplumun adalet, özgürlük ve barış beklentisi içindeki tüm kesimleriyle birlikte yeniden tarif etmesi beklenir.
CHP’deki tarifsizlik ve vizyonsuzluk değil miydi, AKP’ye art arda seçim zaferleri kazandıran? CHP’nin elitist ve kibirli tavrının, örgütü ve gönlünü halka kapatan statik yanının başarısı değil midir AKP?
Ancak başa döner ve soruyu tersten sorarsak, cevap çok net: Hayır! CHP, Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük başarısı olamaz.
Çok isterse belki “alternatifi” olabilir!
twitter: @akdoganozkan