29 Ocak 2014

Balyoz’da 'one minute'; ama 'five years' sonra!

Bizim ülkemizde hukuk, insanların hayatını karartmak için kullanılan bir serseri mayına kolayca dönüşebildiği için bizler böyle bir işletimi devletimizden pek bekleyemiyorduk.

Askeri vesayetin -hem amiral hem de peynir- gemisini fazla zorlanmadan yürütebildiği zamanlar geride kalıp devletin direksiyonundaki siyasi tekel el değiştirdiğinde, bu memleketin sıradan vatandaşları olarak bizlerin işi hiç de kolaylaşmamıştı. Çünkü “gündeme bomba gibi düşen” olay ve gelişmelerde hakikat öyle kolayca seçilemiyordu.

Özellikle Balyoz ve Kafes Eylem Planı gibi yargılamalarda iddia edildiği gibi, bazı paşalar TSK için elverişli koşullar oluşsun diye kendi askerinin ölümüne kast etmiş, camileri, müzeleri bombalayacak “savaş planları” yapmış mıydı? ÇYDD’nden burs alan kızları da kullanan bazı genç teğmenler “hücre faaliyetlerine” girişip sırf iktidar partisini zor duruma düşürmek için bazı gayri-Müslimleri ortadan kaldıracak bir “eylem planına” girişmiş miydi? Bazı askerler bazı amirallere suikast düzenlemeyi planlamış mıydı?

Kendini devletin gerçek sahipleri olarak gören güçlerin darbecilik geleneği bilinmeyen bir şey değildi. Askerlerin savcı ve hakimleri makamlarına çağırıp nasıl yargılama yapacaklarını bildirebildikleri bir ülkeydi burası. Memleketin her yerine beyaz Toroslarla cesetler taşımış JİTEM’in de “herkesin bildiği sır” olduğu bir ülke. Evet burası böyle bir ülkeydi. Ama, karşı karşıya olduğumuz sorular, şüpheler ve vakalar yeni ve çeşitliydi.

Sorular zorlu da olsa, tuttuğu tarafın bildirilerine inanmayı sürdürenler için sıkıntı yoktu. Kimi için eldeki “kodlar” ve “deliller”, kimi için de karşı tarafın “kumpasçı” ve “rövanşist zihniyeti” yeterliydi. Memleketimizde kimin suçlu, kimin masum olduğuna, bu konuyla ilgili tek satır iddianame ve savunma okumadan karar verebilen üstün (!) insanların varlığı hiç de yadırgatıcı değildi.

Ancak hiç bir ideolojik önyargıya bulanmadan, suçun şahsiliğini gözeterek, her tekil davada oraya has gerçeği, sadece gerçeği merak edenlerin işi zordu. Çünkü karşı karşıya kalınan soruşturma ve yargılamalar hiç de basit değillerdi.

Artık sıradan bir vatandaşın bir olayın rengine, gerçekte ne olup ne bittiğine hükmetmesi için amatör okur merakı ya da günde 3-4 gazete okuması her zaman yeterli olmuyordu.

Ayrıca...

1. İnancımızı pekiştiren 2-3 köşe yazarını okuyup iman tazelemek varken, binlerce sayfalık iddianameleri kim okuyacak, dava dosyalarını büyük bir sabır ve titizlikle inceleyen Sedat Ergin gibi gazetecilerin dikkatini çektiği hususları belge ve iddianamelerden kim tek tek ayıklayacaktı?

2. Kim delil diye mahkemelere sunulan CD’lerde yapılabilecek manipülasyonların ayırdına varacak, içindeki dosyaların sonradan monte edilip edilmediğini anlayabilecek teknik uzmanlığa sahipti?

3. Kim bir CD’deki .mp4 klasörünün içine “Data Stash” ve benzeri uygulamalarla yerleştirilen .rar uzantılı bir dosyanın kimin tarafından ne zaman, ne amaçla gizlenir hale getirildiğini bilebilirdi?

4. Kim Windows XP işletim sistemiyle çalışan bir bilgisayara ait bir hard disk’te registry ayarlarıyla oynanarak tarihin geri alınabildiğini ve sonradan dosya kopyalanabildiğini bilebilirdi?

5. Kimin gerçeği, sadece gerçeği ortaya çıkaracak teknik ve kriminal uzmanlığı, delilleri değerlendirebilecek geniş teknolojik donanımı, özetle tavşan deliğinin ne kadar derine indiğini görmek isteyecek azmi, zamanı ve sorumluluğu vardı?

Bugün ister Balyoz Davası’nın “11, 16, 17 no’lu CDleri” ve” 5 no’lu hard disk” ile ilgili yazılan çizilenlere bakayım, ister Kafes Eylem Planı’yla ilgili “3 no’lu DVD eki”ne...

Sizi bilemem ama buralarda gerçeğin ne olduğuna sıradan bir vatandaş olarak ben kendi başıma hükmedemiyorum. Çünkü sıraladığım sorulara verilecek cevapların gerektirdiği imkan ve beceriler yok bende; ne yapsam, ne düşünsem eksik kalacak!

Doğrusunu isterseniz, bu davaların doğrudan tarafı olmayanlardan hakikatin ne olduğunu anlamak için binlerce sayfa okumasını, tanıkların, beyanların, delillerin izini sürmesini de bekleyemezsiniz. Evet, kimseden bekleyemezsiniz!

Ama bir kişi ya da merci hariç:

Yargıdan!

Böyle bir çabayı rejimini asgari mutabakat temelinde kurmuş bir hukuk devletinin yargısından ve hakimlerinden bekleyebilirsiniz, beklemelisiniz!

Çünkü, hukuk devletlerinde neyin gerçek olduğuna, ister “kullanışlı aptal” olsun, ister “akıllı suç ortağı” pozisyonunda olsun, bazı hızlı gazeteciler karar veremezler. Bir iddianameden yapılan bazı alıntılara Google’dan şöyle bir göz atmış köşe yazarları, yorumcular, “işte gerçek” şehvetine kapılamazlar. Hele hele gazetelerde birkaç yüzeysel haber ve köşe yazısı okuyan, TV’de bir-iki yorumcu dinleyen okurlar, seyirciler gerçeğin ne olduğuna karar veremezler.

Çünkü hukuk devletlerinde gerçeğin ne olduğuna gazeteciler, yorumcular, okurlar karar vermesin diye, bağımsız ve güçlü bir alan (yargı) oluşturulmuştur. Hukuk bir ülkeye bunun için lazımdır. Devlet bunun için var olur, bunun için işletilir.

Bizim ülkemizde hukuk, insanların hayatını karartmak için kullanılan bir serseri mayına kolayca dönüşebildiği için bizler böyle bir işletimi devletimizden pek bekleyemiyorduk. Biliyorduk ki, bu ülkede “olay yargıya intikal etti” cümlesi bazen “konu nadasa bırakıldı”, bazen de “birilerinin hayatı çürümeye bırakıldı” cümlesi ile aynı anlama gelebiliyordu.

Bizde devlet bir türlü değişmiyor, sadece direksiyona oturan değişiyordu. Ve o direksiyondakiler bu davalarda kendilerini günü gelince avukat, günü gelince de hakim, savcı yerine koyabiliyordu.  Çünkü onlar, “devlet adamı” idi!

Oysa gazeteci başkadır diye düşünürüz. Öyle varsayarız. Hükümlerin değil hakikatlerin peşine düşer, diye biliriz.

Gazeteci bir melek değildir, ama militan hiç değildir.

Gazeteci demokrasiden taraf  olabilir, ama, “demokrasi için telefon dinletmelerini yapan da yaptıranlar da, internete koyup yayanlar da şereflidir,” demeyi seçmez, seçemez.

Hukuku olduğu kadar hukuka uygunluğu da gözetir.

Hukuka aykırı şekilde elde edilmiş verilere kuşkuyla yaklaşır. Bunların birilerinin hayatını karartmak üzere kullanılabileceği ihtimalini gözetir.

Suçun şahsiliğini temel alır. Toptancı bir bakışa, kolaycılığa düşmez.

Ama gelin görün ki, özellikle Balyoz ve Kafes Eylem Planı gibi davalar sırasında, “açılın ben gazeteciyim” diyerek ortalarda dolaşan bazı gazetecilerimiz, yorumcularımız bu hassasiyeti gözetmediler. Bununla da yetinmediler ve “çok vahim deliller olduğu söyleniyor, göreceksiniz çok fena suçlular” şeklinde üst perdeden konuştular.

Yeni siyasi tekelin gör dediğini gördüler, görme dediğini görmediler.

Büyük bir iştahla hepsi devlet oldular!

Devletin İdeolojik Aygıtları’nın (DİA) üstlendiği seslenme fonksiyonunu can-ı gönülden benimsediler. (“- Hey, sen Ergenekoncu! Gir içeri! Hey, sen de sulandırma!”)

Oysa...

Demokrasi, demokrasiye inanmadığını düşündüğümüz insanları içeri tıkmak, demokratlık da bu içeri tıkılmayı alkışlamak değildir.

Demokrasi, işlediği bir suçtan ötürü hüküm giymiş bir insanın, hayatı boyunca demokrasiye inanmamış dahi olsa, usulüne tamamen uygun, adil bir yargılamadan geçtiğine ikna olmasını sağlamak ve bu doğrultuda tüm savunma olanaklarını seferber edebilmektir.

Demokrasi, en adi, en aşağılık cinayetleri işlemiş seri katillere bile en masum insanlarla aynı savunma ve adil yargılanma olanaklarını tanıyabilmek demektir.

Demokrasi, yargıda toplumun denetimine, hatta katılımına açık, şeffaf bir alan açılmasından yana olmak demektir, “vatansever kulaklardan” bir infaz mangası meydana getirilmesini savunmak değil!

Adaletin kusursuz işleyeceğinden ve toplumun en masum, en korunmasız üyelerinin yarın öbür gün bir hukuk ve yargı kazasına kurban gitmeyeceklerinden ancak böyle emin olabiliriz çünkü.

Yoksa demokratlığımızı devlete rehin bırakarak değil!

Şimdi bakıyoruz, devletin “one minute” deme sırası Silivri’ye gelmiş. Ve bir zamanlar “açılın ben gazeteciyim” diye ortalarda koşturup, “çok fena deliller var bekleyip görmek lazım” diye coşup akıllar fikirler verenler, sırayla o devlet pozisyonunun arkasında hizalanıyorlar.

Silivri’de “one minute” deniyor. Araya acı ölümler ve intiharların da sıkıştığı “five years” sonra!

“Five years...” sonra gelen “one minute!”

N’apalım? Tebrik mi edelim?

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"