Bence tabii... Kendi fikrimce...
YILIN ADAMI: Duran Adam
2008 yılının 8 Mart günü Paris’in Trocadero Meydanı’nda gündelik hayatın rutinini kısa süreliğine sekteye uğratıp bu müstesna anı paylaşmak isteyen 3 bin kişi, aynı anda bir kaç dakikalığına heykel gibi durma (donma) eylemine geçtiler. Bu muzip Parisliler eylem öncesinde, “yasaları çiğnemeksizin, kamusal bir alanın radikal ve eğlenceli bir şekilde kullanılabileceğini göstermek istiyoruz” diyorlardı. Amaçları, “şehre yeniden sihir katmaktı.”
Aslında “Duran Adam” eylemi Paris’ten bir kaç ay önce, Ocak ayının sonlarında “Improv Everywhere” adlı performans sanatçıları grubunca New York’ta da gerçekleştirilmişti. İki yüzün üzerinde insan o kış günü “Grand Central Station”da aynı anda “donmuş” ve şehre beş dakikalığına bir “sihir” katmışlardı.
Duran Adam, New York ve Paris’ten 5 yıl sonra Gezi Direnişi’ne ev sahipliği yapan İstanbul’da biraz farklı bir ruhla beliriverdi. 17 Haziran 2013 günü Taksim Meydanı’ndaki metro çıkışında sekiz saat kıpırdamadan Duran Adam, dansçı, koreograf Erdem Gündüz’dü. Onun yüzü AKM’ye dönük şekilde bu “duruşu”, 34 yaşındaki sanatçının belki de en uzun ve en etkili performansıydı. Ama olayı önce sosyal medyadan sonra da TV’den haber alan insanlar ne olup bittiğini hemen anlayamadı. Bu bir protesto muydu, yoksa basit bir muziplik mi? Bir-iki saat sonra olay mahalline (!) gelerek Duran Adam’ı arayan polislerden biri “bi derdin mi var” diye sorarken, Gündüz’ün koruduğu pasifizmi yadırgayan bir diğer polis “kafayı yemiş” hükmünü yapıştırabiliyordu. Gündüz’ün bu “kafasının”, polisin Gezi Parkı’na müdahalesini ve medyanın bu şiddet karşısındaki suskunluğunu protesto amaçlı olduğuna kanaat getirilince, Taksim Meydanı’na çok sayıda destekçi aktı. İnsanlar akın akın Gündüz’ün arkasına gelerek “duran insan” oldular. Eylem önce İstanbul’a, sonra Türkiye geneline yayıldı. Kendisinden “maçı çeviren adam” olarak söz edilen Gündüz’ün bu şehre sekiz saati de aşan bir sihir katan eylemine Avrupa’dan, hatta ABD’den bile destek verenler çıktı. “Duran Adam”, kente ve kentliliğe dair bazen nerede ve nasıl “durmak” gerektiğini hatırlatan özgün ve ilham verici bir pasif direniş eylemi olarak tarih sayfalarımızdaki yerini aldı.
YILIN OLAYI: Yeryüzü Sofraları
Anti-kapitalist Müslümanlar ile Devrimci Müslümanların önderliğinde Ramazan ayı boyunca gerçekleştirilen “Yeryüzü Sofraları”, 2013 yılına damgasını vuran gelişmeler arasında ilk sıralarda yer aldı. Ay boyunca İstanbul’un ve Türkiye’nin değişik yerlerinde gerçekleştirilen bu iftar sofraları benzer hayat görüşüne ve arka plana sahip olmayan insanların kırmadan, incitmeden aynı sofraya oturabilmelerinin, herhangi bir resmiyete mahkum hissetmeden rızklarını paylaşmalarının ne büyük nimet olduğunu hatırlattı.
Hayatı, emeği ve dayanışmayı birlikte kutsamak isteyenleri buluşturan iftarların ilki 9 Temmuz 2013 günü İstiklal’den Taksim’e kadar kurulan uzun sofrada, saatler 20:47’yi gösterdiğinde açıldı.
Önce devletinden, sonra da komşusundan korkup, çekip giden ve bugün aramızda olmayan insanların ruhlarının dolaştığı bir caddede, Gezi’den belki de daha renkli bir uzlaşma kültürünün umudu oldu.
Kimilerinin bereketini yitirdiğini düşündüğü bu topraklarda, bir ülke, bir toplum olmanın, “insanın içini çiçeklendiren” anlamını çok uzun bir zaman sonra yeniden hissettirdi.
Aklını ve kalemini kindarlığa ve hafızasızlığa adamış olanlarımıza rağmen...
YILIN SÖZLERİ: Sırrı Süreyya Önder - 28 Mayıs 2013
Konuşursa deprem yaratıp her şeyi altüst edeceğine inanan “önemli” insanlardan bolca bulunan ülkemizde 2013 yılında yine bolca “konuşursam yer yerinden oynar” türü tehditvari sözler duyuldu. Ancak yılın sözü farklı bir önemden ve değerden, hiç beklenmedik bir anda, hiç beklenmedeki bir yerde geliverdi. Tehdit falan da içermeyen o sözün hikayesi şöyle gelişti:
Gezi Parkı’ndaki bazı ağaçların 27 Mayıs 2013 yasadışı bir şekilde, kepçelerle sökülmelerine karşı çıkan insanlar ertesi günü yanlarında bazı milletvekillerinin desteğini buldular. Bunlar arasında yer alan Sırrı Süreyya Önder’in, o gün o parkta polis ve zabıta güçlerinin bulunduğu ortamda sarf ettiği sözler, cumhuriyet tarihimizde bir milletvekilinin kanunsuzlara hukuku, günahı, vebali cesaretle hatırlatmasının en samimi örneklerinden birini teşkil etti.
Bir milletvekilinin gerçekten de “3-5 ağaç için” kendisini bir dozerin önüne atması, yüreği çarpa çarpa bir polise, “vurduğu kuşun hakkını, iki cihandaki vebalini” hatırlatması, belki çok küçük, çok basit ama bu ülkede o kadar olmaz sandığımız bir şeydi ki, o gün orada öylece oluverince, bazılarımıza “burası çok güzel bir ülke ve bizler yeniden çok güzel ve umutlu insanlar olabiliriz” diye hissettirdi.
O sabah Taksim’de polis müdahalesiyle Gezi Parkı’ndan püskürtülen bir grup insan, iş makinelerini engelleyebilmek uğruna polise laf anlatmaya çalışıyorlardı. Parka gelerek çevrecilere destek olan milletvekillerinden Sırrı Süreyya Önder, işte tam o anda ve kepçenin önüne doğru giderken polis memurlarına şunları söyledi:
“Özel şirket temsilcisine zabıta gömleği giydirip getiriyorlar buraya. Sen şirketlerin polisi misin, halkın polisi mi? Bunların yıkım ruhsatı var mı? Aha ben buradayım, (yıkım) ruhsatını getirsinler çekilelim. (...)
Duracak bu kepçe. Kimseye de müdahale etmeyin. Bu iş sağ-sol işi değil. Vebali var, vurduğun kuşun hakkı var! (...) Bu ağaç başka türlü kurtulmaz. Yazık, günah! İki cihanda vebali var! Kestirmeyeceğiz. Polis burada özel şirketin personeli gibi davranamaz. Gaz atılacak bir şey varsa, aha işte bu kepçedir, bu halk değil. Onların burada bağı, bostanı yok!”
YILIN SANATÇISI: Davide Martello
Sen kalk, binlerce km. uzaklardan yollara düşüp 12 Haziran 2013 gecesi, Gezi Direnişi’ne tanıklık eden İstanbul’da, TOMA’larla, gaz bombalarıyla donanmış polisin çevrelediği Taksim Meydanı’na gel ve bu satırların yazarının da şaşkın bakışları arasında aracının römorkundan indirdiğin piyanonun başına kurul. Sonra da kalbindeki ezgileri gergin bir bekleyiş içinde olan insanlara aç, onların tasalarına ortak ol! Günlerce bıkmadan, usanmadan, yorulmadan müzik ziyafeti ver! Daha önce hiç tanımadığın, hiç görmediğin insanlara hayatlarının belki de en zorlu yalnızlıklarından birinde müziğinle destek ol, yüreklerini yumuşat!
Ve en önemlisi, insanları “mucize” diye bir şeyin var olabileceğine ve o mucizenin bir kapı komşusu gibi süzülüp gecenin içinden sessiz ve teklifsiz, ve bir melek gibi kanatlı ezgileriyle, “çat kapı” karşılarına çıkarak, hayatlarını değiştirebileceklerine inandır! Devletin bütün şiddet aygıtlarıyla kuşatılmış insanlara, incitmeden, kırmadan kurulabilecek başka bir dilin mümkün olduğunu hissettir. Şehirlerinin ve o şehrin en kanlı, en acı geçmişini sırtlamış meydanının şu hoyrat ve zalim dünyada en azından bir kere ölüme galebe çaldığını, muzaffer olduğunu görsünler. Unutsunlar mırıldandırdığı şarkının bazı kısımlarını ve “her nefes alışımız bayramdı aslında be”, desinler! “Bu da mı gol değil,” diye düşünsünler!
Dayanışmayı bir de senden, Doğu Avrupa turunu yarıda kesip şehrimize gelen elin Sicilya (!) asıllı Alman’ından görsünler.
YILIN MANŞETİ: “Adalet Çok Güzel Uyuyordu, Uyandırmaya Kıyamadık” – Birgün, 3 Aralık 2013.
2013 yılında en çok uyuyanımız yine Adalet oldu. Yılın en çok yara alan, en çok kanayan yeri bu yıl da oydu. Geçmişteki bir çok cinayetin olduğu gibi Hrant’ın katillerinin arkasındaki örgütlü yapıyı, polisin, jandarmanın, MİT’in ve azmettirici yöre abilerinin “milli mutabakatını” sağır sultan bile görüp duysa da, yine bir tek Adalet görmedi, duymadı. Bir tek o deşifre edemedi olanı biteni. Gezi Direnişi sırasında göstericilere karşı aşırı şiddet kullanarak 6 gencin ölümüne sebep olanları, susan, susmayan bütün kameralar gördü, ama bir tek Adalet göremedi. Öyle bir karaltı vardı ki, biz de onu göremedik 2013’te.
Ankara’da Ethem Sarısülük isimli bir göstericiyi öldüren ve “çektim sıktım 3 tane” diyen polis memurunun yargılandığı davanın duruşması bu gerçekliği sarsıcı bir biçimde hissettiğimiz skandallara sahne oldu. Mesela, iddianamenin okunması sırasında hakim ve savcı salonda uyudu. Sonunda katili yargılayamayan Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi, davadan çekildi. Adalet memleketimizde uyumayı sürdürdü...
Birgün gazetesi, bu olup bitenlerden hareketle, 3 Aralık 2013 tarihli sayısında “Adalet çok güzel uyuyordu uyandırmaya kıyamadık” manşetiyle çıktı. Kıyılır mı, “kardeş kardeşe uyurlarken” hiç Adalete kıyılır mı!
YILIN UTANCI: Fethiye Çetin’inki
Hrant Dink ailesinin avukatı olan ve davanın bütün aşamalarındaki gelişmeleri “Utanç Duyuyorum” isimli kitabında bir araya getiren Fethiye Çetin’in duyduğu utanç, Hrant’ın hedef haline getirilişini ve “bir güvercin tedirginliği” içinde adım adım 19 Ocak 2007’deki ölümüne ilerleyişini göremeyişimizin, ona kol kanat geremeyişimizin, canını bize emanet bilemeyişimizin, ve nihayet kalleş kurşunlara engel olamayışımızın utancını bir anda unutturdu. Yerine cinayet sonrasında gerçeği aydınlatacak her bilgi kırıntısının peşine düşerek bunları savcılık makamına sunan Çetin’in, gördüğü ilgisizlik ve eylemsizlikten duyduğu yeni bir utancı yerleştiriverdi. “Gelecek kuşaklara utançtan arınmış bir gelecek sunma çağrısı” yapan Fethiye Çetin’in projektör tuttuğu bu “utanç”, aslında onun değil bu ülkeye -nüfus kayıtlarında soy kodu 1, 2, 3 olmadan- bağlı olan bizlerin “Otur, sıfır” nidalarıyla duyması gereken bir utanç.
Ve bu yakamızdan, vicdanımızdan düşmeyen ısrarlı utanç, 2013 yılında hesabını soramadığımız her geçen gün biraz daha acılaştı.
YILIN TWEET’İ: Henüz atılmadı...
Ama atılırsa, ilkin @Berkin_Elvan adresinden atılacak. Ve o tweet’te “Berkin uyandı!” yazıyor olacak.
Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa mahallesinde bulunan evlerinden 16 Haziran sabahı 07:00’de fırına gitmek üzere çıkmış ve arkasından başına isabet eden bir biber gazı kapsülüyle vurulmuştu Berkin Elvan. Kısa süre içinde ameliyata alınan 14 yaşındaki Berkin, o gün bugündür yaşam ve eğitim hakkı gasp edilmiş olarak yoğun bakımda uyuyor.
Onun uyanışını haber verecek mesajın “2013’ün tweet’i” olması gerekmez, 2014’ün de olabilir... Ama yeter ki atılsın.
YILIN ANNESİ: Mutlu Tönbekici
Yüzlerce kişiye kimsesiz bir çocuğun koruyucu ailesi olma yolunda ilham verdiği için... Onun da sayesinde yıl sonuna kadar bu ülkede koruyucu aile sayısı belki 3 bine ulaşacağı için... Önüne ihaleler, mevkiler, mevziler, avantalar değil, “bin çocuğun koruyucu ailelik kapsamına alınması” gibi küçük (!), dev bir kişisel hedef koyduğu için...
YILIN GAZETECİSİ: İsmail Saymaz
Ölüme karşı hayatı savunmak bahsinde, bir insanın, bir gazetecinin şu Türkiye cangılında -eğer isterse, eğer çok isterse- “40 kaplan gücünde” olabildiğine, “rahat durmayıp” hakikatin peşinden gidebildiğine inandırdığı için.
YILIN RENGİ: Gökkuşağının tüm renkleri
“Nerdesin aşkım” diye sorulan bir soruya “burdayım aşkım” diye yanıt verebilenleri, “biz dayanışmayı iyi biliriz” diyebilenleri çoğalttıkları için, grileştirilmiş şehir hayatlarımıza merdivenlerimizden başlayarak yıldız tozu serptikleri için.
YILIN FİİLİ: Direnmek
Bize hüsnü fâil, müttefiklerimize ise “schapulieren” diye afili fiil kazandırdığı için.
YILIN AĞACI: O kendini biliyor!
twitter: @akdoganozkan