Bütün bu özenme/özendirme, normalleşme/normalleştirme söylemlerinin –(muhafazakâr, dinci cenahtan üreyen/üretilen)- sebebi derin bir korku, öğretilmiş bir özgüvensizlik, içselleştirilmiş bir dayanaksızlık olmalı. İnancın ancak panik içinde mümkün olduğu, kurtuluşun sürekli bir kaçma/kaçınma olarak deneyimlendiği, insanlık durumunun tekinsiz bir fizikselliğe indirgendiği, işaretlenmiş bir haritadır burası: Muhafazakârın dünyası.
Rasyonel bir ikna, maddi bir dayanak, sağaltıcı bir sağlama ortaya koyamayan bir söylemler yığını; maddeden duyduğu korku, maddeye duyduğu nefretle, diyalog kurmaktan aciz, salt monolog olan duraksız bir tinsellik ve uhrevilik manzumesinin satır aralarından bütün bir dünyevi coğrafyayı tersine yine maddiliğe, fizikselliğe indirgemiştir. İnsanlık durumunun momentleri, söylemsel manzume tarafından tehlike üsleri, risk noktaları olarak işaretlenir ve dünyevi coğrafya bir kaçış planı olarak eline tutuşturulur muhafazakârın.
Çok az korku dinci muhafazakârın korkusu kadar farklı isimlendirilebilir: İnsan korkusu, dünya korkusu, madde korkusu, estetik korkusu, aşk korkusu, doğa korkusu ve elbette kadın korkusu, kadınsallık korkusu…
Herkül'ün üç işi, Michelangelo
Muhafazakâr dinci söylem, salt yol üstü işaretlemeleriyle kendisini yeniden üretebildiği için, muhafazakâr kişilik dünyada asla yerinde hissetmez kendini. (Buna ‘seküler neşe’ üzerine yazdığım yazımda da değinmiştim.) Gidebileceği bir öteki dünyaya olan samimi bir inançtan ileri gelmez bu yerinde olamama, yerleşik olamama, yersiz yurtsuzluk hali; sebep haritadaki söylemsel işaretlemeler yığınının yol açtığı bir klostrofobi ve tam da bununla eşzamanlı olarak duyulan agorafobidir. Hiçbir tehlike üssüne, risk noktasına ayak basmamak, hiçbir işaret levhasını gözden kaçırmamak için dünya haritasına, dünyevi krokiye düşmanca, korkarak ve sevgisiz bakar o da artık.
Manevi olan adına yapılmış bu işaretlemeler, madde üzerine konulmuş bu levhalar, maddeyi düşmanlaştırırken bir yandan da bütün insanlık durumunu ve dünyevi coğrafyayı maddeye indirger. Maddi olan kaçınılmaz bir gerçeklik olduğu ölçüde bertaraf edilmelidir artık ona göre. Bertaraf edilemezse de istismar edilmelidir. Doğal ve tarihsel çevre de bu süreçte, bu firar halinde, düşman addedilir, tahrip edilir böylelikle.
Oysa madde güzel ve iyidir. Ve estetik üretir. Estetik; dünyevi olanın işlevselliğe, yaşamsallığa olan doğal eğilimi ve zorunluluğuyla kendinde ve diğerleriyle ilişkilerinde bir uyum üretmesi ve bu işlevsel uyumun keşfidir. Estetik, işlevselliğin uyumunda ortaya çıkar. Hayat güzel bir işlevselliktir. İnsanlık durumu, insan tinselliği bu uyumlu işlevselliğin üzerine bina olmuştur. Edebiyat, sanat, bilim, aşk, ilk görüşte aşk, seküler neşe, arzu, haz, cinsel oyun; hepsi, son kertede doğal işlevselliğin akıl ve zihin ile birleştiği, uyum gösterdiği şahika olan insan anatomisinin bu estetik maddi ve manevi zuhurundan kaynaklanır. Sanat estetik olduğu kadar anatomiktir. Aşk gibi. Muhafazakârlık ise, sanat ve aşkı da tehlike üssü, risk noktası işaretleriyle tanımlar, tanır.
Rodin, öpüşme
Edebiyat ve sanat insan anatomisini estetik örnekleme olarak yüceltimlerken, muhafazakârlık estetik yaşamsallığa açtığı savaşta insan vücudunu askeri bir muharebe alanının tatbikat masasındaki bir makete dönüştürerek işaretler. Anaerkil etiği, yaşamsal olana dair savunmacılığı ve karmaşık ama uyumlu üretim mimarisiyle kadın anatomisi estetiğe ve hazza açılmış bu savaşta kırmızı ile işaretlenir. Yaşam kırmızısı değil, ölüm kırmızısıyla. Kadın; musibet, tahrik, baştan çıkarma gibi tehlikelerin üssü ve risk noktası olarak işaretlerle delik deşik edilirken, erkek de penetratif performansın fetih kavramı ile karıştığı, karıştırıldığı bu yerde, edebiyat, sanat, bilim ve aşka şiddet araçları ve söylemleriyle saldırılar düzenler. Kadına yönelik şiddet, aşağılama ve el koyma eylemleri, eril hazzın alanında kontrolü ele geçirmiştir artık.
Tekrar muhafazakâr söylemdeki bu özenme/özendirme, normalleşme/normalleştirme meselesine gelirsek, bunun altında yatanın muhafazakâr kişinin kendine ve söylemine güvensizliğinin, kendisinin ve söyleminin rasyonel ve etik dayanaksızlığının olduğu aşikâr handiyse. Özenme/özendirme ikircikliğinde muhafazakârın risk olarak gördüğü, korktuğu şey, tehlike üssünde işaretlenmiş olanın özendirme çabasından çok kendisinin özenme kapasitesidir. Kendi varoluşunun ve söyleminin sağlamasını yapamayan, tutarlı bir iddia, rasyonel olarak temellendirilebilir bir söylem ortaya koyamayan muhafazakâr kişi, hayat bilgisini özenme fiili ile edinir, açıklar, kişiliğini özenme/özendirme ile inşa eder ve dayatır.
Vitruvius adamı, Leonardo da Vinci
Peki, özenme/özendirme flamasıyla işaretlenmiş bu tehlike üssünde kim var? Bütün sınıfsal, etnik, dinsel, cinsel ayrım, hiyerarşi ve dizileri dikey, yatay ve diyagonal olarak kesen, penetratif performansın el koyma, köleleştirme stratejilerinin yerine insan anatomisinin güzellik sunumları ve haz imkânlarını keşfe çıkmış, insan estetiğinin bölünmez bütünlüğüne vakıf bir insan davranışı, bir aşk kapasitesi.
Orada zenginleştirici bir özgürleşme, dünyevi bir yerlileşme, seküler bir neşe, eğlenceli bir sohbet, kardeşleştirici ve sevgilileştirici bir empati, hayatı bir sanat gibi yaşama imkân ve ihtimali müjdelenmiş. Bir tehlike üssü, bir risk noktası değil o baktığın yer. Korkuya mahal yok.