Şanlı tarihimizle her fırsatta övünmeyi çok severiz, buna karşın iş gerçek anlamda bu tarihte neler olup bittiği üzerinde düşünmeye geldiğinde ise işler tersine döner. Tarihin en güzle yanı, tarihin yapımında katkısı olan politik şahsiyetlerin de burada kanlı canlı yer alıyor olmalarıdır. Ancak bu yer alış çoğu zaman olumlu değil olumsuzluklar temelinde de yükselebilmektedir. İstedikleri kadar tarihi kendilerinin yaptıklarını zannetsinler zaman bu hatayı hızla tersine çevirmekte son derece mahirdir. Kendilerini akladıklarını düşündükleri tarihin satır aralarının kısa bir süre sonra kendilerini nasıl farklı biçimlerde gösterebildiklerini de yine tarih bize fazlasıyla göstermiştir. Hayatımızın pek çok alanında olduğu gibi aslında tarih bilimiyle de çok barışık olduğumuz söylenemez.
Geçtiğimiz yıllarda ardı ardına oynayan diziler aracılığıyla gerek yakın tarihimizdeki gerekse de daha uzak geçmişimizde yer alan olaylar hakkında televizyon aracılığıyla bilgi sahibi olduk! Anlı şanlı ecdadımızın farklı gösterildiği gerekçesiyle iş protesto gösterilerine kadar gitti. Gitti ama öte yandan bir kurmaca olan dizi reyting rekorları kırarak final yaptı. Ardından da yine benzer şekilde diziler çekildi, halen de gösterimleri devam ediyor. İşin belki de en netameli yanı herkesin tarihi kendi ideolojik perspektifi üzerinden ve kendi işine geldiği gibi okuma ve bunun tek doğru olduğu gerçeğini dayatma anlayışından kaynaklanıyor olması. Böyle olduğu için de üzerinde uzlaşabildiğimiz, ortak bir çerçeve içerisinde konuşabildiğimiz ve tarihsel değerlerimizi, geçmişimizi ideolojikleştirmeden konuşabildiğimiz neredeyse hiçbir konu kalmıyor.
Geçtiğimiz hafta Sultan II. Abdülhamit üzerinden yürüyen tartışmalarda bir televizyonda ‘ulu hakan mı yoksa kızıl sultan mı?’ Sultan II. Abdülhamit kimdi? Üzerinden tartışmaya başlanıyor ve kısa bir süre sonra ise programda yer alan siyasilerin de etkisiyle birdenbire cumhuriyetin kuruluşu ve ardından tek parti uygulamalarına geliyordu. Benzer durum dün bir kez daha Cumhurbaşkanının Lozan antlaşmasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamalarla birlikte tekrar ve daha sert açıklamalarla yaşandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; Lozan antlaşmasının zafer diye yutturulduğunu ve bağırsak sesimizin duyulacağı adaların bırakıldığını, bu antlaşmada yapılan hataların bedelini şimdi ödediğimizi belirtiyordu. Yanıt fazla gecikmedi, Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri ardı ardına açıklamalarla Lozan’ı savunmaya ve Cumhurbaşkanını eleştirmeye başladılar. CHP lideri Kılıçdaroğlu, gazetecilere yaptığı açıklamada, kendilerinin tarihleri ile gurur duyduklarını ve her zaman bu şanlı tarihe sahip çıkacaklarını belirtti.
Cumhuriyetin doksan üçüncü yılını tamamlamamıza çok kısa bir süre kaldı ve aslında son dönemde yaşadığımız bütün tartışmalar ya da tartışamadığımız bütün olup bitenler millet olma vasfı konusunda hala çok sıkıntılı olduğumuzu ortaya koymaktadır. 15 Temmuz sonrasında televizyon ekranlarında Cumhuriyetin kurucu değerlerine tekrar sarılmamız gerektiğini belirten çok sayıda yorumcu gördük. Öte yandan bu kurucu değerler ve yaşadıklarımıza baktığımızda bunları nasıl içselleştireceğimiz ya da nasıl bu değerler üzerinde uzlaşabileceğimiz sorunu olduğu gibi orta yerde durmaya devam ediyor. Yaşam tarzı meselesi sadece kişilerin ne giyip ne giymedikleri ya da ne içip ne içmediklerinin ötesinde çok daha derinlerde yer alan yarılmaları ve bunlar üzerinden sürdürülen pozisyon almaları sürdürmekte.
İki farklı Türkiye ve iki farklı ülke gerçeği üzerinden konumlanan insanların iktidar üzerinden kendi pozisyonlarını tıpkı geçmişte olduğu gibi şimdi de birbirlerine dayatmaya çalıştığı bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Öte yandan dünyanın içerisinden geçmiş olduğu koşullar ile cumhuriyetimizin başındaki koşullar aynı değil. Bambaşka gerçeklikler ve bambaşka ilişki kalıpları ile yer aldığımız bir dünya düzeni var karşımızda. Bütün bunlara karşın değiştirmediğimiz bizim karşımızda yer alan yedi düvel anlayışımız ise aynen korunuyor. Devletin karşısında yurttaşın konumunda herhangi bir değişiklik meydana gelmedi, olağan şüpheli olma durumu ve buna uygun bir ruh hali içerisinde yaşamını sürdürme anlayışı da aynen devam ediyor.
Yaşadıklarımızdan bir türlü ders alma ve tarihi hak ettiği şekilde okumayı beceremediğimiz için hem kendi içimizde hem de dışımızdaki düşmanlar tarafından ısrarla bölünmeye ve parçalanmaya çalışıldığımıza kendimizi inandırıyoruz. Üst Akıl tarafından yönetilen ve bütün terör örgütlerinin kokteyl örgüt olarak kuyumuzu kazdığı bir dönemden geçiyoruz. Herkes bize düşman ve herkes bizim dünyanın sayılı güçlerinden birisi olmamızı engellemek için çaba göstermekte. Bu öylesine iliklerimize işlemiş ki, sokaktaki insan kadar bizi yönetmesi gerekenler de aynı kanaatte ve aynı ifadelerle olan bitene yaklaşıyorlar. Oysa ki gelişmiş batı ülkeleri olarak gördüğümüz ülkelerde de sokaktaki insanların sıradan faşizme teslim olmalarını getirebilecek çok sayıda etken bulunmasına karşın devleti yönetenler olan bitenlere sükunetle ve akılla yaklaşırlar. Tepkileri ve açıklamaları politikanın gerektirdiği anlayış içerisinde ve o dille gerçekleştirilir. Sıcakkanlı ve aşırı hassas olmanız sizin olan bitenlere karşı politik angajmanlarınızı ortadan kaldıracak açıklamalar yapmanıza yol açmaz. Talihinizin size gülmesini ve yaşananları kendi ülke çıkarlarınız lehine gerçekleştirmede yardımcı olmasını arzu ediyorsanız tarihinize sahip çıkmak ve onu gerçekten iyi bilmek zorundasınız. Hiçbir ülkenin tarihi sütten çıkmış ak kaşık gibi parlak ve pürüzsüz değildir.
Her ülkenin tarihinde insana dayalı zaaflar, yanlışlar, öngörülemeyen bazen de bilerek yapılan hatalar bulunur. Önemli olan bütün bu hataların, yanlışların neler olduğunu bilmek ve yapılanlardan ders alabilmek, hataları telafi edebilmektir. Ortak bir zeminde uzlaşamayan ve tarihini sürekli olarak birbirlerine kendi haklılıklarını dayatmak üzerinden giden bir ülkenin işi çok ama çok zordur. Tarihinizi öğretemediğiniz ve onu hak ettiği yere getiremediğiniz sürece talihiniz de size yar ve yardımcı olamayacaktır. Son bir söz de tarih ekranlardaki kabare formatındaki programlardan ya da dizilerden öğrenilmez. Tarihin hepimizi ilgilendiren ve hepimizi ilgilendirdiği için de benzerliklerimiz kadar farklılıklarımızı da içeren bir alan olduğunu görmek, bunun üzerinden verilerle konuşmak yol gösterici olacaktır. Aksi takdirde yaşadıklarımız ise her zaman olduğu gibi gündemin biraz daha sulandırıldığı, olan bitenlerin biraz daha anlamsızlaştırıldığı havanda su döven tartışmalar ve zaman kaybı, güven kaybı olacaktır.