Tarım ve Orman Bakanlığı geçtiğimiz hafta taklit veya tağşiş yapıldığı kesinleşmiş ürünlerin olduğu kırk dört sayfalık listeyi kamuoyuyla paylaştı. Türkiye'nin farklı bölge ve kentlerinde halk sağlığını hiçe sayan ürünleri bir kez daha öğrenmiş olduk. Ancak bu durum söz konusu bu ürünlerin farklı isimlerle bir sonraki yıl yeniden ve yeniden üretilmek suretiyle piyasaya çıkartılacağı gerçeğini de ortadan ne yazık ki kaldırmıyor! Çünkü bu topraklarda söz konusu hilekarlığın tarihi sadece bu döneme özgü olarak ortaya çıkmış değil.
Gıda maddelerinin ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin, mevzuata veya izin verilen özelliklerine aykırı olarak üretilmesi 'tağşiş' olarak tanımlanıyor. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise; bir şeyin içine başka bir madde karıştırma, katıştırma biçiminde açıklandığı görülüyor. Son olarak açıklanan listede taklit ve tağşiş yapıldığı kesinleşen aralarında et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, bitkisel yağ, bal, takviye edici gıdalar ve çikolataların da yer aldığı 229 firmaya ait 386 parti ürün yer alıyor. Kamuoyu hangi ürünlerin hangi parti numaralarında söz konusu hilekarlığın bulunduğunu bu liste aracılığıyla öğrenmiş oluyor. Öte yandan bir taraftan da sağlığımız açısından zararlı olan bu ürünlerin kullanmış olduğumuz gerçeği de ortadan kalkmıyor!
Firmalar maliyeti düşürmek, daha çok kazanmak pahasına tüketicilerin sağlığını hiçe sayacak bir biçimde ürünleri piyasaya sürmeye devam ediyorlar. Ne yazık ki bu ürünler başta ekonomik nedenlerle yani taklit ettiklerini ileri sürdükleri muadillerinden daha ucuz fiyatlarla satıldıkları için pazarda kendilerine yer buluyorlar. Ve bütün uyarılara karşın vatandaşlarımız özellikle fiyatları nedeniyle bu ürünlere rağbet etmeyi sürdürüyorlar. İşin içerisinde ahlak yoksunluğu, hukuksal yaptırımların yetersizliği ve denetimlerin azlığı gibi pek çok farklı gerekçeyi de eklediğinizde kısa süreli oluşan karşıtlık, zaman içerisinde ortadan kalkıveriyor. Aslında asıl üzerinde durulması gerekenin belki de bu topraklar üzerinde bu anlayışa yol veren zihniyet kalıplarının çok daha derinlerde bir yerlerde karşılığının bulunuyor olması gerçeğidir. Çünkü bu anlayış bir taraftan kendimizi kandırmamızın önünü açarken öte yandan aynı zamanda hem başkalarının hem de kendi sağlığımızın da elden gitmesine yol açacak yaklaşımların adım adım örülebilmesine olanak veriyor.
Bu topraklarda tağşiş, taklit uygulamalarının eski olduğunun izlerini Rauf Beyru'nun 19.Yüzyılda İzmir'de Sağlık Sorunları ve Yaşam* isimli çalışmasındaki şu satırlarda takip edebiliriz: "…Kasapların, ahaliye koyun yerine keçi eti yedirdikleri ya da Karataş'ta olduğu gibi kokmuş et sattıkları ve buna benzer diğer hususlarda şikâyetlerle karşılaşıyoruz… Örneğin, bazı satıcıların çağla badem sattıkları, bunları çoğunlukla çocuklarına yedikleri ve bundan doğabilecek, sindirim organlarına ilişkin hastalıkların tehlikeleri, bu tür uyarı yazılarının… Karataş'ta bir sütçüden süt alan birkaç kişinin zehirlendikleri ve sütçünün tutuklanarak hakkında soruşturmaya başladığını belirtilmektedir. Öte yandan, satılan sütlerin içine katılan bazı maddelerin sağlığa zarar verdiği ve hastalıklı koyun ve keçi sütlerini kullanmanın tehlikeli olabileceğine ilişkin bir mektup üzerine, ilgililer göreve davet edilmiştir. Yine, sokak dondurmacılarından bazılarının, vişne suyu yerine, sağlığa zarar olan bir boyanın karıştırıldığı suyu dondurmak suretiyle ötede beride sattıkları, görülen şikâyet yazıları… Limonata, demirhindi, üzüm şerbeti adı altında, çeşitli boyalar katılmış sular verdikleri ve bu şerbetlerden içmiş olan bir kişinin hastalandığı belirtilerek, gereken kontrollerin yapılması isteminde bulunulmuştur." (Hizmet gazetesi, 19 Mart 1889-13 Haziran 1891).
Yine aynı kitaptan bir başka alıntıda ise "Sıcak mevsimlerde İzmir'de gazozlu limonatalar da oldukça rağbettedir ve kentte bunları imal eden birkaç fabrika mevcuttur. Ancak gazete, bunların ürettiği limonataların içerdiği maddeler konusunda, hiçbir tahlil yapılmadığından bahisle, söz konusu gazlı limonataların bir kısmının bir müshilden, bazılarınınsa, deniz suyundan başka bir şey olmadıklarını ve bunlara katılan salistatların sağlığa zarar verebileceğini iddia etmektedir. Yiyecek maddeleri arasında, yağlardan da zaman zaman şikayet edilmekte olduğunu görüyoruz. Kentte, bozuk sadeyağ satılmakta olduğu haberi bu şikayetlerden yalnız bir tanesidir. Bu olayda, mal sahibi, yağların vilayet kimyageri M. Kanzuk tarafından muayene edilmiş olduğunu söyleyerek kendisini savunurken, adı geçen kimyager, söz konusu raporu, bu yağlar için değil, bir başka mal için verdiğini ve yağların, olsa olsa gümrükten kaçırılmış olabileceğini belirtmiştir." (Hizmet gazetesi 19 Temmuz 1890-15 Temmuz 1891).
Yüz otuz yıl öncesine ait gazete haberlerinde de benzer uygulamaların olduğunu görüyor olmak çok acı. Çünkü bazı şeylerin hiç ama hiç değişmediğini ve bütün uygulamalara karşın aynen sürüp gitmekte olduğunu fark ediyorsunuz. Sağlığı tehdit eden uygulamaların, bütün denetimlere ve uygulamalara karşın tam gaz sürmesini sadece ucuz satılma anlayışı ile açıklayamayız. Her ne kadar büyük aşamalar kaydetmiş olsak da halen geçişini tamamlayamamış bir ülke olduğumuz gerçeği, tağşiş/taklit ürünlerde bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Denetim sistemini ortaya koymak kadar, hukuksal yaptırımlarla bu durumu desteklemek ve insan profilini de göz ardı etmemek gerekiyor. Çünkü söz konusu uygulamaların arkasında sürekli olarak var olan sistemin etrafından dolaşıp durmayı destekleyen ve bu durumu onaylayan bir bakış açısı da söz konusudur.
Hilekâr davranışlar üzerinden prim yapma ve insanları kandırma düşüncesini besleyen geleneksel kodlar ve yaklaşımlar da göz ardı edilmemelidir. İyi ile kötü arasındaki bütün gidiş gelişleri ahlaki olduğu kadar toplumsal ve hukuksal normlarla da desteklemek durumundayız. Bu olumsuz yaklaşımları ortadan kaldırabilmenin yolu ise söz konusu bu davranış biçimine yol açan kodları da temizlemekten geçecektir. Bunun için ise daha çok samimiyete, saygıya ve güvene de ihtiyacımız bulunuyor. Söz konusu uygulamalar, bu topraklarda idealleştirdiğimiz insan profilinin de yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini gözler önüne seriyor.
* Rauf Beyru, 19 Yüzyılda İzmir'de Sağlık Sorunları ve Yaşam, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı Yayınları, 2005, İzmir, s. 117-118