Çocuk ve çocuklukla kurduğumuz ilişki biçimi tıpkı hayatlarımızın pek çok alanıyla kurmuş olduğumuz ilişki türlerinde olduğu gibi bir kabul ve reddediş tarzı üzerinden ilerliyor. Her fırsatta dünyada çocuklara bayram hediye etmiş olan tek ülke olma ile övünmeyi çok ama çok seviyoruz. Buna karşın çocuklarımızı mutlu bir biçimde yaşatma ve onları geleceğe güvenli bir şekilde hazırlama kısmına geldiğimizde ise durum tam tersi bir görünüme bürünmeye başlıyor. Bu kez sanki onlar yokmuş gibi davranmaya ve onları görmezden gelmekle sürüp giden bir ilişki tarzını hayata geçiriveriyoruz.
Oysa hepimiz açısından çocukluk günlerimizin belleklerimizde bıraktığı tortu ve bunun üzerinden yarattığı etkiler farklılık göstermektedir. İşte tam bu noktada çocuklarımızı ve çocukluğumuzu sadece 23 Nisan gününe sıkıştırmak son derece sıkıntılı bir durumu ortaya koymaktadır. Aslında böylesi bir yaklaşım tarzı her ne kadar çocukları çok sevdiğimizi ve onların bizlerin geleceği olduğu şiarı üzerinden dönüp dolaşan klişelere eşlik ediyor olsa bile bir anlamda gerçeği yüzlerimize vurmaktadır. Bir günlüğüne siyasilerin koltuklarına oturtulan ve kararları almalarına izin verilen çocukları her bayram günü ekranlarda görmeyi sürdürüyoruz. Hatta ne yazık ki son yıllardaki toplumsal yarılmanın burada seçilen çocuklara ve onlar üzerinden ideolojik kutuplaşmalara konu olmasıyla bile karşı karşıya onları bırakabiliyoruz.
Halbuki adı üstünde çocuk onlar ve onların ne ideolojilerle ne cinsellikle ne de siyasetin yarattığı ortamlarla işleri bulunmaktadır. Oysa çocuklarımızın başta barınma, sağlıklı bir çevrede yaşantılarını sürdürme ve iyi bir eğitim sürecinden geçme gibi olmazsa olmazlarını hayata geçirmeyi hala beceremedik. Bunların yanı sıra aile içi şiddetin, tacizin, tecavüzün ve kötü hayat şartlarının yarattığı yükleri onların küçük omuzları üzerine yüklemeyi normalleştirdik. Onları en çok oynamaları gereken yaş dilimlerinde oyunlardan, spordan, birbirleri ile vakit geçirebilecek ortamlardan uzaklaştırdık. Eğitim denilen gayya kuyusu içerisinde her defasında yeniden oynanan müfredatlar eşliğinde saatlerce çocuklarımızı okulda tutmayı sürdürüyoruz. Buna karşın gerçekten iyi eğitimli bireyler olarak geleceğe hazırlamayı ise başaramıyoruz!
Benzer durum 0-14 yaş grubundaki çocuklarımızın-2018 yılı nüfus verilerine göre 19 milyon 184 bin 329 kişi olup nüfusumuzun %23,4’ünü oluşturan- kesimdekilere, spor yaptırma konusunda da karşımıza çıkıyor. Çocuklarımıza ne eğitim kurumlarında ne belediye tesislerinde ne de özel işletmelerde spor yaptırmayı beceremiyoruz! Okullarımızdaki spor tesislerimiz son derece ilkel ve yetersiz. Buna karşın çocukluk döneminde geçmişte sokaklarda oyun oynama ve farklı spor dallarını yapmayı başarabilen kitleler de sona erdiğine göre söz konusu yaklaşık yirmi milyon çocuğun neredeyse tamamına yakını spordan ve hareketten uzak bir hayatın içerisinde yoğrulmak durumunda bırakılmaktadır. Sporun çocukların karakter yapılarında yaratacağı etkilerin, fiziksel görünümlerinde yaratacağı etkilerden çok daha fazla ve önemli olduğunu unutmamalıyız.
Hayatın hızlanması, teknolojide yaşanan dönüşümler ve ekonomik gailelerin giderek daha fazla ön plana geçmesi ile beraber çocukluk olgusu kadar çocuklara atfedilen anlam da şekil değiştirmiştir. Onlar için bizlerin yaşadığından daha iyi hayatlar yaşamalarını arzuluyoruz. Buna karşın kendi yaşadığımız çocukluk günlerini ve özlemle andığımız anıları biriktirmelerine ise müsaade etmiyoruz. Programlanmış bir hayatın içerisinde çocukluktan ziyade tıpkı birer yetişkinmiş gibi davranmak suretiyle çocukluklarını yaşamalarını engelliyoruz. Okul, kurs, özel ders ve öğretmenler eşliğinde çocuklarımızı başarıya şartlandıran bir anlayışla yaşamak zorunda olduklarını her fırsatta onlara hissettiriyoruz.
İşte böylesi bir yaklaşım içerisinde 23 Nisan tarihi adeta çocukluğun kutsanması ve onların bir günlüğüne gerçekten çocuk olarak anılması şekline bürünüyor. Oysa çocuk olmak ve ruhunu çocuk olarak koruyabilmenin önemini her geçen yıl biraz daha fazla yaş aldıkça anlamaya başlıyorsunuz. İçindeki çocuğu öldüren milyonlarca büyük nedeniyle çocuklarımızın çocuklukları da ellerinden alınıyor ve onların da yetişkinler gibi davranmaları isteniyor. Kalıpların içerisine soktuğumuz her çocukla birlikte yarınları biraz daha fazla sıkıntılı bir gençlik yarattığımızı ve oradan da sorunlu yetişkinliğe doğru geçişler yaptığımızı görmek istemiyoruz. Oysa çocukluğu kaybettiğimizde bütün bir hayatı kaybediyoruz ve ne yaparsak yapalım o günleri bir daha geriye getiremiyoruz.