Sosyal medyada özel günler her daim ilginç paylaşımları beraberinde getirmektedir. Anneler Günü, Babalar Günü, Yılbaşı, Bayramlar ve tabii ki mezuniyet görüntülerine eşlik eden kutlamalar. Geçtiğimiz pazar günü babalar günüydü ve yine herkesin kendi hesaplarından çoğu ölmüş olan babalarına dönük mesajlarını gördük. Burada ölenlerin arkasından kötü konuşulmaz geleneğinden gelen bir anlayıştan gelmenin etkisiyle olsa gerek neredeyse bütün mesajlar olumluydu.
Bu ülkede aile kurumunun özellikle mal, mülk paylaşımları ve çocukların evlilikleri sonrasında oluşan sorunlar karşısında yaşadığı problemleri sanki hiç yokmuş gibi göstermeyi bir kenara bırakmak zorundayız. İçinde yaşadığımız ülkede erkekliğin en çok erkekleri ezdiği gerçeğini yıllar önce Tayfun Atay hocamız bir makalesinde dile getirmişti. Gerçekten de hayatı hem kendimize hem de sevdiklerimize zehir etme konusunda özellikle erkeklerin işinin çok daha sıkıntılı olduğunu tekrar belirtmek durumundayız. Ve burada aslan payı her zaman babalarındır.
Baba olmak meselesini biyolojik babalığın ötesine geçiremeyen ve eşlerine yönelik baskılarını çocuklar üzerinden gerçekleştirmeyi sürdüren babaların varlığını göz ardı etmemeliyiz. Eşinden ayrılmış erkeklerin çocuklarına dönük nafaka ödemesi konusunda sıkıntı çıkartmayan baba sayımız acaba kaçtır? Çevrenizde çocuğuna/çocuklarına dönük önceliğini sürdüren ve onları hayata hazırlayan babalarımız için neler söyleyebiliriz? Soruları arttırabiliriz ama aynı zamanda sorunları da arttıracağımız gerçeğini de daha en başından kabullenmek durumunda olduğumuzu da belirtmek durumundayım.
Benzer durumların anneler günü vesilesi ile de yaşandığı gerçeğini unutmamalıyız ancak babalarımızla kurduğumuz ilişkinin sağlıklarında çoğu kez sıkıntılı gerçekleşiyor olması hatta bazen hiç olmaması meselesini, söz konusu paylaşımlarda hiç görmeyiz. Oysa hayatımızın içerisinde varlıkları ile birlikte zaman zaman ıstırap kaynakları olarak da bulunan babalarımız olduğu gerçeğini hepimiz gayet iyi biliyoruz. Zaten büyük çoğunluğumuzun babaları öldüğü için bu durum çok da kanıksanmıyor.
Buna karşın hayatta olanlara dönük paylaşımlar söz konusu olduğunda durum biraz daha farklı bir hal almaya başlıyor. Ölenlerin ardından hem kendi yaşadıklarımızı hem de ölmüşlerimizle ilgili anılarımız söz konusu olduğunda yaşanan burukluk duygusu, hayatta olanlar için aynı şekilde gerçekleşmeyebiliyor. Aslında hiçbirimizin ideal birey, ideal eş, ideal çocuk ve tabii ki ideal ana ve baba olmadığımız gerçeğini kabullenebildiğimiz ve bunun üzerinden birbirimizle gerçek anlamda iletişime geçebildiğimiz bir noktada işler çok daha farklı bir hal alabilecektir.
Birbirleriyle iletişimleri son derece kısıtlı olan ve bunu da çoğu kez dolaylı kanallar ve sözler üzerinden kullanan bir yaklaşımın ürünleriyiz. Aile yapısında babalarımız kötü polisi buna karşın annelerimiz ise iyi polisi oynama üzerinde neredeyse hemfikirdirler. Oysa hayatın akışı içerisinde annelik ve babalık rolleri kadar çocukların da bu aile yapısının içerisinde pozisyonlarını almaları ve bunun üzerinden toplumsal hayata önce ailede başlamaları gerekir. Aile içerisinde görülen şiddet ile büyüyen ve bunu içselleştiren çocukların ilerleyen aşamalarda bu kez kendi ailelerini kurduklarında rol modeli olarak aldıklarının yine kendi anne babaları olması şaşırtıcı olmasa gerektir.
Siz istediğiniz kadar farklı olduğunuzu ve öyle davrandığınızı dile getirin, çocuklarınız sizden gördüklerini kopya edecekler ve bunun üzerinden kendi çerçevelerini inşa edeceklerdir. Belki tekrar gibi olacak ama ülkemizde özellikle aile arası küslüklerin çok yaygın olduğu gerçeğini bir kez de bu gözden görmeye çalışmalıyız. Yıllarca anne ve babaları ile konuşmayan çocuklar, birbirlerinin yüzüne bakmayan hatta ‘ne ölüne ne ölüme’ sözleri ile bütün bağları kopartan kardeşler, dünürler, eltiler, ve daha onlarcası.
Sosyal medya bize var olan gerçekliğimizi değil aslında olmasını istediğimiz ve çoğu kez de elimizden kaçırdıklarımızı sanki varmış, elimizdeymiş gibi sunabilme olanağına sahip bir mecradır. Belki de böyle olduğu için ülkemiz insanları burada bulunmayı ve sürekli olarak paylaşım yapmak suretiyle kendilerini var kılmayı çok ama çok sevdiler. Yazının başında kullandığımız mezuniyet görüntüleri tam da bu noktada son derece işlevsel bir örnek teşkil etmektedir.
Ülkemizin kanayan yarası olan ve her yıl biraz daha büyük sıkıntılar yaşadığımız eğitim sistemimiz hususunda neredeyse herkesin bir görüşü bulunmaktadır. Buna karşın son yıllarda görünme ve gösterme mecrası olarak ön plana çıkan sosyal medya aracılığı ile karne ve belge paylaşımlarının sayısı giderek artmaktadır. Tıpkı hayatta olan babalarla ilgili paylaşımların sayısının azlığında olduğu gibi sosyal medyaya baktığınızda neredeyse bütün çocuklarımızın takdir, teşekkür hatta onur belgeli öğrenciler olduğunu görmekteyiz. Bu işte bir terslik yok mu? Karneleri kötü olan veya orta karar durumda olanlarla birlikte bu belgeleri almayan çocuklarımızın sayısı kuvvetle muhtemeldir ki alanlardan daha fazladır buna karşın nereye gözünüzü çevirseniz süper karneler ile karşılaşıyorsunuz.
Benzer görüntüler mezuniyet törenleri için sahneye çıkan çocuklarımıza dönük anonslarda, onlara ilişkin geleceğe ilişkin temennilerde de yaşanıyor. Hayatlarımızı her geçen gün biraz daha fazla seyirlik gösteri haline dönüştürüyor ve gerçeklerden uzaklaşmak suretiyle hayal mahsulü bir dünyanın içerisine daha fazla sıkışıp kalıyoruz. Sosyal medya işte tam bu noktada devreye giriyor ve eksikliklerimizin ortadan kaldırılmasına aracılık ediyor. Oysa gerçeklik ve hakikat ortadan kalkmıyorlar, her ne kadar sanal bir dünya vurgusu üzerinde yaşıyor olsak da hepimize kendilerini en ağır bir biçimde hissettirmeyi sürdürüyorlar.
Ölüm duygusu ve onun yaratmış olduğu etkinin, bütün bu yaşadığımız veyahut yaşadığımızı sandığımız ruh hali karşısında çok farklı bir yeri ve önemi bulunuyor. Yaşadıkları dönemlerde kapılarını çalmadığımız, halini hatırlarını sormadığımız büyüklerimizi, öldükten sonra da aramayacağımız gerçeğini unutmamak durumundayız. Vefa göstermek, saygı duymak, hayırla yad etmek gibi sözlerimiz kadar kendisiyle onur duymak, yolundan-izinden gitmeyi şiar edinmek gibi anlayışları da yine hatırlamalıyız. Sosyal medya bize başka bir dünyanın mümkün olabileceği konusunda ufuklar açabilir ancak önemli olanın açılan kapılardan nasıl geçebileceğimiz ve geçtikten sonra neler yapabileceğimiz meselesidir.
Gerçekliği elden bırakmadan, yaşadıklarımızın kıymetini bilerek ve kendi yaşamlarımızın olduğu kadar, çevremizdekilerin yaşamlarının da sorunsuz, sıkıntısız ve huzurlu bir biçimde geçebilmesine katkı koyabilecek canlılardan olalım. Hayatı ve güzellikleri paylaşalım, iyilikleri çoğaltalım ve yaşanabilir bir dünyanın oluşturulmasına omuz verelim.