Bir zamanlar okullarımızda 'Yerli Malı Haftası' düzenlenir ve öğrencilere yerli malı kullanmanın önemi anlatılırdı. Devir değişti, yerli mallarının yerini ithal mallar kapladı ve bu hafta ile birlikte andığımız bir takım kavramlar da tarih oldular.
1980 sonrası yaşadığımız ekonomik gelişmeler sadece ekonomik hayatımızı değil tüm toplumsal hayatımızın dengelerini ve özellikle de insanlarımızın karakter yapıları üzerinde büyük etkilerde bulundu.
Elindekilerle idare eden ve kadir bilen Anadolu insanı bir anda gelirinden fazla harcamaya başlayan ve bunun için şartlandırılan bir kişiliğe büründürüldü. 1980 öncesi döviz taşımanın suç olduğu günlerden alım satımların döviz ile yapıldığı hatta bunun bizzat devlet eliyle de gerçekleştirildiği günlere geldik.
Yol, köprü, havaalanı, tünel gibi pek çok alanda çok büyük ilerlemeler kaydettik. Artık çok daha hızla hareket edebiliyor, çok daha çabuk dünya ile entegre olabilen bir yapının içerisinde yer alabiliyoruz.
Buna karşın bazı konularda ise her nedense çok farklı bir anlayış içerisinde bulunmayı da sürdürüyoruz. Bunlardan bir tanesi hiç kuşkusuz karşı karşıya kaldığımız olumsuzluklar konusunda kendi üzerimize düşen sorumluluğu nedense hiç kabullenmememiz geliyor.
Çok kolay bir şekilde yaşadıklarımızın suçlusu olarak hemen dış mihrakları ve onların ülke içerisindeki işbirlikçilerini sorumlu tutabiliyoruz. Burada kendi bireysel sorumluluklarımızı ve yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızı ise es geçmek daima işimize geliyor.
İstemediğimiz gelişmeler yaşandığında ve tahammül sınırlarımız aşıldığında ise tepkimizi göstermek suretiyle yaşadıklarımızı normalleştirmeyi de çok iyi biliyoruz.
1998 yılında Abdullah Öcalan, Suriye’den İtalya’ya yerleşmiş ve ülke olarak İtalyanlar iade taleplerimizi reddetmişlerdi. Tam bu dönemde Galatasaray ile Juventus arasında oynanacak olan Şampiyonlar Ligi müsabakası için alınan önlemler dikkat çekiciydi.
Tamı tamına beş bin polis Juventus kafilesini korumuş ve karşılaşma öncesi ve sonrasında adeta kuş uçurtulmamıştı. Bu karşılaşmanın gazete sayfalarına yansıdığı dönemde ülkemizde İtalyan mallarına karşı yapılan müthiş boykotu da unutmayalım. Sokaklarda İtalyan mallarının teşhir edilmesinin ardından başlayan dalga bir anda bütün bu malların ezilmesi, yakılması ile sonuçlanıyordu.
Aradan zaman geçti, devir değişti ve İtalya ile çok sıkı ilişkiler geliştirdik. Hatta İtalyan başbakanı Berlusconi beş yıl sonra başbakanımızın oğlunun nikah şahitliğini yaptı.
İtalyan mallarının boykotunun üzerinden geçen yıllar içerisinde Fransız, İsrail ve Amerikan mallarına yönelik boykot girişimleri de sık sık gündeme geldi, hatta bazıları uygulandı bile. Şimdi ise karşımızda dünyanın para birimi dolar ile olan imtihanımız var.
Önce dolar kurunda yaşanan gelişmelerin bizi ilgilendirmediğini ileri süren bir ekonomik açıklamalar dinledik. Daha sonra ise yaşanan gelişmeler karşısında başta otomotiv sektöründeki ÖTV düzenlemesi olmak üzere, içki-sigara, benzin-motorin vb. gibi pek çok alanda yeni zamlarla karşı karşıya kaldık. Bunların da yetersiz kalması üzerine bu kez çok daha etkili olacağı düşünülen bir girişim hayata geçirildi: Yastık altındaki dövizlerin bozdurulması.
Halkımız hızla bu kampanyaya sahip çıkma yolunda kendince yeni kampanyalar başlattı. Gaziantep’te 10 bin dolar bozdurup makbuzunu getirene 5 bin liralık düğün paketi hediye etmeyi taahhüt eden iş adamından, 2 bin dolar bozdurup makbuzunu getirene mezar taşı verene kadar pek çok örnek medyaya yansıdı.
Hatta bu kampanyalara üniversite de kayıtsız kalmadı ve Van Üniversitesi rektörü, 20 binin üzerinde Euro ve Dolar bozduran 5 personelini yurt dışına çıktığında Bilimsel Akademik Araştırma Projeleri fonundan destekleyeceğini duyurdu.
500 bin Euro veya dolar bozdurarak Türk lirasında kaldığını ispat edenin adını da üniversitelerindeki amfi tiyatroya vereceğini belirtti. Tabii belirtilen bu rakamların sokaktaki insanlarda ne kadar karşılığı var çok tartışılır. Özellikle de sayın rektörün belirtmiş olduğu rakamlara sahip idari ve akademik personel sayısı kaçtır?
Buradaki asıl mevzu gündemde olan bitene eklenmek ve bu arada kendi adından da söz ettirmek şeklinde gerçekleşiyor. Konunun başına tekrar döndüğümüzde yurdumuz insanı hem gündemi hem de gündemle beraber kendi kampanyasını da yapmış oluyor.
Döviz ile olan ilişkimizin serbest bırakılması 1980 sonrasına rastlamakta peki biz hangi ara birden bire kendi ülke para birimimizi gözden çıkartmak suretiyle hayatımızın köşe başına dövizi yerleştirdik? Özel televizyonların hayatımıza girmesinin ardından haber bültenlerinin sonunda altın ve dövizde yaşanan gündelik gelişmeleri de takip etmeye başladık.
1994 ve 2001 krizleri sırasında dövizle borçlanan binlerce insanın ne kadar çok sıkıntı yaşadığını hatta bazılarının canlarına kıydığını biliyoruz.
Buna karşın ekonomik anlamda bütün kat etmiş olduğumuz mesafelere karşın kendi para birimimizin itibarını bir türlü istediğimiz noktaya taşıyamadık ki halkımız, kendi para birimi yerine daha güvenli ve getirisi yüksek olan dövize odaklandı.
Tabii burada devleti yönetenlerin açılan ihalelerden, umre organizasyonuna kadar pek çok alanda kendi para birimimizi değil euro ve doları ölçüt almış olmasının da büyük bir etkisi bulunmaktadır. Bu durumun sadece para birimi kullanma ile alakalı olmadığının da altını özenle çizmek isterim.
Kendi dilini kullanmak yerine yabancı kelimeleri kullanmayı adet haline getiren, açılan her yeni dükkana yabancı isim veren insanlar da yine bu ülkenin insanları. Bir taraftan kendi değerlerine sahip çıkma konusunda büyük büyük laflar edeceksiniz öte yandan ise para biriminiz, diliniz, yemekleriniz, kısacası sizi siz yapan her konuda tam tersi bir anlayışı hayata geçireceksiniz.
Paranızı, dilinizi, yemeklerinizi, kültürünüzü yabancı egemenliğine açık hale getirdiğinizde ve kendinize yabancılaşmaya başladığınızda tüm bu olup bitenlerden kurtulmak sadece yastık altında yatan dövizleri bozdurmakla gerçekleşmez.
Söylemsel temelde ‘milli’ olmanın ötesine geçmek ve gerçekten bunun içinde bulunduğumuz çağın koşullarına göre gerçekleştirebilmenin önünü hayatımızın her alanında açmak durumundayız.
Hiçbirimiz yaşadıklarımız üzerinden bir diğerimizin gönderilmesinden medet ummasın. Bu ülke hepimizin ve burada yaşanacak gelişmelerden hepimiz etkileneceğiz. Bu açıdan önce siyasal iktidarın ateşi düşürmesi ve bunu yaparken de insanlara güven vermesi gerekiyor.
Güvenin kaybolduğu ülkeler de önce ekonomi ardından özgürlükler ve yaşam tehlikeye girer. Bu yüzden ülkemizdeki tüm insanların yaptıkları ve yapmadıkları ile sadece bugünü değil geleceği de belirleyeceklerini unutmamaları dileğiyle.